GAZİ ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER
ENSTİTÜSÜ
ESKİÇAĞ TARİHİ BİLİM
DALI
ELAM SİYASAL VE
KÜLTÜR TARİHİ
MASTER TEZİ
Hazırlayan
Hasan GÜLMUHAMMET
Tez Danışmanı
Yrd. Doç. Dr. S. Yücel
ŞENYURT
ANKARA 2004
ÖNSÖZ
Elam siyasal ve kültür tarihi
adlı bu çalışmada siyasal alanda yazılı kaynakların ışığında M. Ö. 3. bin yılın
başlarından Elam'ın çöküş tarihine kadar yani M. Ö. 645 yılına kadarki olayları
ve kültürel alanda ise tarihöncesinden başlayarak yine aynı tarihe kadarki
kültürel süreci hem yazılı kaynaklar hem de arkeolojik verilerin ışığında ele
almaya çalıştık. Gerçi bazı tarihçiler Elam kelimesinin tarihöncesine ve o
kelimenin ilk zikredilişinden önceki devirlere
kullanılmasının yanlış olduğunu savunurlar, ama özellikle kültür alanını
tarihöncesinden başlamadığımız takdirde sürecin iyice anlaşılmayacağını
düşünerek bir takım araştırmacılar gibi biz de bu çalışmada kültür tarihini
tarihöncesinden başlayarak ele almaya çalıştık.
Elam tarihi bölgenin diğer
halklarının tarihi gibi devrelere bölünmüştür. Sumer, Babil ve Asur'da olduğu
gibi Elam tarihi de Proto Elam (M. Ö. 3200-2900), Eski Elam (M. Ö. 2700-1550),
Orta Elam (1450-1100) ve Yeni Elam (M. Ö. 750-645) devrelerine bölünmüştür.
Türk tarihi ve medeniyeti
alanında yeni kazanımlar elde etmek için Elamlılar dahil bölge halklarının
çoğunun tarihine günümüz genç bilimsel Türkoloji bilimi ile yaklaşmak,
Batılıların bir takım bilimsel yöntemlerini Türkoloji alanında kullanarak
onların öne sürdükleri boş iddiaları çürütmek
gerekmektedir. Bu doğrultuda ve bu çalışmada ortaya çıkmış hatalarımızın
hoş görülüp bildirileceğini umut ederim.
Burada tezimin her safhasında
fikirleri ile beni yönlendiren ve çalışmama ışık tutan danışman hocam Yrd. Doç.
Dr. Yücel S. Şenyurt'a teşekkür etmeyi bir borç bilirim.
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ ..............................................................................................i
KISALTMALAR
CETVELİ…………………………………………...x
GİRİŞ……………………………………………………………………….1
1. ELAM
COĞRAFYASI…….…………………………………..……3
1.1. Bugünkü Elam Eyaleti……….………………………………….3
1.2. Eski Elam Coğrafyası………….………………………………..3
1.3. Susa ve Elam…..…………………..……………………………..4
1.4. Elam'ın Coğrafi
Özellikleri…………….....……………………..6
1.5. Elam Adının Kaynağı ve Anlamı
1.5.1. Eski Yabancı
Kaynaklarda Elam Sözcüğü………………7
1.5.2. Yerli Kaynaklarda
Elam Sözcüğü…………………….…..7
1.5.3. Elam Sözcüğünün
Terkibi ve Anlamı……….……...…….8
1.5.4. Sumerlerin Elam'a
Verdikleri NİM Adı Hakkında……..…9
2. ELAM SİYASAL TARİH
2.1.
Eski Elam (M. Ö. 2750-1550)……………………………11
2.1.1. Erken Sumer-Elam
İlişkileri……………………………11
2.1.2. Aratta Meselesi……………………..……………………12
2.1.3. Birinci Avan ve Hamasi
Sülaleleri……………………12
2.1.4. İkinci Avan Sülalesi (M.Ö.
2750-1550)……………….13
2.1.4.1. İkinci Avan
Sülalesi ve Sargon……………………14
2.1.4.1.1. İkinci Avan
Sülalesi ve Sargon'un
Birinci
Savaşı…………………………………14
2.1.4.1.2.
İkinci Avan Sülalesi ve Sargon'un
İkinci
Savaşı………………….……………….15
2.1.4.2. İkinci Avan
Sülalesi ve Rimuş…………………….15
2.1.4.3. İkinci Avan
Sülalesi ve Maniştusu………………..17
2.1.4.4.
Naram-sin_Hita Antlaşması……………………….17
2.1.4.5. Kutik-inşuşinak
Dönemi……………………………19
2.1.4.5.1. Kutik-inşuşinak ve
Canlanan Elam Milli
Duyguları………….…………………………..19
2.1.4.5.2. Kutik-inşuşinak'ın
Askeri Seferleri….………20
2.1.4.5.3.
Kutik-inşuşinak'ın Susa'daki Dini
Faaliyetleri………….…………………………20
2.1.4.5.4.
Kutik-inşuşinak ve Şar-kali-şarri……………21
2.1.4.6. Avan Sülalesinin
Sonu……………………………..21
2.1.5. Kutlar Döneminde Elam ve
Mezopotamya ….………22
2.1.5.1. Kutlar Gerçekten
Vahşi ve İlkel Bir Topluluk mu..22
2.1.6. Simaş Sülalesi (M.Ö.
2050-1900)................................................................24
2.1.6.1. Şulgi
Döneminde Elam………………….............................………….25
2.1.6.2. Şulgi ve Kurduğu Yabancı
Lejyon…....…................................………..26
2.1.6.3. Amar-sin Döneminde
Elam……….............................………………..26
2.1.6.4. Simaş
Sülalesi ve Şu-sin………….............................………………..27
2.1.6.5. Simaş
Sülalesi ve İbbi-sin……….............................………….……....28
2.1.6.6. Simaş
Sülalesi ve 3. Ur Sülalesinin Sonu…........................................28
2.1.6.7. 3. Ur
Sülalesini Deviren Simaş Kralı.....................................................29
2.1.6.8. 3. Ur
Sülalesinden Sonra Bölgenin Durumu.........................................29
2.1.6.9. 1. İndattu
Dönemi....................................................................................30
2.1.6.10. 2. İndattu
Dönemi..................................................................................30
2.1.6.11. Simaş
Sülalesinin Sonu......................................31
2.1.7. Ebarti-Şilhaha Sülalesi
(M.Ö. 1850-1550)..................31
2.1.7.1. Elam'da
Krallık Sistemi.........................................33
2.1.7.2. Şilhaha
Dönemi....................................................34
2.1.7.3. Larsa ve
İsin'de Elam Hakimiyeti ve Kudur-mabuk
Sülalesi.................................................................35
2.1.7.4. Şiruktuh
Dönemi ve Elam'da Kadın Hakimiyeti.....36
2.1.7.5. Simut-vartaş
Dönemi............................................37
2.1.7.6.
Sive-palar-huhpak ve Hammurabi........................37
2.1.7.7. Kutir-nahunte
Dönemi...........................................37
2.1.7.8. Tamti-agun
Dönemi..............................................38
2.1.7.9. Kasların
Akını ve Ebarti-Şilhaha Sülalesinin Sonu................................................................................................................................................39
2.2. Orta Elam (M. Ö. 1450-1100)
2.2.1. Kidinu Sülalesi (M.Ö. 1450-1300).............................40
2.2.1.1. Tepti-ahar
Dönemi..............................................40
2.2.1.2. Hurpatila Dönemi.............................................41
2.2.2. İke-halki Sülalesi (M.Ö.
1300-1200)...........................42
2.2.2.1. Atar-kitah
Dönemi...............................................43
2.2.2.2. Humban-numena
Dönemi...................................43
2.2.2.3. Untaş-napirişa
Dönemi........................................44
2.2.2.3.1.
Untaş-napirişa ve Dur-untaş......................44
2.2.2.3.2.
Untaş-napirişa'nın Askeri Seferleri.............45
2.2.2.3.3.
Untaş-napirişa ve Elam Dili........................45
2.2.2.3.4. Bugün de
Kullanılan Untaş-napirişa'nın
Kazdırdığı Büyük Su Kanalı.......................45
2.2.2.4. Kiten-hutran
Dönemi...........................................46
2.2.3. Şutrukiler Sülalesi (M.Ö. 1200-1100).........................47
2.2.3.1. Şutruk-nahunte
Dönemi......................................48
2.2.3.1.1.
Şutruk-nahunte'nin Askeri Seferleri............48
2.2.3.1.1.
Şutruk-nahunte ve Elam Dili.......................49
2.2.3.2.
Kutir-nahunte Dönemi.........................................50
2.2.3.3. Şilhak-inşuşinak
Dönemi.....................................50
2.2.3.3.1.
Şilhak-inşuşinak'ın Askeri Seferleri............51
2.2.3.3.2. Şilhak-inşuşinak
ve Susa Kral Listesi.........51
2.2.3.3.3.
Şilhak-inşuşinak'ın İmar Faaliyetleri...........52
2.2.3.4.
Hutelutuş-inşuşinak Dönemi...............................52
2.2.3.5. Şutrukiler Sülalesinin
Sonu.................................53
2.3. Yeni Elam (M. Ö.
750-645)............................................54
2.3.1. Humban-nikaş Dönemi..................................................55
2.3.2. Şutruk-nahunte Dönemi................................................56
2.3.3.1. Şutruk-nahunte ve
Ellipi Meselesi........................56
2.3.3.2. Şutruk-nahunte'nin
İmar Faaliyetleri....................57
2.3.3. Hallutuş-inşuşinak
Dönemi...........................................57
2.3.4. Kudur-nahunte
Dönemi................................................58
2.3.5. Humban-numena
Dönemi............................................58
2.3.6. 1. Humban-haltaş
Dönemi.............................................59
2.3.7. Elam'da İkili Krallık
ve İnsicamın Kaybedilişi.................59
2.3.8. Urtaki
Dönemi................................................................60
2.3.9. Teumman
Dönemi.........................................................60
2.3.10. Elam'ın
Sonu................................................................62
2.3.11. Yeni Babil Döneminde
Elam........................................63
2.3.12. Akamenit Krallığında
Elam Satraplığı..........................64
3. ELAM DİNİ
3.1. Elam Dininin Özellikleri.......................................................65
3.1.1. Elam Dininde
Yılan........................................................65
3.1.2. Elam'da Kadının
Konumu..............................................66
3.1.3. Elam Tanrılarının
Gizemli Yönleri..................................68
3.2. Elam Tanrıları
3.2.1. Elam Ana
Tanrıçaları....................................................69
3.2.1.1.
Pinikir...................................................................69
3.2.1.2. Kiririşa..................................................................69
3.2.1.3. Parti
(Partikir).......................................................70
3.2.2.
Humban........................................................................71
3.2.3.
A-MAL...........................................................................71
3.2.4. Zit
(Sit)..........................................................................71
3.2.5. Güneş Tanrısı Nahiti
(Nahunte)....................................71
3.2.6.
İnşuşinak.......................................................................72
3.2.6.1. İnşuşinak'ın
Anlamı..............................................72
3.2.6.2. İnşuşinak'ın Görevi
ve Yardımcıları (İşme-karab ve
Lakamar)..............................................................73
3.2.7. Simut ve Manzat
(Manzit).............................................73
3.2.8. Siaşum ve
Hutran.........................................................74
3.2.9.
Hurbi.............................................................................74
3.2.10. Zafer Tanrısı
Narunte..................................................75
3.2.11. Ay Tanrısı
Napir..........................................................75
3.2.12. Su ve Irmak Tanrısı
Sazi.............................................75
3.2.13.
Hişmetik.......................................................................76
3.2.14.
Ruhuratir.....................................................................76
3.2.15.
Upur-kupak.................................................................76
3.2.16.
Nazit............................................................................76
3.2.17.
Pelala..........................................................................77
3.2.18.
Niarzina.......................................................................77
3.2.19.
Kirvaş..........................................................................77
3.2.20. Elam'da Mezopotamya
Tanrıları.................................77
3.2.21. Mezopotamya
Tanrılarına Yüklenmiş Yerli Özellikler.78
3.3. Elam'da Tanrısal Güç (Kiten)
İnancı...................................79
3.4. Elam Dini Törenleri
3.4.1. Tanrı Heykelinin
Tapınağa Götürülmesi Töreni............80
3.4.2.
Kurban...........................................................................81
3.4.3. Guşun
Ayini...................................................................81
3.4.4. Tuga
Ayini.....................................................................82
3.4.5. Şafakta Temizlik
Töreni (Sit Şamşi)..............................82
3.5.
Elam Dininde Fal..................................................................83
3.6. Elam Tapınakları ve
Özellikleri
3.6.1. Tapınağın Koruyucu
Ruhları.........................................83
3.6.2. Elam'da Kötü
Ruhlar.....................................................84
3.6.3. Koruyucu Ruhlarla
İlgili Yapılan Tören..........................84
3.6.4. Tapınakların Kutsal
Bahçesi.........................................85
3.6.5. Tapınakların
Duvarlarına Takılan Boynuzlar.................85
3.6.6. Tapınağa Giden
Yollar..................................................86
3.6.7. Tapınakların Ekonomik
Faaliyetleri...............................86
3.6.8. Tapınakların
Teşkilatı....................................................87
3.7. Öbür Dünya İnancı...............................................................87
3.8. Ölü Gömme Geleneği..........................................................89
4. ELAM DİLİ
4.1. Elam Dilinin Çözülmesi........................................................92
4.2. Elamca'nın Yapısı ve Akraba Dilleri....................................93
4.3. Elamca'nın Genel Özellikleri................................................93
4.3.1. Elam Piktografik
Yazısının İcadı ve Yayılma Alanı........93
4.3.2. Elam Linear Yazı
Sistemi..............................................95
4.3.3. Elam Çiviyazısı ve
Evrimi..............................................95
4.3.4. Orta Elam Döneminde
Elam Dili....................................97
4.3.5. Akamenit Krallığı
Döneminde Elam Dili.........................99
4.3. Elamca ile Türkçe'nin
Karşılaştırılması...............................99
5. ELAM'DA BİLİM ve TEKNOLOJİ
5.1. Seramik................................................................................103
5.2. Gelişmiş Fırınlar...................................................................103
5.3. Seramik Çarkı......................................................................103
5.4. Tekerlek...............................................................................104
5.5. Maden Eritme ve İşleme......................................................104
5.6. Sayı Sistemi.........................................................................104
5.7. Saban...................................................................................104
5.8. Sulama ve Su Kanalları........................................................105
5.9. Kemerli Girişler ve Kubbeli Tavanlar....................................105
5.10. Takvim................................................................................105
5.11. Tartı ve Hacim Sistemi.......................................................107
6. ARKEOLOJİK
VERİLERE GÖRE ELAM KÜLTÜRÜ
6.1. Seramik...............................................................................108
6.1.1. Neolitik-Kalkolitik
Çağlar.............................................108
6.1.1.1. Susa 1
Seramikleri.............................................110
6.1.1.2. Susa 2
Seramikleri.............................................112
6.1.2. Eski Elam Dönemi
Seramikleri....................................113
6.1.3. Orta Elam Dönemi
Seramikleri....................................113
6.1.3.1. Anşan
Seramikleri..............................................114
6.1.3.2. Hafttepe
Seramikleri...........................................114
6.1.4. Yeni Elam Döneminin
Seramikleri...............................114
6.2. Heykel
6.2.1. Neolitik-Kalkolitik
Çağlar.............................................115
6.2.2. Eski Elam Dönemi
Heykelleri......................................115
6.2.3. Orta Elam Dönemi Heykelleri......................................118
6.2.3.1. Hafttepe
Heykelleri.............................................118
6.2.3.2. M.Ö. 2. Binyılın Son
Çeyreğinde Heykel Sanatı119
6.2.4. Yeni Elam Döneminin
Heykel Sanatı..........................119
6.3. Mühür
6.3.1. Neolitik-Kalkolitik
Çağlar.............................................120
6.3.2. Eski Elam Dönemi
Mühürleri.......................................120
6.3.3. Orta Elam Dönemi
Mühürleri.......................................122
6.4. Maden İşleme
6.4.1. Kalkolitik
Çağ..............................................................123
6.4.1.1. Susa 1 Döneminde
Maden Sanatı.....................123
6.4.1.2. Susa 2 Döneminde
Maden Sanatı.....................124
6.4.2. eski Elam Dönemi
Maden Sanatı................................124
6.4.2.1. Sukkalmahlar
Dönemi Maden Sanatı.................125
6.4.3. Orta Elam Döneminin
Maden Sanatı..........................125
6.4.3.1. Hafttepe Maden
Sanatı......................................125
6.4.3.2. Elam Maden Sanatının
Zirvesi...........................126
6.4.3.3. Luristan
Tunçları................................................127
6.4.4. Yeni Elam Döneminin
Maden Sanatı..........................128
6.5. Kabartma
6.5.1. Eski Elam Dönemi
Kabartma Sanatı...........................129
6.5.1.1. Sukkalmahlar
Döneminin Kabartma Sanatı.......131
6.5.2. Orta Elam Dönemi
Kabartma Sanatı...........................131
6.5.3. Yeni Elam Dönemi
Kabartma Sanatı...........................132
6.6. Elam Yerleşmeleri ve Mimarisi
6.6.1. Neolitik-Kalkolitik Çağlar.............................................132
6.6.1.1. Susa 1 Döneminin
Mimari ve Yapı Özellikleri....132
6.6.1.2. Susa 2 Döneminin
Mimari ve Yapı Özellikleri....133
6.6.2. Eski Elam Dönemi
Mimarisi ve Yapı Özellikleri...........133
6.6.3. Orta Elam Dönemi
Mimarisi ve Yapı Özellikleri...........133
6.6.3.1. Hafttepe'nin Mimarisi..........................................133
6.6.3.2. Hafttepe
Kompleksi............................................135
6.6.3.3. Çoğa-zenbil'in
Mimarisi......................................136
7. ELAM SOSYO-EKONOMİK YAPISI
7.1. Epipaleolitik Çağ..................................................................142
7.2. Neolitik Çağ.........................................................................142
7.3. Eski İran'ın Coğrafi Koşulları ve Bu Koşulların
Kentleşme
Üzerindeki Etkisi...................................................................143
7.4. Tarihöncesi Şuşin'de Kent ve Topluluk................................143
7.5. Eski Elam Topluluğu............................................................144
7.6. Eski Elam'da Mesleki Sınıflar...............................................145
7.7. Elam'da Eğitim ve Öğretim...................................................145
7.8. Elam'da Kraliyet ve Ortaya Çıkışı.........................................146
7.9. Elam Toplumu Konusunda Mezarlardan Edinilen
Bilgiler.....147
7.10. Elam'da Ticaret ve Tüccarlar....................................................148
8. SONUÇ........................................................................................149
9. KAYNAKÇA................................................................................151
10. ÖZET..........................................................................................158
11. ABSTRACT................................................................................160
12. HARİTALAR ve LEVHALAR
LİSTESİ.......................................162
12. HARİTALAR...............................................................................163
13.
LEVHALAR................................................................................167
KISALTMALAR CETVELİ
AÜDTCF………Ankara Üniversitesi Dil ve
Tarih-Coğrafya Fakültesi
bkz…………….Bakınız
Çev. …………...Çeviren
M. Ö. …………..Milattan Önce
M. S. …………..Milattan Sonra
Res. …………..Resim
Sa. ……………Sayı
TDK …………..Türk Dil Kurumu
TTKY …………...Türk Tarih Kurumu
TTKB …………Türk Tarih Kongresi Bildirileri
GİRİŞ
Yerleşim
tarihi prehistorik döneme kadar inen Huzistan ve Susa, eskiçağ dünyasının en
önemli yerleşim merkezlerinden biridir. Elverişli ve uygun coğrafi koşullarına
göre tarımın iyice yaygınlaşması; ticaretin ise kısa bir sürede geniş boyutlara
ulaşması Susa'yı önemli bir merkez haline getirmiştir. Bu faaliyetlerin
sonucunda icat edilen yazı ise bölgenin bir diğer önemli faktörlerindendir. Elam'ın
özgün sarımtırak Seramiği ve diğer sanat dallarının eskiçağ dünyasında çok
geniş bir alana yayılması, ayrıca büyük imparatorluklar kuran Akamenit
sülalesine ettiği büyük ve çok önemli etkiler itibariyle bu uygarlığın önemli
bir antik uygarlığı olduğunu göstermektedir.
Bilindiği
üzere Mezopotamya bilimi antik Yunan ilminin ortaya çıkıp formalaşmasında
önemli ölçüde etkili olmuştur (Sayılı, 1991: 443-483). Özellikle Uruk çağında
ortaya koyulan bu bilimsel buluşlar, icatlar ve başarıların kaynağının
Mezopotamya ve Susa gibi iki ana bölge olduğu ileri sürülmektedir (Amiyet, 1997:
174).
Susa
hariç Elam bölgesinde yapılan arkeolojik kazıların Mezopotamya kadar sistematik
ve geniş olmadığı, Susa kazılarının 1890'lı yıllardan İkinci Dünya Savaşı'na
kadar yani yaklaşık 60 yıl gibi uzun bir süre boyunca çok dikkatsizce yapıldığı, bu kazıların İran 1979
devriminden sonra durdurulduğu ve Elam
tarihinde önemli rolleri olan Avan ve Simaş gibi hakimiyet merkezlerinin
yerlerinin bugüne değin saptanıp bulunamadığı bu alanda yapılan araştırmaları
zorluklara sokmaktadır. Bu nedenlerden dolayı mevcut kazı raporları ve çoğu
Elam medeniyetinin bir dalı veya zaman dilimi üzerinde yazılan araştırma
eserlerinden yararlanarak Elam'ın siyasal tarihi ve medeniyetinin ana hatları
ELAM SİYASAL ve KÜLTÜR TARİHİ başlığı altında toplanmaya çalışıldı.
Bu
çalışmanın en önemli amacı Elam'ın medeniyet kervanındaki yerini ortaya koymak;
Elamlıların maddi ve manevi olarak ortaya çıkardıkları buluşlar, keşifler ve
icatlar; dil, din, kültür ve siyasal hakimiyet anlayışı açısından Turani
kavimlerle olan akrabalığını tespit etmektir.
Bu
çalışmanın amaçlarından biri de, Türk bilimadamlarının dikkatini İran'ın
eskiçağ kültürlerine çekmektir. İran'ın eskiçağ tarihinin iyi bilinmemesi bölge
eskiçağ tarihinde bazı alanların dar olarak çalışılmasına ve hatta yanlış
görüşlerin ortaya atılmasına neden olmuştur. Bu nedenden dolayı Mezopotamya ile
çok sıkı ilişkileri olmasına rağmen Elam kültürü Mezopotamya kültürleriyle
geniş ölçüde karşılaştırılmamıştır.
Elamca
ve Sumerce gibi bitişken yapılı dillerin, Sami dilleri bilgisine dayanaılarak
çözülmesi, buharlanmış bir camın arkasındaki eşya ne kadar net görülürse bu
diller de o kadar nettir benzetmesine yol açmıştır. Üstelik bitişken yapılı
diller için uygun olmayan çiviyazısı bu durumu biraz daha pekiştirmiştir. Bu
durumun ortadan kalkması bir takım meseleleri de aydınlığa kavuşturacaktır ve
bu iki dil arasındaki bağı problemini de çözecektir.
1. BÖLÜM
ELAM COĞRAFYASI
1.1. Bugünkü Elam Eyaleti
Elam, eyalet sistemine
bölünmüş bugünkü İran’ın batısında bulunmaktadır. Yüzölçümü 20.177 kilometre
kare olan bu eyalet Kermanşah, Luristan ve Huzistan eyaletleri ve Irak'la komşudur.
Yaklaşık yarım milyon nüfusu olan bu eyalet Zagros sıradağlarının batı yamaçlarında
bulunmaktadır ve aynı adda bir merkezi vardır (Bahtiyari, 2000: 82).
1.2. Eski Elam Coğrafyası
Tarihi Elam coğrafyası bugünkü
Elam eyaletinden çok daha geniş idi. Bu
tarihi bölgenin, özellikle doğu ve kuzey sınırları yani İran platosu içindeki
sınırları dakik bilinmemektedir. Yerli Kaynaklardan Elam'ın komşu eyaletleri de
dahil, tarihi Anşan’ın bulunduğu bugünkü Fars eyaleti, tarihi Liyan
kentinin bulunduğu Basra Körfezi kıyılarında bulunan Buşihr eyaleti, tarihi
Silk kentinin bulunduğu İsfahan eyaleti, Bahtiyari ve Buyerahmad eyaletlerini
de coğrafyası içine aldığı anlaşılmaktadır. Bu eyaletler aşağı yukarı Elam’ın otoritesi
altında bulunmuş siyasal hudutlarını oluşturmaktaydı, oysa Elam’ın uygarlık
ışığı daha uzak yerleri de aydınlatmıştır. Proto Elam yazıları İran’ın doğusunda
bulunan Kerman eyaletinin antik yerleşim merkezleri olan Tepe Şahdad (Hakemi,
1972: 46), Tepe Yahya ve Tell-i İblis'te, Pakistan'ın sınırdaşı olan Sistan eyaletinin
tarihi yerleşim merkezi Şehr-i Suhte’de de bulunmuştur (Negahban, 1993: 476). Elam
medeniyetinin izleri ve etkisi doğuda Hindistan’a (Campbell, 1998: 180), batıda
Mezopotamya’yı aşarak Mısır’a (Günaltay, 1987: 153; Hinz, 1992: 193-194) ve
kuzeyde ise Hazar denizine kadar (Vandenberg, 1969: 5,11; Negahban, 1964: 45)
ulaşmıştır.
1.3. Susa ve Elam
Bilimadamları Elam'ın her
zaman Susa'yı kapsamadığını ileri sürmektedirler. Mezopotamya kayıtlarında bu
bölgeye verilen ve yüksek bölge anlamına gelen NİM ve Elam adları Susa’yı
değil onun doğusu ve kuzeyinde bulunan Zagros’un yamaçları ve yüksek bölgeleri için
kullanılmaktaydı (Vallat, 1997: 189). Otoriter
bir krallığın ortaya çıkışıyla Susa ve Şuşin (Susa'nın da bulunduğu,
antik Yunan yazarlarının Susiana adlandırdıkları bugünkü Huzistan eyaleti) Elam'ın
sınırları içine alınırdı (Günaltay, 1987: 128). Merkezi otoriteden yoksun
bulunan dönemlerde Susa da başka bölgeler gibi kendi bağımsız hayatını
yaşamaktaydı. Bu durum bir takım Mezopotamya kayıtlarında görülmektedir; örneğin
Gudea’nın kitabesinde böyle bir kayıt bulunmaktadır: Elamlılar Elam’dan ve Susalılar
Susa’dan gelip şehir tapınağının onarımında yardım ettiler (Hinz, 1992: 95). Bu
durum milada kadar çeşitli yazarların yazılarında da görülmektedir. Strabon da
bu konuya işaret etmiştir. O, Coğrafya kitabında Elam’ı Şuşin'in kuzeyi ve
doğusunda olan bir bölge, sakinlerini ise ilkel bir halk olarak tanımlamıştır (Pott,
1999: 8). Bu görüş haklı olarak aşağıdaki delillere dayanmaktadır:
1- Elamca tabletlerin Anşan’daki
çokluğu ve Akadca yazıların Susa’daki ezici çokluğu. Ayrıca Susa metinlerde geçen
özel adların büyük bir kısmını Sami adlar oluşturmaktadır (Vallat,1987: 189; Potts,
1999: 8).
2- Sumerlerin yüksek anlamına
gelen NİM işareti Susa dışında İran platosunun Mezopotamya’da bilinen
yerlerini belirlemek için onların adlarından önce kullanılmış, oysa asla Susa
sözcüğünden önce yazılmamıştır. Susa’nın
coğragi koşullarının tam Mezopotamya gibi olduğuna göre Mezopotamyalılar orayı
asla Elam gibi farklı bir bölge ile aynı tutmamışlardır. Bazı çağdaş yazarlar
bile Susa’yı Dicle’nin doğusunda olan Mezopotamya’nın uzantısı olarak saymaktadırlar.
3- Bütün Sumerce, Akadca ve
Elamca metinler bu ikisine, ayrı varlıklar olarak değinmektedirler; yukarıda
işaret edilen Gudea yazıtı ve Strabon’un Coğrafya kitabı arasındaki yaklaşık
iki binyıllık zaman dilimi içerisinde bu durumun sabit kaldığı görülmektedir.
4- Ebarti sülalesiyle daha
belirgin hale gelen Elam krallık sisteminden sonra bütün sülaleler bu ikisine
farklı varlıklar gözüyle bakıp onlara farklı valiler atamışlardır. Onlar her
zaman farklı iki şehir olarak Anşan (Elam’ın merkezi) ve Şuşun’dan
(Susa),farklı iki bölge olarak da Haltamti (Elam) ve Şuşin’den söz
etmişlerdir.
5- Susa'nın yerli tanrı
adlarının birçoğu Mezopotamya dillerinden etkilenmiştir. Susa’nın en güçlü
yerli tanrısı İnşuşinak’ın adının ilk hissesinin efendi anlamında olan Sumerce EN veya İN
olduğu öne sürülmektedir. Ayrıca M.Ö. 13. yüzyılda Elam kralı Untaş-napirişa
dönemine kadar Elam tanrıları geniş ölçüde Susa’da görülmemektedir.
6- Susa akropolünde her hangi
bir Elam tanrısına adanmış tapınak bulunmamıştır. İlk başlarda orada sadece
Susa ve Mezopotamya tanrıları için törenlerin yapıldığı sanılmaktadır (Vallat, 1997:
189).
7- Susa tanrısı İnşuşinak en
yaygın ve güçlü döneminde bile sadece Susa ve Dur-untaş'ın tanrısı olarak kalmış
ve hiçbir zaman Elam tanrısı seviyesine yükselmemiştir. Onun öneminin arkasında
olan hakimiyet ve siyasi güç sayesinde kazanıldığı
ileri sürülmektedir (Labat, 1963: 29).
Fakat İndo-Germenlerin bölgeye
akın etmesiyle halkın bir kısmının yüksek bölgelerden inip ovaya yerleşmesinden
sonra Şuşin bölgesi de Elam adını almış ve oraya yerleşen halk kendileriyle
birlikte vatanlarının adını da bu topraklara götürmüşlerdir. Bu nedenden dolayı
Saadya Gaon (M.S. 985) ve Benjamin Tudela (M.S. 1169) gibi Yahudi yazarlar Susa'da
gömülmüş Yahudi Peygamber Daniyal'ın kitabının çizgisinde hareket ederek
Susa'yı da Elam'ın bir parçası saymışlardır (Potts, 1999: 8).
1.4. Elam'ın Coğrafi
Özellikleri
Zagros’tan kaynaklanan çeşitli
dereler ve küçük ırmaklar Şuşin ovasında üç büyük ırmağı ortaya çıkarmaktadır:
Elamlıların ve Asurluların Uknu ve Yunanlıların Chaospes adlandırdıkları
bugünkü Kerha ırmağı bölgenin batısında, Elamlıların İdid ve
Yunanlıların Coprates adlandırdıkları bugünkü Dez ırmağı bölgenin ortasında ve
İran’ın gemi tereddüt edebilir tek ırmağı sayılan Karun ırmağı ise bölgenin
doğusunda bulunmaktadır. Karun ırmağının o dönemlerde Ulay veya Ulai
adını taşıdığı sanılmaktadır. Bu kelimenin eskiçağlarda Dez ve Kerha'yı
birbirine bağlayan küçük bir ırmağın adı olduğu da ileri sürülmektedir. Bugün
Kerha Decle’ye, Dez Karun’a ve Karun ise Dicle ve Fırat’ın körfez yanında
oluşturduğu Şatt ül-Arap’a dökülmektedir (Hinz, 1992: 23-24).
Susa bu ırmakların getirdiği bol
alüvyonla oluşmuş topraklarda kurulduğu için tarıma elverişli ve çok verimli
bir bölgedir. Kuzeyindeki ve doğusundaki dağlarda ve tepelerde bulunan zengin
bakır, kurşun, kalay, gümüş, bazalt, mermer, çakmak taşı, alçı taşı, obsidyen,
akik, yeşim ve lacivert gibi yataklar komşu devletlerin tamah gözüyle bakmalarına
neden olmuştur.
Elam bölgesi çok sıcak bir
mıntıkadır. Yazın sıcaklık 50 dereceye
ulaşır. Bu sıcaklık Yunan coğrafyacısı Strabon'un iddiasını
doğrulamaktadır. O, Coğrafya kitabında yazın ortalarında günortasında Susa
caddelerinde gezmeye cesaret eden yılan ve kertenkelelerin piştiğini iddia
etmiştir (Cameron, 1986: 9).
Güçlü Elam devletlerinin Şuşin
ve Anşan’a birlikte hakim olmalarıyla gerçekleştiği ileri sürülmektedir.
Susa ve çevresinin verimli toprakları ve geniş tarımsal olanakları ile
Zagros’un zengin yatakları Elam'ın gücünü ortaya çıkarmaktaydı. Bunlar vahit ve
merkezi bir otoritenin idaresi altında bulundurulduğunda Elam büyük bir güç
olarak zahir olmaktaydı, ama kopmuş durumda oldukları zaman mahalli güçler baş
kaldırmakta ve kargaşa yaşanmaktaydı. M.Ö. 1. binyılda bu bölgelere akın eden
Akamenitlerin bu birliği ortadan kaldırıp Anşan’a hakim olduktan sonra
Elam’a musallat olabildikleri öne sürülmektedir (Hinz, 1992: 25-26).
1.5. Elam Adının Kaynağı ve
Anlamı
1.5.1. Eski Yabancı Kaynaklarda Elam
Sözcüğü
Elam yüksek bölge
anlamındadır. Bu kelime için kullanılmış işaret ilk defa M.Ö. 3. binyılın
ortalarında Sumerce bir metinde görülmektedir. Bu metne göre 1. Kiş Sülalesinin
22. kralı Enmebaragesi “yüksek” anlamına gelen NİM ülkesine saldırmıştır
(Jacobsen, 1939: 84-85). Akadlar aynı ideogramı Sumerlerden alarak Elam ve
Elamtu şeklinde kullanmışlardır (bazı
kaynaklarda kur-Elam-ma-ki şeklinde yazılmaktadır). Kenanlılar ve İbraniler bu
sözcüğün Elam şeklini almış ve Tevrat’a sokmuşlardır. Bu sözcük Eski Ahit’te on
defadan fazla ve Yeni Ahit’te bir defa geçmektedir (Hinz, 1992: 11). Ayrıca
eski Ahit’te dört defa Kodar-laomar adlı Elam kralından söz edilmektedir (Afşar,
1987: 58). Kayıtlarda böyle bir Elam kralı bulunmamaktadır. Bu adın Elam
kralları arasında yaygın olan Kutir-lakamar adı olma olasılığı vardır.
Tevrat'ta Elam Sam'ın oğlu
olarak yazılmıştır. Bu ise Elamlıların Sami olması görüşünün ortaya atılmasına
neden olmuştur. Oysa bugün bu terim daha çok coğrafik bir terim olarak
görülmektedir. Olasılıkla Samilerin bir kısmının burada yerleşmeleri ve bazen Elam'ı
istila etmeleri böyle bir tanımlamaya yol
açmıştır (Günaltay, 1987: 128).
1.5.2. Yerli Kaynaklarda Elam Sözcüğü
Elam yerli kaynaklarda Haltamti
biçiminde kaydolunmuştur (Cameron,1976: 14). Bu sözcük Hatamti, Halhatamti
(König, 1965: 37) ve Haltampti (Hinz, 1992: 25) biçiminde de okunmuştur.
Yerli kaynaklarda bu bölgenin adı ilk defa M.Ö. 18. yüzyılda kral
Sive-palar-huhpak döneminin kayıtlarında görülmektedir (Potts, 1999: 1). Daha
sonra Elam’da yazılan Akadca metinlerde yani yerli Akadca metinlerde buranın
adı Elam olarak görülmektedir (Negahban, 1993: 400). Bu, Akadların etkisi
olarak sanılmaktadır. Elam kelimesi Yunanlılarda Elymais şeklini bulmuştur ve
ahaliye ise Elymaen denmekteydi (Potts, 1999: 5).
1.5.3. Elam Sözcüğünün Terkibi ve Anlamı
Bazı bilimadamlarına göre Elam
kelimesi “yüksek bölge” anlamına gelen Akadca “ala itum matum” terkibinden
yaranmıştır; bazıları ise onun yerli kaynaklardaki versiyonundan ortaya çıktığını,
yani Elam kelimesinin Haltamti’nin biraz kısalmış biçimi olduğunu ileri sürmektedirler
(Potts, 1999: 1). Buradaki –ti eki Subartu ve Martu da olduğu gibi topluluk ve ülke
adlarının bazılarına eklenen bir ek olarak bilinmektedir. Bunlar başka yerlerde
Subar ve Amurri olarak da kaydedilmiştir (Yusifov, 1993: 52). Ortadaki -t- harfının
düşüşünü de Akadca’nın dil kurallarında aramak gerekmektedir. Bu olay yani bir
kavmin diğer kavimler tarafından tam değişik veya yerli adın biraz değişik
biçimi ile adlandırılması tarihte bol gözlemlenmiş bir olgudur.
Bilimadamlarına göre Haltamti
sözcüğü iki hal ve tamti kelimelerinden oluşmaktadır. Hal
sözcüğü bölge, mekan, yer ve tamti sözcüğü ise kutsal, koruyucu tanrı
olarak açıklanmış ve bu bölgenin adı "kutsal tanrıların mekanı" olarak
yorumlanmıştır (Mecidzade, 1991: 5).
Beyani'ye göre Babillilerin,
doğularındaki bölgeye verdikleri Elam veya Elamtu kelimesi, yüksek bölge ve
dağlık bölge anlamından başka bir de güneşin doğduğu yer anlamını vermektedir (Amiyet,
1970: 2). Bu da ışıkla bağlantılı olarak görülmektedir. Seyidov’a göre Türkçe
bir kelime olan “tan” hem şafak, hem güneşin doğduğu yer ve aynı zamanda tanrı
kavramını ortaya çıkaran ilk faktörlerden biridir (Çoruhlu, 2002: 22). Batılı
araştırmacılara göre kutsal ve tanrı anlamını veren tamti kelimesindeki
–ti eki alınırsa geriye kalan tam veya tan kelimesinin Türkçe’de kullanılan tan
ve tanrı kelimesinin ilk hissesiyle aynı olduğu sanılmaktadır.
Hal veya al kelimesi de tan gibi
bütün Türk topluluklarının çok önemli ortak kültür öğesidir. Eski Elam döneminden
orta ve yeni Elam dönemine doğru h harfinin düşüşü olayı kanıtlanmıştır (Carter,
1966: 72). Bu bir takım dillerde ve aynı zamanda Kalaçlar gibi bazı Türk
lehçelerinde de görülmüştür (Heyet, 2001: 23). Hal veya al kelimesi
bütün Türk lehçelerinde yüksek anlamında kullanılmış ve kullanılmaktadır;
mesela yüksek dağlar anlamında olan Altay sözcüğünün al hissesi,
Türkçede kullanılan alçak sözcüğünün ilk hissesi gibi. Aynı zamanda al’ın
veya yüksek yerin kutsal olduğu da bilinmektedir. Demek Elamlıların
adlandırdıkları “tanrıların yüksek mekanı” anlamına gelen Haltamti
kelimesi iki Türkçe kelimeden oluşmaktadır. Bu açıklama aynı zamanda önemli bir
noktayı da ortaya çıkarmaktadır: Elamlılar kendi tanrılarını göklerde görmekte
veya gök ile onlar arasında bir nevi rabıta kurmaktaydılar. Bu bir tablette
geçen bir Elamlının duasından da ortaya çıkmaktadır. O, öldükten sonra
yükseklere gideceğini söylemektedir. Demek Elamlıların dini inancında öbür
dünyanın ve cennetin yükseklerde olduğu akidesi bulunmaktadır. Bu konu Elam tanrılarının gizemli taraflarını
da açığa çıkarmaktadır. Elam tanrılarının, diğer bölge tanrılarına nazaran
gizemli tarafları görülmektedir; onların gök ile bağlı tarafları veya
olasılıkla göklerde oturmaları onlara açıklanamaz bir veçhe vermekteydi. Elam
dininin bu özelliği diğer dinlere de etki etmiş olabilir. Bu bölgelerden
kaynaklanmış Zerdüştilik’te de Ahura Mazda ve diğer ikincil tanrıların mekanının
ve cennetin de göklerde olduğu söylenmektedir (Bahar, 1997: 32,294).
1.5.4. Sumerlerin Elam'a Verdikleri NİM
Adı Hakkında
Bazı
araştırmacılar Sumerlerin Elam için kullandıkları NİM işaretini
İndo-Germen bir kavim olan Soğdların nom kelimesine bağlamaya
çalışmışlar, ama o görüşü reddeden görüşler de ileri sürülmüştür. Çünkü nom
yasa demektir (Eliade, 2003: 80). Diğer taraftan Orta Asya ve Sibirya halklarından
olan Samoyedlerde gök anlamına gelen ve onlar tarafından tapılan Num kelimesi bulunmaktadır
(Çoruhlu, 2002: 18; Eliade, 1999: 27). Samoyedler Num’u kara ve deniz yani tüm
evren olarak kabul etmektedirler. Ayrıca Sibirya halklarından Ostyak ve
Vogullardaki Num-Turem ve Num-Senke kelimeleri, yukarıda yaşayan Turem ve Senke
demektir (Eliade, 2003: 79-80). Yani Sumerce NİM ve onun fonetik bir
variyantı olan Num, gök, yüksek ve yukarı anlamda bazı diğer Asya halklarında
da kullanılmıştır.
Yukarıda
zikredilen Hatamti, Halhatamti ve Haltampti okunuşlarının doğru olmadığı
sanılmaktadır. Gerçi bazı yazarlar Elamca'da l harfinin düşmesinden söz
etmektedir, ama bu görüşü reddeen görüşler de ortaya koyulmuştur (Reiner, 1966:
73). İkincisinin Elam biçimini alması bugüne kadar açıklanamamıştır ve üçüncüsü
ise çiviyazısında üç ünsüz harfin yan yana gelememesi ilkesiyle
reddedilmektedir. Aslında bu üçüncüsünün bir benzetme ürünü olduğu sanılmaktadır.
Olasılıkla onu batı dillerinde varlığını hala da sürdüren "tempt"
kelimesine benzetmek istemişlerdir. Bu kelimenin baştan çıkarmak, aldatmak ve
şeytan gibi anlamları vardır.
Elam-Türk
akrabalığının ciddi boyutlarda olduğu ve bu konunun iyice araştırılmasının
önemli sonuçlar doğuracağı sanılmaktadır. Burada söz sadece bir takım ortak
kelimelerden gitmemektedir; belki daha büyük çapta olan ortak kültür öğeleri
söz konusudur.
Al kelimesi hakkında daha geniş bilgi
için bkz: Mireli Seyidov, Azerbaycan Khalgının Soykökünü Düşünerken, Bakü 1989;
Mireli Seyidov, Gam Şaman, Bakü 1994; Abdulkadir İnan, Makaleler ve
İncelemeler, Ankara 1998
Türkçe'de kullanılan ölmek kelimesi
Elamca'da da kullanılır. Elam dilindeki anlamı yükselmektir. Türkçe'de de aynı
anlam taşıdığı sanılmaktadır.
2. BÖLÜM
ELAM SİYASAL TARİHİ
2.1.
Eski Elam (M.Ö. 2750-1550)
2.1.1. Erken Sumer-Elam
İlişkileri
Elam’ın eski İran kavimleriyle
olan münasebetleri bugüne kadar iyice bilinmemiştir. Mevcut kayıtlar itibariyle
o, bağımsız siyasal tarihi boyunca en ciddi ilişkisini Mezopotamya ile yaşamıştır.
Eski Elam tarihinin başlangıç noktaları sadece bu komşu ülkenin kayıtlarından
öğrenilebilmektedir. Bu ilişki çoğu zaman savaşlar ve düşmanca münasebetler
olarak betimlenmiştir. Bu savaşları gerektiren amiller çoğu zaman her iki
tarafın doğal kaynakları ve zenginlikleri olmuştur. Doğal yeraltı kaynaklarından
yoksun bulunan Mezopotamya için Elam, çok zengin maden yataklarına göre,
ticaret ve tarım yollarından elde ettiği servetine göre her zaman ihtiras
gözüyle bakılacak bir bölge idi. Akad kralı Manniştusu Elam’ın gümüş madenleri
ve diorit taşlarını yağmalayıp Akad’a getirmek, kendisine heykeller diktirmek
ve adını ebediyen canlı tutmak için oraya saldırdığını açıkça söylemektedir (Behmaneş,
1986: 45). Bunun olayın tersi de vuku bulmuştur. Mezopotamyalıların yoksunluk
ve ihtiyaçtan dolayı her yol ve vesile ile ülkelerine yığdıkları bol
zenginlikler ve mallar Elamlılar açısından göz dikilecek bir miktarda olmuştur (Zehtabi,
1996: 62). Yazılı belgelerde Elam’ın siyasal tarihinin başlangıcı sayılan
Mezopotamya’da kurulmuş 1. Kiş sülalesinin 22. kralı Enmebaragesi’nin Elam’a
saldırması bu savaşların bilinen ilk örneği olmuştur. Bu savaşta Enmebaragesi
Elamlıları yenmiş ve bol esir ve ganimetle geri dönmüştür (Jacobsen, 1939:
84-85) . Basra körfezi ticareti de bu savaşların bir başka nedeni olmuştur. Oradan
Hindistan gibi uzak ülkelerle bile ticaret yapılmaktaydı (Campbell, 1998: 189).
Bunun gibi savaşların 1. Uruk sülalesi kurucusu Meskenagaşer ve 4. ardılı
Gilgameş zamanında da yapıldığına dair kayıtlarda dolaylı anlatımlar bulunmaktadır
(Jacobsen, 1939: 88).
2.1.2. Aratta Meselesi
Elam ve komşusunun ilişkilerini
iyice yansıtan bir diğer örnek Aratta ülkesiyle olan münasebetleridir.
Aratta'nın yeri tam olarak bilinmemektedir; bazı araştırmacılar onun Güney
Azerbaycan, bazıları ise Kirman ve Afganistan'ın eski bir medeniyeti olduğunu
ileri sürmektedirler (Yusifov, 1987: 118), ama çoğu araştırmacılar onu Elam
bölgesinde lokalize etmişlerdir. 1. Kiş sülalesinin kralı Enmerkar'ın Aratta
aleyhine olan münasebetleri bu komşu ülkenin doğal zenginliklerine sahip olmak için
aralarında yaşananı göstermektedir (Kramer, 1998: 38). Buradan bu iki komşu
devletin aralarındaki ilişkinin daha çok düşmanca olduğu, ancak bunun yanı sıra
ekonomik ve kültürel bir ilişkinin de olduğu görülmektedir.
2.1.3. Birinci Avan ve Hamasi
Sülaleleri
Sumer Kral Listesi'nde Elam
bölgesinin iki krallığı olan Avan ve Hamasi’nin adları geçmektedir. Birinci Ur
sülalesini devirip krallığı Avan’a götüren kral ve iki ardılından oluşan ve
listeye göre 356 yıl hüküm süren bu Avan sülalesi (Kınal, 1983: 52) hakkında
hiçbir şey bilinmemektedir. Avan’ın yeri bile bugün kesinlik kazanamamıştır. Onun,
çağdaş Dezful kenti yakınlarında olduğu tahmin edilmektedir. Bu sülalenin
birinci kralının adının Kurişak olduğu tahmin edilmektedir (Zehtabi, 1996: 62).
Avan sülalesi 2. Kiş sülalesi tarafından devrilip hakimiyeti kaybettikten sonra
Elam’ın kuzey bölgelerinde olduğu tahmin edilen Hamasi kentinin hakimi krallığı
Elam yüksekliklerine geri getirmeyi başarmıştır. Hamasi sülalesinin tek kralı
olmuş ve Sumer kral listesine göre 360 yıl krallık yapmıştır. Bu sülale de 2.
Uruk sülalesi tarafından devrilerek hakimiyeti kaybetmiştir (Jacobsen, 1939:
97-98).
2.1.4. İkinci Avan Sülalesi (M.Ö.
2450-2150)
Susa Kral Listesi'ne göre bu
sülalede aşağıdaki krallar hüküm sürmüşlerdir:
Avan Akad
1. Peli
2. Tata
3. Ukku-taheş
4. Hi-şar
5. Şuşun-tarana
6. Nap-ilhuş
7. Kiku-sive-tamti
8. Luh-işşan ------------------------- Sargon
9. Hişep-ratep -----------------------
Sargon
10. Helu
11. Hita ------------------------------- Naram-sin
12. Kutik-inşuşinak ---------------- Şar-kali-şarri
Sumerlerin 1. Lagaş sülalesi
krallarından Eannatum Elam’a saldırmış ve çok sayıda esir tutup Sumer’e
göndermiştir. Bu bilgiler Lagaş tanrısı Ningirsu’nun baş rahibi Dudu’nun
yazdığı bir tabletten öğrenilmektedir. Bu
durumda Elamlıların uzun sürmeden toparlanmayı becerdikleri görülmektedir;
çünkü Eannatum’dan sonra 3. kral Enetarzi (Kınal'a göre bu kral Eannatum'dan
sonra 4. kraldır (Kınal, 1983: 59-60).) döneminde 600 askerden oluşan bir Elam
birliği Lagaş’a saldırarak orayı yağmalamıştır (Cameron, 1986: 23).
Bu birliğin Avan’dan geldiği
ileri sürülmüştür; çünkü Susa Kral Listesi’ne göre M.Ö. 3. binyılın ortalarında
Avan’da 12 kraldan oluşan yeni bir sülale kurulmuştur. Bu sülalenin başında
Peli gelmekteydi. Onun ve altı ardılı olan Tata, Ukku-taheş, Hi-şar,
Şuşun-tarana, Nap-ilhuş ve Kiku-sime (sive)-tamti’nin sadece adları bilinmektedir.
Bunların çoğu halis Elamca adlardır. Bazı bilimadamları eski Liyan (Basra
Körfezi’nde bugünkü Buşihr limanı) kentinde bir tapınakta bulunmuş çiviyazılı
bir tableti bu sülalenin kurucusunun dönemine tarihlendirmektedirler (Cameron,
1986: 23-24); onun Humban-numena dönemine ait yazılı bir kerpicin parçası olduğu
da öne sürülmüştür (Reiner, 1965: 337-340). Elam dilinin en eski örneği olan bu
tablet Sumer çiviyazısıyla yazılmıştır (Hinz, 1992: 43). Bu tabletin yazarının
adından sadece son hecesi olan "-hi" kalmıştır. O, tablette kendisini
lipak yani tanrıların hizmetkarı saymaktadır. Avan sülalesinin hiçbir
kralın adı –hi ile son bulmamaktadır. Ondan dolayı tapınağın kurucusu vaya
tableti yazdıranın mahalli hakimlerden olduğu sanılmaktadır (Mecidzade, 1991: 6).
2.1.4.1. İkinci Avan Sülalesi ve Sargon
2.1.4.1.1. Avan Sülalesi ile
Sargon'un Birinci Savaşı
Elam tarihinin ilk güvenilir
bilgileri Akad sülalesinin kurucusu 1. Sargon döneminde edinilmektedir. Avan
sülalesinin 8. ve 9. kralları Luh-işşan ve Hişep-ratep (bazı kaynaklarda
Hişep-raşir biçiminde kaydedilmiştir) bu kralın çağdaşı olmuşlardır. Sargon
kuzey, batı ve güneyde istikrarı ve düzeni sağladıktan sonra bu güçlü
komşusundan gelebilecek her türlü olası tehlikeyi önlemek ve bölgenin
zenginlikleri ve servetini Mezopotamya’ya aktarmak için Elam’a saldırmıştır.
Sargon’un Elam aleyhine iki kez savaş yaptığı ve her savaşın anısına bir kitabe
bıraktığı bilinmektedir. Birinci savaşında önce Kazallu ve Der’i aldıktan sonra
Elam tarihi boyunca Elamlıların müttefiki kalan Barahşi'nin (metinlerde Varahşi
ve Marahşi olarak da geçer) üzerine yürüyüp orayı da almıştır. Bu savaşta
müttefik ordular yenilmiştir (Günaltay, 1987: 20).
Sargon’un kitabesi dönemin kralları
ve valileri hakkında da bilgi vermektedir. Luh-işşan'ın krallığı döneminde
Sanam-şimut adında bir veliaht ve Zina adında bir vali Huhnar’da, Hidadida
adında bir diğer vali de Guniluha’da hüküm sürmekteydi (Negahban, 1993: 481).
Huhnur sonralar Elam’ın en önemli merkezlerinden sayılan Anşan’ın (Susa'nın
doğusunda, bugünkü Fars eyaletinde ve daha sonralar kurulacak Persepolis'in
yakınlığındadır) anahtarı olarak tanınmaktaydı. Sargon'un tableti yenilen
Barahşi kralının adını vermiyor ama veliahdı olan kardeşi ve kent hakiminin
adını vermektedir (Mecidzade, 1991: 6).
2.1.4.1.2. Avan Sülalesi ile
Sargon'un İkinci Savaşı
İkinci tablette aynı kentlerin
yanı sıra Şerihum’un da Sargon tarafından alındığı yazılmaktadır. Bu bölgenin
Susa ile körfez arasındaki arazide lokalize edilmesi ve Susa'da Sargon’un bir
stelinin bulunması bu kentin Akad fatihi tarafından alındığını göstermektedir.
Tabletlerin büyük kısmının ganimetlerin sayılmasına ayrılması, Sargon’un
amacına ulaştığını; Elam’ın servetini kendi vatanına götürmesinde başarılı
olduğunu göstermektedir (Zehtabi, 1996: 63).
Savaşta büyük olasılıkla kral
Luh-işşan ve veliahdı Sanam-şimut öldürülmüş olmalıdır; çünkü az sonra
dedesinin adıyla adlandırılmış oğlu Hişep-ratep’in tahta oturduğu ve Akad
kralına haraç gönderdiği görülmektedir (Cameron, 1986: 25-26).
Sargon’un tabletlerinde
kendisine Kiş’in kralı, Elam’ın ve Barahşi’nin fatihi lakabını vermesinden bu
savaşta zafer kazandığını da çıkarsamak mümkün görülmektedir. Elamlıların
kehanet metinlerinden bu savaşın zor olduğu ve Elamlıların kolay yenilmeyecek
bir düşman oldukları öğrenilmektedir. Bu metinlerin biri bu haberi vermektedir:
Tanrıça İnanna Sargon’un Barahşi’ye girmesine yardım etmiş ve karanlığa
girişinde yoluna ışık saçmıştır (Hinz, 1992: 82).
2.1.4.2. Avan Sülalesi ve Rimuş
Hızla büyüyen imparatorluklar
çoğu kez isyanlar ve dağılma tehlikesiyle karşı karşıya gelmişlerdir. Sargon’un
kurduğu imparatorlukta da durum böyle olmuş ve kendisi de bu isyanların kurbanı
olmuştur. Ama Sargon’un yerine geçen oğlu Rimuş'un, babası gibi büyük bir fatih
ve becerikli bir kral olduğu söylenmektedir. O, iç kargaşaları bastırdıktan
sonra, bu kargaşaları değerlendirerek Akad sülalesinin istilasını atmaya
çalışan Elam kralı Hişep-ratep, Barahşi
kralı Abalgameş ve Zahara kralının birleşmiş ordularını Zagros sıradağlarının Mezopotamya'ya
olan çıkışı Der’de yenmiş ve onları Şuşin ovasına geri oturtmuştur (Cameron,
1986: 27). Bu savaşta Susa Rimuş’un eline geçip yağmalanmıştır (Günaltay, 1987:
21). Bir tabletin metni Rimuş’un Susa’ya Uba (İşpum şeklinde de okunmuştur)
adında dir valinin atadığı bilgisini vermektedir. Rimuş, kitabesinde Yaklaşık
14 kilogram altın ve yaklaşık 1700 kilogram ağırlığında nakışlı bakır kapları altı köle ile birlikte tanrı Enlil’e
ve bazılarını ise tanrı Sin’e adadığını yazmaktadır (Hinz,1992: 85-86).
Susa’da ele geçen mühürlerden
bu dönem veliahdının Zinuba ve Susa valisinin Epir-mupi olduğu öğrenilmektedir (Mecidzade,
1991: 7). Bu ikisinin ömrünün kısa olduğu
zannedilmektedir; çünkü Rimuş’un kısa krallığının ardından tahta oturan kardeşi
Maniştusu’nun heykeli, Elam’ın yeni veliahdı Uba tarafından mahalli tanrılardan
Narunte’ye adanmıştır (Cameron, !986: 27). Kral Hişep-ratep’in de sonu bilinmemekte
ve yerine Helu’nun geçtiği ileri sürülmektedir. Bu kralı hakkında da hiçbir
bilgi bulunmamaktadır. Onun kuzey ve kuzeydoğu bölgelerde hüküm sürme olasılığı
vardır (Günaltay, 1987: 21). Eski kral büyük olasılıkla savaşta öldürülmüştür.
Daha sonra ayrıntılı bir
biçimde incelenecek Elam’a özgü üçlü krallığın izlerinin ilk defa belirgin bir
şekilde görüldüğü; kral Hişet-ratep’in Zinuba'nın kardeşi ve Epir-mupi'nin babası
olduğu ileri sürülmektedir (Hinz, 1992: 86).
Boğazköy kazılarında ele geçen
ve Hurrilere ait olduğu ileri sürülen bir tablette Atalumman (Atalumaş) adlı
bir Elam kralından söz edilmektedir. Bu kralın Maniştusu'dan önce yaşadığı
zikredilmiştir. Onun hangi Elam bölgesinin kralı olduğu bilinmemektedir. Susa Kral
Listesi'nde ise böyle birinin adı geçmemektedir (Stolper, 1984: 15). Gerçi M.Ö.
2. binyılda Hurrilerin Elam mıntıkasında yaşadığı bilinmektedir, ama M.Ö. 3. binyılda
onların Elam bölgesinde yaşadıklarına dair elimizde bir belge bulunmamaktadır (Labat,
1963: 3).
2.1.4.3. Avan Sülalesi ve Maniştusu
Rimuş’un yerine geçen kardeşi Maniştusu
Anşan ve Şerihum’u ele geçirmiştir. O, ordusunu ikiye bölmüş ve bir bölümünü
karadan Susa’ya ve diğer bölümünü denizden Elam’ın güney bölgesi olan Şerihum
ve Liyan’a göndermiştir. Bu seferden onun, güney Elam kaynaklarını ele geçirmek
olduğu sanılmaktadır. Nitekim kitabesinde o, iki bölgenin hakimlerini
armağanlarıyla birlikte güneş tanrısına adadığını yazmaktadır (Negahban,1993:
484).
2.1.4.4. Naram-sin_Hita Antlaşması
Elam tabletlerine göre Helu’yu
kral Hita izlemiştir (Negahban, 1993: 484). Hita Sargonitlerden Naram-sin’in
çağdaşı olmuştur. Bu Akad kralının döneminde bütün Batı İran ve Elam, yazılı
belgelerin ışığında aydınlanmaktadır; ancak o belgelerde savaş ile ilgili bir
şey görülmemektedir. Bu güçlü Akad kralının, öncellerinden farklı bir yol seçip
savaş yerine anlaşmayı tercih ettiği sanılmaktadır. O, Elam kralı Hita ile bir
antlaşma yapmıştır (Cameron, 1986: 30). Gerçi bu antlaşmanın içeriği daha çok
Naram-sin’in yararına görülmektedir ama yine de Elam’ın güçlü durumda olduğunu
ve önemli bir imparatorlukla bağlanan bir antlaşmanın diğer tarafı olduğunu
göstermektedir. Naram-sin Elam'ın dışında başka hiçbir Batı İran topluluğu ile
böyle bir antlaşma yapmamıştır. Bu antlaşmadan Naram-sin’in çok zeki ve
siyasetli bir kral olduğu anlaşılmaktadır. Bir taraftan Elam'ı kendisine tabi
kılarak oradan gelen her türlü tehlikeyi önlemiş ve Mezopotamya için hayati
derecede önemli olan doğal kaynakların akışını sağlamıştır; diğer taraftan
antlaşmanın metninden de anlaşıldığı üzere Elam’ın eliyle saldırgan Kutlar ve
diğer Batı İran kavimlerinin hücumunu engellemiştir (mecidzade, 1991: 8)
Bu antlaşmayı yapmak için
Naram-sin şahsen Susa’ya gelmiş ve gelişinde yol üstündeki topluluklarla ettiği
savaşlardan edindiği ganimetleri Susa’ya getirerek orada inşa ettirdiği bir
tapınağa adamıştır. O, Susa’yı daha iyi kontrol edebilmek için Enam-mune adında
birini Susa valisi olarak atamıştır (Negahban, 1993: 485). Bundan sonra
Susa’da Samileşme ve Akad dilinin
kullanımı yaygınlaşmakta ve adların bir kısmı Samice kelimelerden ve
komponentlerden oluşmaktadır (Günaltay, 1987: 156).
Önceki bütün tabletlere rağmen
Elamca olan dünyanın bu ilk siyasal nitelikli antlaşması bu cümle ile başlamaktadır:
“Ey tanrıça Pinikir ve siz göklerin iyi tanrıları! Sözümü duyun”. Başka bir
yerinde böyle bir cümle geçmektedir: “Ben, Hita şeytanı ve kötülüğü Akad
ülkesinden uzak tutmaya çalışacağım.” (Hinz, 1963: 9) ve üçüncü sütununda bu
anlamlı cümle bulunmaktadır: “Naram-sin’in dostu benim dostumdur, Naram-sin’in
düşmanı benim düşmanımdır.” (Stolper, 1984: 14). Bu cümlenin ardınca alınmış
bazı rehineler ve onların canlarının korunması ve kurtarılması için Naram-sin’e
destek vermek anlamında bir cümle gelmektedir. Bu cümlenin bu anlama geldiği
sanılmaktadır: Naram-sin bu antlaşmanın Elam tarafından uygulanmnasının
tazminatı olarak Elam sarayından bazı
rehineler almıştır (Hinz, 1992: 89).
Naram-sin’in bazı düşmanları
Elam’ın kuzey komşuluğunda oturmaktaydılar. Bunların başında da Şimurum kralı
Putimadal, Namar (Namri) kralı Arisen ve Barahşi kralı Huşumkibi gelmekteydi. Bu
antlaşmadan sonra Hita’nın bunların arkasından çekilmiş olduğu sanılmaktadır. Çünkü
Naram-sin onların üzerine yürümüş ve hepsini yenmiştir. Onları yendikten sonra Merkezi
Zagros bölgesinde yaşayan ve Elamlılarla lehçe farkıyla aynı dili konuşan Kut
ve Lulubilerle komşu olmuştur. Bunlar tarafından da tehlikeler sezen Naram-sin,
Irak’ın bugünkü Süleymaniye kenti yakınlığında olan Lulubilerin merkezi
Şehrizor’un güneyinde onları ağır bir yenilgiye uğratarak orada meşhur zafer stelini dağa kazdırmıştır.
Kutlara gelince güçlerini yanlış değerlendiren Naram-sin daha sonra
Mezopotamya’yı istila edecek bu kavim tarafından ağır bir şekilde yenilmiştir (Cameron,
1986: 30-31).
2.1.4.5. Kutik-inşuşinak Dönemi
Hita’nın yerine geçen
Kutik-inşuşinak (Akad metinlerinde Puzur-inşuşinak adıyla tanınmaktadır) eski
Elam tarihinin en önemli şahsiyetlerindendir. O, Elam yazmanlarının belirttiği
gibi Avan sülalesinin 12. ve son kralıdır. Biri iki dilli olan dört tablette o
kendisine Susa ve Elam kralı unvanını vermiştir (Negahban, 1993: 487). Gerçi Elam
yazmanları Hita’dan hemen sonra onun tahta oturduğunu yazmışlar, ama
Naram-sin’in Susa valiliğine atadığı Enam-mune’ye ait bir mühür onu Elam kralı
olarak tanıtmaktadır (Cameron, 1986: 31). Belki Enam-mune ve Hita her biri
Elam’ın bir kısmına hüküm sürmüşlerdir, fakat bu mesele antlaşmaya göre doğru
görünmemektedir. Belki Hita’dan sonra o, tahta oturmuştur, ama yabancı ve düşman bir gücün atadığı hükümdar
olduğuna göre Elam yazmanları onu resmiyete tanımamışlardır. Bir başka ihtimal
onun makamını abartılı biçimde kaydetmesidir. Akad gibi güçlü bir sülaleyi
arkasında gören Enam-mune'nin Susa valiliği yerine abartılmış bir unvan olarak
kendisine Elam kralı unvanını vermisi olasılığı da vardır.
2.1.4.5.1. Kutik-inşuşinak ve
Canlanan Elam Milli Duyguları
Kutik-inşuşinak devrini, uzun
yıllar boyunca Sami halkları istilası altında ezilmiş Elam milli duygularının tekrar
canlandığı bir dönem saymak mümkündür. Hala güçlü bir durumda olan Akad kralı Naram-sin’i
memnun saklamak için tabletlerini Akadca yazan bu kral, güçlendikten sonra eski
Elam linear alfabesine dönmüş ve tabletlerini bu alfabe ve Elam diliyle yazmaya
başlamıştır. Onun döneminden nispeten bol sayıda Elamca metinler bulunmuştur.
Bu tabletlerin hepsi eski Elam alfabesiyle yazılmıştır (Hinz, 1992: 90).
2.1.4.5.2. Kutik-inşuşinak'ın
Askeri Seferleri
Naram-sin_Hita antlaşmasına
zahiren sadık kalan Kutik-inşuşinak Zayıflamış Naram-sin’e, sadece Akad ülkesi
aleyhine bir girişimde bulunanlara karşı koyacağını bildirmiştir. Kısa bir süre
sonra bu kralın askeri seferlere başladığı görülmektedir. O, Elam'ın kuzey
bölgelerinde olan Kimaş, Hurtum ve Hupşana’yı yenmiş ve yağmalamıştır. Kimaş
Zagros sıradağlarında Kerkük ile aynı yatay çizginin üzerinde bulunmaktaydı. Elam
kralı aynı zamanda otuz daha şehrin fethettiğini yazmaktadır; bunlar arasında Kaslar
yurdu Kaşen, Kutlar yurdu Kutu ve Şilvan kentleri tanınmış yerlerdir. Kutik-inşuşinak Kutların arazisinin fethi için
ağır bedeller ödeyeceğini hiç kestirmemiştir. Bu kentlerin arasında Huhnur ve
Miturran da görülmektedir (Mecidzade, 1991: 8). Başka bir kayıtta Simaş kralının,
Kutik-inşuşinak’tan yardım almaya veya teslim olduğunu bildirmeye geldiği yazılmıştır (Zehtabi, 1996: 65) ve
burada gizli bir anlam yatmaktaydı: Kutik-inşuşinak devrilip Kutların karanlık
dönemi bittikten sonra krallık Simaş veya Simaşki sülalesine geçecektir.
2.1.4.5.3. Kutik-inşuşinak'ın
Susa'daki Dini Faaliyetleri
Kutik-inşuşinak yaptığı
savaşlardan elde ettiği ganimetlerle Susa akropolünü zengin etmiştir. Aslında
onun döneminde başkentin Avan yerine Susa olduğu sanılmaktadır. İnşuşinak
tapınağını yeniden yaptırıp oraya bol miktarda altın, gümüş, madeni silahlar ve
başka adaklar adamıştır. Tanrı İnşuşinak’ın yeni heykelini oraya diktirmiş ve
her gün onun onuruna iki koyunun kurban edilmesini emretmiştir.
Kutik-inşuşinak’ın kentte yeni ve adaletli bir yargı sistemi düzenlediği de
kayıtlar arasındadır. Bu tapınakta üzerinde Elamca ve Akadca yazıları olan bir
aslan başı bulunmuştur. Kutik-inşuşinak bu yazılarda tanrılar İnşuşinak, Narunte, Nati ve Babil
tanrıları Utu, Nergal, Enlil, Ea ve Ninhursag’dan onun yaptıklarını harap
etmeye çalışanları lanetlemelerini istemektedir (Cameron, 1985: 32-33). Bu
Babil tanrılarının Elamca adları olmaları muhtemeldir.
2.1.4.5.4. Kutik-inşuşinak ve
Şar-kali-şarri
Kutik-inşuşinak,
Naram-sin_Hita antlaşmasına sadık kaldığı için Naram-sin'in yaşadığı sürece
onun aleyhine kalkmamıştır, ancak Naram-sin'in ölümünden sonra Zahara kralı ile
ittifak yaratarak yeni Akad kralı Şar-kali-şarri’ye baş kaldırmış ve hemen
Babil’e hücum etmiştir. Akad’ın merkezine çok yakın olan Opis’e kadar
ilerledikten sonra burada Akad kralı tarafından geri oturtulmuşlardır (Günaltay,
1987: 24). Ama oraya kadar ilerlemek de büyük bir başarı sayılmaktaydı. Tabletlerde
Kutik-inşuşinak’ın kendisine artık “dünyanın dört bölgesinin kralı” unvanını
vermesi oysa Şar-kali-şarri’nin sadece “Akad kralı” unvanıyla yetinmesi bu
büyük zaferin kanıtı sayılmaktadır (Yusifov, 1993: 313).
2.1.4.5.5. Lulubiler ve
Kutların İsyanı ve Avan Sülalesinin Sonu
Bu arada Orta Zagros
bölgesinde oturan topluluklarda ayaklanmalar olmuştur. Lulubiler ve özellikle Kutlar
daha önce Naram-sin’i yendikleri için daha cesaretli davranmaktaydılar. Lulubiler'in kralı
Anubanini Yalman* (Halvan veya Alman şeklinde
de kaydedilmiştir) yakınlıklarına kadar olan
araziyi ele geçirip orada meşhur stelini kaya üzerine kazdırmıştır (levha 1).
Akadca metinler içeren bu stelde o, kendini
güçlü bir kral olarak tanıtmaktadır. Metinde kendisi ve İnanna’nın heykelini
Batir dağına kazdırdığını yazmıştır (Günaltay, 1987: 24). Ondan az arayla Lulubi
kralı olduğu muhtemel İkki'nin oğlu Tarduni’nin steli de bir kaya üzerinde
kazılmıştır. Akadca olan bu kitabede Şamaş ve Adad’dan yardım istenmektedir
(Negahban, 1993: 489-490).
*Bazı tarihçiler hiçbir delil
ortaya koymadan sadece kelime benzerliğinden yola çıkarak Yalman veya Halman
kelimesi ile Armen veya Ermeniler yurdu arasında bir bağlantı kurmaya çalışmaktadırlar
(Cameron, 1985: 26). Burası da Zagros’un yüksek bölgesi sayıldığı için bu
kelimenin birinci hissesi yal-, hal veya al-, Elam kelimesinin birinci
komponenti gibi yüksek bölge anlamına gelebilir. Ayrıca Alman kelimesine
Azerbaycan topraklarında da rast gelinmekte, oysa o köylerde Ermenilere ait
hiçbir iz bulunmamaktadır.
Kutlar
daha büyük bir ordu ve güç ile Babil’e hücum etmişlerdir. Şar-kali-şarri önce
onlara karşı koymayı başarmış ve Şarlak adlı krallarını bile esir almıştır; fakat
Kutların gittikçe artan baskısı karşısında dayanamamış ve yenilmiştir. Onun
yenilmesiyle Sargonitler sülalesi devrilmiş ve son bulmuştur. Şar-kali-şarri Kutlara
esir olup öldürülmüştür. Bundan sonraki dönemde hem Mezopotamya hem de Elam’ı
karanlık bürümüştür. Mezopotamya’da bu dönem meşhur “Kim kral idi, kim kral
değildi?” kargaşaları çağrıştıran cümlelerle tanınmaktadır (Kınal, 1983: 83).
Elam da komşusu kadar Kutların saldırısından etkilenmiş görülmektedir. Çünkü bu
dönem boyunca Elam tarihinden hiçbir şey bilinmemektedir. Avan sülalesi ve bu
sülalenin son kralı Kutik-inşuşinak’ın sonu ve akıbeti bilinmemektedir.
2.1.5.
Kutlar Döneminde Elam ve Mezopotamya (M.Ö. 2150-2060)
Kutlar
Orta Zagros’tan akın ederek Mezopoyamya ve doğal bir uzantısı olan Şuşin'i
kontrolleri altına aldıklarında ortaya çıkan kargaşa ve düzensizlik, uzun süre
düzen ve tertip içinde yaşamaya alışan Mezopotamya halkları tarafından abartılarak
daha kötü bir durum şeklinde gösterilmiştir. Ayrıca bazı araştırmacılar da en
eski Türk kavimlerinden oldukları ileri sürülen Kutları* yersiz, delilsiz ve
yanlış deliller göstererek vahşi ve ilkel bir kavim göstermeye çalışmışlardır (Balkan,
1992: 21). Mezopotamya'da bir asra yakın hüküm süren Kutlar döneminde Elam tam
bir karanlığa bürünmüş vaziyette görülmektedir. Oysa Mezopotamya’da beş Kut
kralının kitabeler ve tabletler bıraktıkları bilinmektedir (Kınal, 1983: 87).
2.1.5.1.
Kutlar
Gerçekten Vahşi ve İlkel Bir Topluluk mu?
Kutlara
yapıştırılmaya çalışan vahşiliğe rağmen
bugüne kadar onların
*Bu konuda daha fazla bilgi
için bkz: B. Landsberger, "Ön Asya Tarihinin Esas Meseleleri", 2.
TTKB, İstanbul 1937; İ. M. Diakonov, History of Media, London 1962; Y. B.
Yusifov, "Proto-Türklerin İlk Vatanının Ön Asya'da olması Barede", Uluslararası
3. Türk Kültürü Kongresi Bildirileri, Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, c. 1, Ankara
1993
diğer bölgelere saldırmasından hiçbir belge
bulunmamıştır. Arkeolojik kazılarda
bugünkü İran Kürdistan'ında bulunan çeşitli mallar da bu barış ortamının varlığını desteklemektedir. Ayrıca
onlarda da kadının yüksek mevki sahibi olması görülmektedir. Bu nokta ise
onların ruhi açıdan çok da kaba olmadıklarına dair bir kanıt olarak ileri
sürülmüştür (Lahici, 1998: 240).
Gerçi tarihçilerin çoğu Kutları
yenip Mezopotamya’dan çıkaran Sumer kralı Utuhegal’ın kitabesine dayanarak onları
aşırı derecede vahşi ve düzensiz bir halk olarak göstermektedirler ama burada
bellidir ki Utuhegal kendi işini büyük göstermek için o çağda yaygın olan,
yapılan işleri abartılı bir şekilde göstermek kuralını izlemiştir. Ayrıca Sumer
şairi Ludingirra’nın kitabesine göre Kutlar, Sumerlerin yoğun olduğu kentlere
hiç dokunmamışlardır (Çığ, 2000: 65) ve onun yanı sıra Naram-sin’in Ekur’u yıkmasına
rağmen başta Nippur tapınağı olmak üzere bazı tapınaklarda imar faaliyeti
başlatmışlardır. Umma kentinin işakkusu Lugalannadu, Kut kralı hakimiyetinde
kenti otuz beş yıl huzur ve gönenç içinde yaşatmıştır (Cameron, 1985: 38-39). Bu
dönem boyunca Elam adı sadece bir defa olarak Lagaşlı Gudea’nın stelinde geçmektedir.
O, yazıtında Elam’daki Anşan kenti kuvvetlerini yendiğini iddia etmiş ve ayrıca
bir mühürde Elamlıların Elam’dan ve Susalıların Susa’dan geldiklerini ve Lagaş
tanrısı Ningirsu'nun tapınağının onarımında yardım ettiklerini yazmıştır (Hinz,
1992: 95).
Kut hakimiyetinin sonlarına doğru bir takım bölgelerde
ayaklanmalar ve isyanlar olmuştur. Zagros, Elam ve Babil’de küçük mahalli
prenslikler ve küçük devletler kurulmuştur. Bunların bazıları eskiden tanınan
kentlerde, bazıları ise Kutların zayıflayan otoriteleri sonucunda yeni güçlenen
kentlerde ortaya çıkmıştır. Zagros’un eteklerinde bugün Erbil adıyla bilinen
Arbela veya Urbilum, şimdiki Altın Köprü
civarında olduğu tahmin edilen Şimurum, onun güneyinde Harşe (bugünkü Tuz
Hurmatlı), Kerkük’ün doğusunda onunla
aynı yatay çizgi
üzerinde bulunan Kimaş
kenti, Orta Zagros'ta Lulubiler, daha güneyde meşhur Barahşi ve ovada
Susa başkaldırmışlardır. Elam’ın kuzey doğusunda Anşan ve bugünkü Hürremabat
kenti civarında olması tahmin edilen Simaş şehrinde de bazı hareketlerin
başlandığı kayıtlar arasındadır (Günaltay, 1987: 25).
2.1.6. Simaş Sülalesi (M.Ö. 2000-1850)
Susa Kral Listesi'ne göre bu
sülale aşağıdaki krallardan oluşmaktadır. Burada listeyi tertip eden kral
Şilhak-inşuşinak'ın bir özelliği dikkate alınarak listede bir düzeltme yapılmıştır.
Bu kral büyük işler yapan kralları genelde sülalenin başında yerleştirmiştir.
Şilhak-inşuşinak Hutran-tamti'yi bu sülalenin başında yerleştirmiştir.
Simaş 3. Ur İsin Larsa
1. Girnamme ----------- Şu-sin
2. Birinci Ebarti
3. Tazitta
4. Enpi-luhhan
5. Hutran-tamti----------İbbi-sin-------------
İşbi-irra
6. Kindattu
7. İndattu-inşuşinak
8. Tan-ruhuratir------------------------------- Şu-ilişu
9. İkinci İndattu
10. İkinci Ebarti------------------------------------------------------ Gungunum
11. İndattu-napir
12. İndattu-tamti
Susa Kral Listesi, 12 Avan
kralından sonra 12 Simaş kralının adını vermektedir. Simaş’ın bugünkü Luristan
eyaletinin merkezi Hürremabat civarında, Susa’nın kuzey ve kuzey doğusunda
olduğu tahmin edilmektedir. Bu yerler Kasların yaşayış bölgesi olduğuna göre bu
sülalenin de onlar arasından kalktığı tahmin edilmektedir. Bu krallığı Girnamme
başlatmıştır (Zehtabi, 1996: 66). O sıralarda Utuhegal Kutları yenip Mezopotamya’dan
çıkarmış ve kendisi de 3. Ur hanedanının kurucusu Urnammu’ya tabi kılınmıştır (Kınal,
1983: 88,93). Girnamme’nin 3. Ur hanedanının hangi kralıyla çağdaş olduğu iyi
bilinmemektedir, ama kırık bir tabletten onun ve kral Şu-sin’in çağdaş olduğunu
ileri sürülmektedir. Bu tablete göre Girnamme’nin elçisi Şu-sin’in sarayına
gelmiş ve orada ona birkaç koyundan oluşan bir hediye verilmiştir (Hinz,1992
97).
2.1.6.1. Şulgi Döneminde Elam
Urnammu’nun yerine geçen Şulgi'nin döneminde
Elam tarihi biraz aydınlığa kavuşmaktadır. Şulgi geniş bir fütuhat harekatı
başlatarak yukarıda adları geçen devletleri kendi denetimi altında tutmaya
çalışmıştır. Bu ferasetli ve yetenekli kralın, bir takım yerleri savaşmadan
kendisine tabi kılmayı başardığı sanılmaktadır. Örneğin Der ve Kazallu gibi
şehirlerin tanrılarını -Sataran ve Numuşda- geri getirmekle onları kendi
kontrolü altına alabilmiştir; Barahşi ve Anşan konusunda ise siyasal
evliliklerle amacına ulaşmaya çalışmıştır. Kızlarını bu iki ülkenin krallarıyla
evlendiren Şulgi bu vasıtayla onları kendine bağlamak istemiştir (Cameron,
1986: 40-41). Fakat bir süre sonra Anşan’a saldırmasından, bu evlilikten
istediğini elde edemediği anlaşılmaktadır. Susa da Şulgi’nin kontrolü altına
geçmiş ve kral Şulgi burada İnşuşinak ve Ninhursag’a tapınaklar inşa ettirmek
ve bol armağan ve adaklar koymakla otoritesini kurmayı başarmıştır (Stolper,
1984: 16). Ayrıca o, önce Asur valisi olan Zarikum'u Susa valiliğine atamıştır (Negahban,
1993: 491). Bunların dışında kuzey Mezopotamya ve Batı İran’ın asi
topluluklarını ordu ve silah gücüyle teslim olup haraç göndermeye mecbur
etmiştir.
Bazı bilimadamları Susa kral
listesine göre Girnamme’nin yerine geçen 1. Tazitta'nın Şulgi döneminde yaşadığını
ve ülkesini Şulgi’nin istilasından uzak tutabildiğini öne sürmüşlerdir. Hatta
Şulgi’nin yendiği Anşan kralını da onun desteklediği ileri sürülmüştür
(Cameron, 1986: 41). Eğer bu görüş doğru ise Girnamme’nin yaşadığı dönemi
Şu-sin değil iki önceki önceli Şulgi veya Urnammu döneminde aramak gerekmektedir.
2.1.6.2. Şulgi ve Kurduğu Yabancı
Lejyon
Şulgi yarım asra yakın
krallığının sonlarında, başta Elamlılar olmak üzere yabancı komşu
topluluklardan askeri bir lejyon oluşturmuştur. Savaş esirleri de bu birliğe
dahil edilmiştir ve komutanlığı ise sukkalmah adlanan Ur sülalesinin
yüksek seviyeli bir zadeganı veya subayına verilmiştir. Bu sistem ondan sonraki
krallar tarafından da uygulanmıştır. Bu lejyon 3. Ur sülalesi imparatorluğunu
bütün komşu doğu topluluklardan kormaktaydı (Mecidzade, 1991: 10). Bu birliğin
3. Ur hanedanının devrilmesinde de önemli rol oynadığı ileri sürülmektedir (Hinz, 1992: 96).
Şulgi’nin doğuda Susa’dan
batıda Mari’ye ve kuzeyde Asur’dan güneyda Basra Körfezi’ne kadar olan geniş
araziler üzerinde güçlü bir otorite kurmuştur (Kınal, 1983: 95). Elam'ın
birliğini bozup Susa’yı eline geçirdiği için orada güçlü bir devletin
kurulamadığı çok olası görülmektedir. Onun nüfuzunun Susa’yı aşarak daha doğu
bölgelere bile uzandığı tahmin edilmektedir. Bu durumda onun devrinde Simaş
sülalesinin kurulması ihtimalinin zayıf olduğu ve Girnamme’nin ya ona bağlı
olarak krallık yaptığı veya ondan sonra yaşadığı görüşü ağır basmaktadır.
Güçlü ve tedbirli bir kral
sayesinde sağlanan huzurlu ve emniyetli bir ülkede ticaretin gelişmesi gayet
doğal bir şeydir. Susa’da bu dönemde ticaret çok gelişmekte ve her taraftan
buraya çeşitli mallar akmaktaydı (Günaltay, 1987: 26).
2.1.6.2. Amar-sin Döneminde Elam
Önce de söylendiği gibi farklı
toplulukları otoritesi altında tutan kralın ölümünden sonra yaranan otorite
boşluğu her zaman o toplulukların ayaklanmasını da beraberinde getirmektedir.
Ancak Şulgi’nin kurduğu iyi düzen ve yabancı lejyon sayesinde, yerine geçen
oğlu Amar-sin (Bur-sin) bir süre ciddi başkaldırmalarla karşılaşmamıştır. Amar-sin
M.Ö. 2040 civarında Huhnur’a hücum ederek
orayı istila etmiş ve Zarikum’u yine Susa valiliğinde saklamıştır. Zarikum makamında
beş yıl daha kalmıştır. Amar-sin diğer Elam kentlerine de valiler atamıştır. O,
Libanugşabaş'ı Barahşi ülkesi ve Şarrumbani'yi de yeri henüz saptanamayan Avak
bölgesi valiliğine atamıştır (Negahban,1993: 492).
Amar-sin döneminden Şulgi’nin
tersine Susa’da imar faaliyetlerine dair hiçbir iz bulunmamıştır. O, birkaç
tablette kendisine “Enlil’in sevgilisi, güçlü kral, Ur ve dört dünyanın kralı”
lakabını vermektedir (Mecidzade, 1991: 10).
2. 1. 6. 3. Siamş Sülalesi ve Şu-sin
Amar-sin’den sonra kardeşi Şu-sin
(Gimil-sin) tahta oturmuştur (Kınal, 1983: 96). Bu kralın döneminde 3. Ur
sülalesinin Elam üzerinde kurduğu otorite zayıflamıştır. Avan sülalesinin
yıkılışından yaklaşık 200 yıl sonra ilk yerli kaynak Girnamme'nin hakimiyeti
altında mahalli bir krallığın kurulmasından haber vermektedir (Yusifov, 1993:
314).
Şu-sin de dedesi Şulgi gibi
kızını Anşan şehzadesiyle evlendirmiştir. Metinden bu adamın Simaş kralı mı
yoksa doğu dağlarında olan bir valisi
olduğu anlaşılmamaktadır. Kralın
elçisi Ur’a gelmiş ve yanına bol miktarda yiyecek alan gelini yeni evi olan
Anşan sarayına götürmüştür. Ne var ki otuz yıl sonra kardeşi İbbi-sin’in de
aynı yolu ama esir olarak gideceğinden habersiz idi (Hinz, 1992: 97).
Şu-sin iki kez Zagros
dağlarında oturan Su halkının üzerine yürümüştür. Birinci saldırısında Zabşali'nin
(Elam tabletlerinde Zabzali) kralı Ziringu’yu esir almış ve edindiği bol
ganimetleri Nippur mabetlerine götürterek altınlardan kendisinin heykelinin
yapılmasını emretmiştir. ikinci
savaşında sadece Zabşali’nin yeni kralı İndattu’yu değil onunla ittifaka girmiş
on bir valiyi de esir alıp Mezopotamya’ya götürmüştür. Şu-sin’in Susa’daki
tapınak yapma faaliyetleri onun bölgeye hakim olduğunun kanıtı sayılmaktadır (Mecidzade,
1991: 10).
2.1.6.4. Simaş Sülalesi ve İbbi-sin
İbbi-sin babası Şu-sin’in
yerine geçtiğinde Elam’da ayaklanmalar başlamıştır. Krallığının üçüncü yılında
Susa onun fermanlarından itaat etmemeye başlamıştır. Kral listesine göre
Girnamme’nin halefi Enpi-luhan (Sumer kayıtlarında Enbilua) Susa, Adamdun (bazıları
bu kenti Haltamti ile aynı bilmekte ve onu Haltamti'nin değişik bir biçimi
olarak ileri sürmektedirler) ve Avan kentlerini idaresi altına almıştır. Ama 3.
Ur sülalesi o dönemde güçlü bir durumda olmuştur. İbbi-sin Simaş kralınanın üzerine
yürümüş; Enpi-luhan’ı yenerek esir tutmuş ve şehirleri geri almıştır (Hinz,
1963: 16-17).
Beş yıl sonra İbbi-sin bir
daha baş kaldıran Elam’ın üzerine yürümüştür. Onun amacı bu defa Anşan ve Huhnur
olmuştur. İbbi-sin’in krallığının 14. yılı böyle adlandırılmıştır: İbbi-sin’in
büyük bir ordu ile Huhnur ve Anşan’a saldırıp onları itaatı altına aldığı yıl (Hinz,
1992: 98).
2.1.6.5. Siamş Sülalesi ve 3. Ur
sülalesinin Sonu
Bu hücum 3. Ur sülalesinin,
Susa ve onun etraf bölgelerini elinde tutması için son girişimi olmuştur.
Kıtlık, Amurruların hücumu, İsin kralı İşbi-irra’nın Ur'un fermanlardan itaat
etmeyerek İbbi-sin’e karşı cephe tutması ve Elam’ın artan baskısı bu hanedanın
gücünü önemli ölçüde azaltmıştır. Simaş kralı Sular ve Huhnur kralı ile ittifak
yaratıp Ur’a yürüyerek 3. Ur sülalesini devirmiş ve İbbi-sin’i şehir tanrısı
Nanna ile birlikte esir alıp ülkesine götürmüştür. 3. Ur sülalesi kralının sürüldüğü
yerde öldüğü öne sürülmektedir. İbbi-sin’in esir olarak götürülüşü şöyle
anlatılmıştır: "O, sarayını bırakıp Sabum yoluyla Elam ülkesine, Anşan’ın
sonuna kadar gitmeye mecbur oldu; yuvasından uçup giden bir kuş gibi, evine bir
daha geri dönemeycek bir garip gibi." (Mecidzade, 1991: 11).
2.1.6.6. Üçüncü Ur Sülalesini Deviren Simaş
Kral
İbbi-sin’in esaretinden sonra
Urluların iddialarına göre Elamlılar bu kenti yerle bir edip yağmalamışlardır.
Simaş krallarından hangisinin Ur’u fethettiği bilinmemektedir. Gerçi listede
Enpi-luhan’dan sonra Kindattu'nun adı zikredilmiştir, ama bu fatih kralın, adı
listenin başında yazılmış Hutran-tamti olduğu ileri sürülmektedir. Onun adının
ise Kindattu’dan önce olduğu tahmin edilmektedir. Orta Elam kralı Şilhak-inşuşinak'ın
önemli öncellerinin adını yazdığı listede bu kralın adı sülalenin diğer
krallarından önce yazılmıştır. Bunun da nedeni 3. Ur sülalesine son verip Ur
kentini almak gibi önemli bir iş olsa gerektir. Ayrıca Susa’da bulunan bir
tabletin tarihi şöyledir: Hutran-tamti’nin bronzdan yaptırdığı heykelini
İnşuşinak’a adadığı yıl. Bu ise büyük bir işin yapıldığına işaret etmektedir (Hinz,
1963: 17-18). Olasılıkla o, savaştan sonra bir fatih gibi Susa’ya gelip
heykelini bronzdan yaptırarak İnşuşinak’ın mabedine sunmuştur. Gerçi bu galip
ve fatih kralın Kindattu olduğu oysa Ur’u aldıktan sonra elinde tutamadığı,
İsin kralına bırakmak zorunda kaldığı, ondan dolayı hor görüldüğü ve yaptığı
işin diğerine nispet verildiği görüşü de ileri sürülmüştür (Günaltay, 1987: 27).
2.1.6.7. Üçüncü Ur Hanedanından Sonra
Bölgenin Durumu
3. Ur sülalesi devrildikten
sonra Harşi (harşitum?), Der ve Ganhar gibi küçük bölgesel güçler rahat soluk
alıp kendi bağımsız devletlerini kurmaya başlamışlardır. Ama en önemli güçler
İsin ve Larsa’da ortaya çıkmıştır. 3. Ur sülalesinin devrilmesinde önemli rolü
olan İşbi-irra İsin krallığı ve Naplanum ise Larsa krallığını kurmuştur (Cameron,
1986: 48). Kınal'a göre Elam kralı parçala ve hükmet kuralından yararlanarak
böyle bir vaziyeti yaratmıştır (Kınal, 1983: 103). Ama 3. Ur hanedanının
yıkılışından on üç yıl sonra Elam’ın İşbi-irra tarafından alınması (Negahban,
1993: 494) bu durumun Elam tarafından yaratılmadığını göstermektedir.
İsin krallığına geçen
Gimil-ilişu'nun aynı zamanda Ur kralı olduğu da öne sürülmektedir. O, Nanna
heykelinin Anşan’dan geri alındığını iddia etmiştir, fakat ne yolla aldığı
hakkında bir şey bildirmemiştir. Eşnunna kazılarında onun bir mührünün
bulunması buradan Anşan’a saldırarak tanrı Nanna’nın heykelinin geri alındığı izlenimini
güçlendirmektedir (Kınal, 1983: 105). Kindattu'nun Gimil-ilişu’nun hücumu
sonucunda devrildiği zannedilmektedir. Hücumdan önce İsin kralı kızını Elam
veliahdıyla evlendirmiştir. Bu ise, eski siyasal evliliklerin yeni Mezopotamya
düzeninde devam ettirildiğini göstermektedir (Mecidzade, 1991: 11).
2.1.6.8. Birinci İndattu Dönemi
Susa kral listesine göre
Enpi-luhan’dan sonra Kindattu ve ondan sonra 1. İndattu Elam tahtına oturmuştur.
Bu kralın tam adı İndattu-inşuşinak olarak geçmektedir. O kendisini Pepi (Pi-e-bi)’nin
oğlu ve Hutran-tamti’nin yeğeni (kızkardeşinin oğlu) saymaktaydı. O,
geleneklere göre kendi oğlu Tan-ruhuratir’i Susa valisi yapmış ve Eşnunna
valisi Bilalama’nın kızı Mekubi ile evlendirmiştir. Gelin Susa akropolünde
İnanna için bir tapınak yaptırmıştır. Bu kral tabletlerde Elam ve Simaş kralı unvanını
taşımaktadır. Baba ve oğul Susa’da geniş imar faaliyeti başlatıp bazı yeni
mabetler inşa etmişlerdir. Daha sonra Şilhak-inşuşinak onları seçkin mimarlar unvanıyla
anmıştır (Mecidzade, 1991: 12).
2.1.6.9. İkinci İndattu Dönemi
M.Ö. 1945 civarında
Tan-ruhuratir babası yerine tahta geçmiştir. Eşnunna valisi Bilalama’nın kızı
Mekubi ile olan evliliğinden bir oğlu olmuş ve bu oğlan 2. İndattu adıyla M.Ö.
1925’te tahta oturmuştur. Onun bazı imar faaliyetleri belgeleri kalmıştır. Babası
Susa valisi iken tapınakların eski duvarlarının yerine kerpiç duvarlar yaptırmış
ve etraf araziyi temizletmiştir. Onun dönemine tarihlendirilen bazı eserler
bulunmaktadır. Bunlar arasında bir mührün baskısı oldukça ilginçtir. Orada
İndattu tahta oturarak sağ eliyle kavisli bir şeyi önündeki kişiye vermektedir.
Mührün üzerindeki yazıdan onun vezir olduğu (Elamca teppir) öğrenilmektedir.
Onun arkasında duran bir tanrıça bu seçimin tanığıdır (Hinz, 1992: 101).
Teppir olanlar aynı zamanda yargıç
ve Eduppa yani okul ve yazman yetiştirme merkezinin başkanı sayılmaktaydılar (Hinz,
1992: 101). Bu ve birkaç ender okul olaylarına işaret eden tabletler, bize o
zamanın okul, öğrenciler ve öğretim sistemi hakkında bazı bilgiler vermektedir.
2.1.6.10. Simaş Sülalesinin Sonu
2. İndattu’dan sonra sülalenin
gücü azalmaya yüz tutmaktadır. Bunu gösteren deliller öne sürülmektedir. Der
valisi Anşan, Simaş ve Elam’ın müttefik
ordularını yenip Barahşi’yi aldığını iddia etmiştir. Ayrıca Larsa sülalesinin
güçlü 5. kralı Gungunum, iki defa Elam üzerine yürüyüp zafer kazandığından söz
etmektedir. İkinci zaferinden sonra Elam’ın durumundan pek fazla bilgi bulunmamaktadır
(Stolper, 1984: 23). Gungunum'un Simaş sülalesine son verdiği sanılmaktadır.
Susa Kral Listesi bu sülalenin
11. ve 12. kralları olarak İndattu-napir ve İndattu-tamti’yi anmaktadır; ama bazı
tabletlerde 2. İndattu bu hanedanın son kralı olarak gösterilmektedir. Buradan
bu son iki kralın o kargaşa dolu dönemde çok fazla güce sahip olamadığı, çok
titrek ve sarsılmış bir düzenin kralı olduğu, uzun süre hakimiyette kalamayıp kısa
bir süre sonra devrilmiş olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır (Cameron, 1986: 52).
2.1.7. Ebarti-Şilhaha Sülalesi
(M.Ö. 1800-1550)
Ebarti veya Ebarat ile
başlayan bu sülalenin sırası hakkında tarihçilerin farklı görüşleri olduğu görülmektedir. Bu
listenin düzenlenmesinde daha çok Cameron ve Stolper'in listeleri dikkate
alınmıştır.
Elam Babil Asur
Larsa
1. Ebarti (Ebarat) Gungunum
Sumu-abum Sumu-EL
Sin-ikişam
2. Şilhaha Epil-sin Kudur-mabuk
Varad-sin
Rim-sin (İsin
de)
3. Şiruktuh Şamşi-adad
4. Simut-vartaş Hammurabi
5. Sive-palar-huhpak Hammurabi
6. Birinci Kuduzuluş Hammurabi İşme-dagan
7. Kutir-nahunte Samsu-iluni
8. Tamti-agun
9. Kutir-şilhaha
10. Birinci Kuk-naşur Ammi-saduka
11. Tamti-raptaş
12. İkinci Kuduzuluş
13. Palar-işşan
14. Kuk-kirvaş
Daha sonraki Elam kralları
kayıtlarında 2. İndattu’dan hemen sonra Ebarti’nin tahta geçtiği bildirilmektedir.
Bu kralın soyu hakkında hiçbir şey yazılmamıştır. O nedenle onun yeni bir krallık
sülalesi başlattığı ileri sürülmektedir (Negahban, 1993: 495-496). Bu dönemde
Mezopotamya bölgesi Babil, İsin ve Larsa krallıklarının çekişme sahnesi olmuştur.
Larsa'da Sumu-ilum, İsin'de 2. Bursin ve Babil'de ise 1. Babil sülalesini kuran
Amurruların kralı Sumu-abum hüküm sürmekteydi. Bu dönemden sonra bir süreliğine
bu bölgede ciddi çekişme ve savaşlar yaşanmaktaydı. Bu da Elam’da yeni bir
sülalenin kurulup güçlenmesine izin vermekteydi (Günaltay, 1987: 28-29). Bu
döneme ait Elam dilinde yazılan bir tablet ve Akadca yazılan 900 civarında
tablet bulunmuştur. Ama bu Akadca tabletlerde bol miktarda Elamca sözcükler
görülmektedir ve bu da bölgenin gelişmekte olduğunu ortaya koymaktadır (Girishman,
1970: 53). Çoğu kırık olan bu tabletlerin yarısı Malemir'de bulunmuştur. Bu tabletlerin çoğunun konusu idari ve yasa
tabletleridir (Mecidzade, 1991: 12). Burada, bu sülale ile daha da
belirginleşen ama önceki iki Avan ve Simaş sülalelerinde de varlığına dair
izler görülen Elam krallık yasalarına değinmek yerinde olacaktır.
2.1.7.1. Elam'da Krallık Sistemi
Elam federasyon modeline
benzer bir sistem ile idare edilmekteydi;
bölgesel güçlerin merkezi bir otoriteye bağlı ama kendi iç işlerinde
serbest oldukları ileri sürülmektedir. Bu otorite daha çok Elam'ın dağlık
bölgelerinde teşekkül bulmaktaydı, Şuşin'de değil. Merkezi otorite zayıfladığı
veya devrildiği zaman her kentin kendi kralı bağımsız bir şekilde hüküm sürmekteydi
(Hinz, 1992: 79-80). Merkezi otoritenin başında zunkir veya sunkir
(sukkir) gelmekteydi (Stolper, 1984: 24). Bu sülalede sunkirlerin
kendilerine Türkçe’de de kullanılan ata unvanı veya lakabını vermelerinden (Günaltay,
1987: 30) bunların kraldan yüksek siyasi-dini bir güce sahip olduklarını
göstermektedir. Bir takım araştırmacıların eserlerinde ise bunların kendilerine
büyük peygamberler unvanını verdikleri de görülmektedir. Ayrıca Onlar Anşan ve
Susa kralı unvanını da taşımaktaydılar (Girishman, 1970: 53). Bu krallara Sumer
tabletlerinde sukkalmah unvanı verilmiştir. Ondan dolayı bazıları bu
sülaleyi sukkalmahlar sülalesi adlandırmışlardır (Cameron, 1986: 53). Bu sözcük
ilk defa 3. Ur sülalesinin kralı Şulgi’nin kurduğu yabancı lejyonun başında
duran komutanlara verilmiştir (Hinz,
1992: 96). Sunkirden sonra veliaht en büyük makam olmuştur. Gir-nita
adlanan bu şahıs yasalara göre kralın kardeşi olmalıymış (Hinz, 1963: 6). Bu, eskiçağ
dünyasında Elam’a özgü olan bir özelliktir; eğer başka kavimlerde de olmuşsa M.Ö.
2. binyılda ataerkilliğin iyice oturmasıyla artık uygulanmamaktaydı. Krala
kardeşinin veliaht olması (fratriarkal), bir zamanlar anaerkil olmuş
Elamlıların devam ettirdiği aynı ananın kanından olma gerekliliği özelliği olmuştur.
Elam’da kadının yüksek konumu ve ayrıcalıkları bu yorumun güçlü
destekleyicisidir (Lahici, 1998: 201). Kralın oğlu hakimiyetin 3. önemli
şahsiyeti sayılmaktaydı. Susa’nın Elam tarihi boyunca önemli dini ve ticari
merkez olduğuna göre her zaman emin ellerde kontrol altında tutulması gerekmekte
ve kralın oğlu Susa valiliğine atanmaktaydı. Susa valisi ise hal-menik unvanını
taşımaktaydı. Kral öldükten sonra yerine veliaht olan kardeşi geçmekte ve Susa
valisi olan eski kralın oğlu veliaht makamına yükselmekteydi. Yeni kralın oğlu
ise yine Susa valisi olmaktaydı. Bu üçlemede kral ve oğlu Susa’da, veliaht ise
sülalenin kalktığı kentte oturup ülkeyi idare etmekteydiler. Baba ve oğlun aynı
şehirde bulunması aralarında bir çekişme yaratmamaktaydı; çünkü oğul, kral babası
öldükten sonra yerine geçecek olanın o
değil veliaht olan amcası olduğunu bilmekteydi. Diğer taraftan, amcanın tahta
oturduktan sonra yeğenini veliahtlıktan azledip yerine kendi oğlunu koyması
teşebbüsü Elam tarihinde görülmemektedir (Mecidzade, 1991: 13). Bu ise onlar
arasında ana kültünün iyice yerleştiğini göstermektedir.
Bu harika sistem bazen bozulmuştur.
Çünkü Elamlılar arasında aile içi evlilik çok yaygın olmuştur. Kral kendi
kızkardeşi ile evlenmekteydi. Eğer o ölüp eşi yaşamaktaymışsa kralın yerine
geçen kardeşi yine kendi kızkardeşi de sayılan eski kralın dul eşi ile evlenmeliydi.
Bazıları bunu aynı ananın kızıyla evlenip ana kültüne sadık kalmak için,
bazıları ise hakimiyetin aynı sülalede kalması için yapıldığını ileri sürmüşlerdir.
Bu aile içi evlilikler birçok ölüm ve sakat kalmalara neden olduğu için
yukarıda anılan krallık sistemindeki düzen her zaman dakik işlememekteydi. Bu
durumlar bazen adsız sansız bir kişinin yükselip tahta geçmesine de olanak sağlamaktaydı
(Mecidzade, 1991: 14).
2.1.7.2. Şilhaha Dönemi
M.Ö. 19. yüzyılın sonlarında
Simaş sülalesinin yerine Ebarti sülalesi geçmiştir. Bir mühürün baskısından onun,
kendi oğlunu Susa valiliğine atadığı anlaşılmaktadır. Bu sülalenin kurucusunun
Ebarti olduğuna bakmayarak daha çok oğlu Şilhaha'nın ( tam adı Tamti-şilhak,
Akadca talaffuzu Şimit-şilhak'dır) adıyla bilinmektedir (Günaltay, 1987: 29).
Şilhaha hakkında da çok fazla bilgi sahibi olmamakla birlikte, sonraki Elam
krallarının kendilerini Şilhaha soyuna bağlamaları onun çok önemli bir şahsiyet
olduğunu ortaya koymaktadır. Şilhaha'dan sonra krallığın gücü azalmış olarak
görünmektedir. Çünkü bu sülalenin kralları ondan sonra kendilerine Elam ve Susa
kralı unvanını vermemişlerdi. Şilhaha, tahta oturuşundan sonra sülalenin saygın
ve kutsal anası sayılan kızkardeşinin oğlu Attahuşu’yu Susa valiliğine atamıştır.
Attahuşu Susa’da geniş restorasyon faaliyetleri başlatmış, tapınakları
genişletmiş ve diğer tanrılar için yeni mabetler yaptırmıştır. Pazar yerinde
fiyatlar listesini içeren bir kitabe diktirmesi onun önemli işlerinden biri
olarak addedilmektedir. Bu kitabede halkın, fiyatları adaletle uygulamaları
için güneş tanrısı Nahunte'den yardım istenmiştir. Ayrıca Kerha ırmağının diğer
sahilinde bir saray yaptırmış ve orayı bir köprü ile ırmağın öteki sahilinde
olan Susa'ya bağlamıştır (Negahban, 1993: 497-499).
2.1.7.3. Larsa ve İsin'de Elam
Hakimiyeti ve Kudur-mabuk Sülalesi
Şilhaha’nın oğlu Kudur-mabuk
Larsa kralı aleyhine İsin kralı Zambia ile ittifak yaratarak savaşa girişmiştir.
Bir tablette Larsa kralı Sin-igişam Elam ve İsin'i yendiğini iddia etmiştir, ancak
bir yıl sonra yerine Sili-adad’ın geçmesi, iddiasının doğru olduğunu kuşkular
altına bırakmaktadır. Yeni kralın iddiasız olarak yazılan tabletleri onun Elam
tarafından atandığı izlenimini uyandırmaktadır. Bu yenilgiden sonra
Kudur-mabuk’un oğlu Varad-sin Larsa kralı olmuştur. Olasılıkla Sili-adad'ın
krallığa kalkışmasından sonra bu atama yapılmıştır. Bu krallıkta yazılan
tabletler beş yıl boyunca Varad-sin değil Kudur-mabuk'un adıyla başlanmaktadır.
Bundan sonra Kudur-mabuk’un adı bir süre
hiçbir yerde geçmemektedir. Yerinin oğluna bıraktığını iddia edilmekte, oysa bu
işin nedeni bilinmemektedir. Elam'a çağrıldığı da ileri sürülmüştür (Cameron,1986:
59-60). Babil'de kurulan Kudur-mabuk sülalesinin, babası ve kendisinin Elamca
adlar taşımalarına rağmen Elam ile hiçbir ilgisinin olmadığı da ileri sürülmektedir
(Kınal, 1983: 111).
Varad-sin’in 14 yıllık
krallığından sonra yerine geçen kardeşi Rim-sin döneminde Kudur-mabuk bir daha
tarih sahnesine çıkmaktadır ama kral makamıyla değil. O, Emutbal kentinin atası
unvanıyla görülmektedir ve baba ve oğul sağlıkları için ortak adaklar adamaktadırlar
(Cameron, 1986: 60). Rim-sin 61 yıl uzun krallık süresinde İsin gibi güçlü
rakibini yenmesini başarmıştır (Klengel, 2001: 47).
2.1.7.4. Şiruktuh Dönemi ve Elam'da
İlk ve Son Kadın Hakimiyeti
Şilhaha’nın ölümünden sonra
yerine Attahuşu’nun kardeşi Şiruktuh geçmiştir. Bu ise Attahuşu’nun dayısından
önce öldüğü anlamına gelmektedir. Yeni kral diğer kardeşi Simut-vartaş’ı
veliahdı olarak seçmiştir (Elam ve Simaş sukkalı). Bu dönemde Şiruktuh
Susa valisi olarak bir kadını, yani kendi annesi olan Şilhaha'nın kızkardeşini
atamıştır (Hinz, 1992: 111). Bu kadının bu sülalenin tarihinde önemli bir yere
sahip olduğu görülmektedir. Her kralın kendi soyunu ona ve Şilhaha'ya bağlamasıyla
yasal sayıldığı zannedilmektedir. Onlar yeğen (kızkardeşin oğlu) anlamına gelen
Elamca ruhuşak unvanıyla kendilerini bu iki kardeşe bağlamaktaydılar (Stolper,
1984: 26). Bu mesele Elam siyasal tarihinin ilk ve son kadın hakimi örneğidir. Bu
kadın öldükten sonra yerine Şiruktuh’un kızkardeşinin oğlu Sive-palar-huhpak
geçmiştir (Hinz, 1992: 111).
Şiruktuh Eşnunna kralıyla
Hammurabi'nin aleyhine ittifak yaratarak Güney Mezopotamya şehirlerinden Razma
şehrini kuşatmıştır, ama Hammurabi'nin ordusu kuşatmayı kırıp Elam ve Eşnunna'nın
birleşik ordusunu geri oturtmayı başarmıştır. Mari belgeleri Elam kralının savaşta
helak olduğunu yazmaktadır. Bu zaman Mari kenti Hammurabi'nin müttefiki olarak
görülmektedir (Zehtabi, 1996: 69).
2.1.7.5. Simut-vartaş Dönemi
Şiruktuh'u kardeşi ve veliahdı
Simut-vartaş izlemiştir. O, Sive-palar-huhpak'ı veliahdı ve Kuduzuluş'u ise
Susa valisi yapmıştır. Bu kralın ömrü çok kısa olmuş ve onun da yerine
Sive-palar-huhpak geçmiştir (Mecidzade, 1991: 16).
2.1.7.6. Sive-palar-huhpak ve
Hammurabi
Bu zamanlar Babil kralı
Hammurabi’nin güçlendiği devirler olarak görülmektedir. Bölge krallıkları Mari,
Larsa, İsin ve Eşnunna bundan kaygılanıp Hammurabi aleyhine ittifaka girişmişlerdi.
Elam, Kutlar, Barahşi ve Emutbal da ittifakı oluşturanlar arasında oldukları
görülmektedir. Ancak Hammurabi bu birleşmiş orduyu yenmiş ve tekçe Güney
Mezopotamya’nın bütününü değil büyük olasılıkla Elam'ın bir kısmı ve Susa'yı da
kontrolü altına almıştır (Yusifov, 1993: 316). Bu savaşın sonucunda krallık
düşürülmüş ve kral Sive-palar-huhpak’ın sonu ise belirsizliğe bürünmüştür (M.Ö.
1764).
Bu dönem Elam tarihi açısından
başka bir öneme sahiptir. Uzun zamandan sonra yani Kutik-inşuşinak devrinden
buyana ilk Elamca yazılan metinler bu kralın dönemine tarihlendirilmiştir. Bölge
adının yerli deyişlerdeki asıl adı Haltamti ise bu zaman bu kral tarafından
yazdırılmıştır. O, bu tablette sukkalmah unvanını kullanmamakta ve Elam
kralı unvanıyla yetinmektedir (Negahban, 1993: 501).
Bu yenilgiden sonra bir
süreliğine Elam'dan sağlam bilgiler bulunmamaktadır. Elam hakimiyet geleneğine
göre onun yerine kardeşi Kuduzuluş geçmiş ve bir süre sonra ülke için yeni ve
parlak bir dönem başlatacak Kutir-nahunte’yi Susa valiliğine atamıştır (Hinz,
1964: 12-13).
2.1.7.7. Kutir-nahunte Dönemi
Kutir-nahunte sukkalmah
düzeyine vardıktan sonra kardeşi Lila-irtaş’ı (bazılarına göre Tata olarak da
bilinen Ata-merra-halki'yi) veliahdı ve oğlu Tamti-agun’u Susa valisi (halmenik)
yapmıştır. Onun dönemi Babil’den intikam almak için elverişli görünmekteydi. Bu
zaman Hammurabi'nin yerine Samsu-iluni tahta oturmuştur. Kutir-nahunte
amcasının öcünü Samsu-iluni’den almış ve onu ağır bir yenilgiye uğratmıştır (Hinz,
1992: 114).
Binyıl sonra Asur kralı Asur-banipal
Kutir-nahunte’nin saldırısını böyle anlatmaktadır: "Elamlı Kutir-nahunte
büyük tanrılara etmiş andını saymaksızın ve kendi gücüne yersiz güvenerek Akad
tapınaklarına saldırdı ve Akad’ı yerle bir etti". Kutir-nahunte zafer
kazandıktan sonra Mezopotamya’nın en önemli tanrılarından olan Nanna’yı Susa’ya
götürmüştür. Asur-banipal şöyle devam etmektedir: "Nanna bizden alınıp
1650 yıl Elam’da kalmasına öfkeli idi. Kendisine layık olmayan yeri terk etti
ve evine dönmekle bize cesaret verdi". Burada yazılan 1650 yıl bir yazı hatası
olarak addedilmektedir; çünkü bu iki kralın arasındaki zaman süresi 1075 yıl
civarındadır (Mecidzade, 1991: 16). Cameron ise bu tabletteki Elam kralını Orta
Elam devrinde (klasik Elam devri de adlandırılmaktadır) krallık yapmış Kutir-nahunte
(M.Ö. 1155-1150) olarak bilmekte ve tabletin hatasını binyıldan fazla
hesaplamaktadır (Cameron, 1986: 84).
Bu zafer Orta Elam devrinin en
güçlü ve iktidarlı kralı Şilhak-inşuşinak’ın yanında onur verici ve çok önemli olmuştur.
O, bir tablette Kutir-nahunte ve oğlu Tamti-agun’un kazandığı zaferi takdir
etmiş ve bu zaferle onların otuz kenti fethettiğini de bildirmiştir (Hinz,
1992: 115).
2.1.7.8. Tamti-agun Dönemi
Kendisini Şiruktuh’un yeğeni
sayan Tamti-agun babasından sonra Elam sukkalmahı olmuştur. Bu ise
Lila-irtaş'ın o zamandan önce öldüğünü göstermektedir. O, olasılıkla yeğeni (kızkardeşinin
oğlu) Kuk-naşur’u (Kut-naşur) Susa valisi ve Kutir-şilhaha’yı ise veliaht
olarak tayin etmiştir. Tamti-agun babası Kutir-nahunte, amcası Lila-irtaş,
kardeşi Tamti-hişahaneş ve annesi Velikşa'nın adına bir mabet yaptırıp tanrıça
İşme-karab'a adamıştır (Negahban, 1993: 502-503).
Bu sülalenin sonuna kadar on
civarında sukkalmah tahta geçmiştir ki bunların birçoğu hakkında adları
dışında hiçbir bilgiye sahip değiliz. Kutir-şilhaha, Tan-ula, Kuk-naşur,
Tamti-raptaş, 2. Kuduzuluş ve bazı diğer kralların adları bilinmektedir. Bunlardan
Tamti-agun'un yeğeni (kızkardeşinin oğlu) Kuk-naşur’un Babilli Ammi-şaduka ile
çağdaş olduğu bilinmektedir (Stolper, 1984: 32). Bu kralın güçlü bir kral
olduğu tahmin edilmektedir. yerine geçen
oğlu Tamti-raptaş döneminden kalma ticari metinlerin çok fazla olması bu dönem Elam
ticaretinin çok genişlediğini göstermektedir. Tamti-halki ise kendini
Şilhaha’nın yeğeni (kızkardeşinin oğlu) saymaktadır (Cameron, 1986: 64-65).
2.1.7.9. Kasların Akını ve
Ebarti-Şilhaha Sülalesinin Sonu
M.Ö. 16. yüzyılda Elam ve
Mezopotamya aniden Elam’ın kuzey komşusu olan Kasların hücumuna maruz kalmıştır.
Ebarti-Şilhaha sülalesinin sonu ise diğer önceki sülaleler gibi belirsizlik
sisine bürünmüş görülmektedir (Günaltay, 1987: 35).
2.2.
Orta Elam (Klasik Dönem) (M.Ö. 1450-1100)
2.2.1. Kidinu Sülalesi (M.Ö.
1450-1300)
Varlığı yeni bilinen bu
sülalenin hakkında kıt bilgiler olduğu için kaç kraldan oluştuğu ve sıraları
hakkında fazla bilgi mevcut değildir.
Elam Babil
1. Kidinu
2. İnşuşinak-şar-ilani Ea-gamil
3. Tan-ruhuratir Ulamburiyaş
4. Tepti-ahar 2. Kadaşman-enlil
5. Hurpatila 2. Kurigalzu
Kasların hücumu Elam'da sukkalmahlar
ve Babil'de eski Babil sülalesine son verip bu ülkelerin tarihinde yeni bir
sayfa açmıştır. 2. Agum veya Agun Babil'i fethedip Babil-Elam çekişmelerine son
vererek yaklaşık 570 sürecek Kas
sülalesini başlatmıştır (Mecidzade, 1991: 18).
Bu sülalenin döneminde çok
görülen –hakli, hur ve bazı diğer ad hisseciklerinden yola çıkılarak
onların Hurrilerle alakası olduğu ileri sürülmektedir (Labat, 1963: 5). Oysa bu
hissecik daha önceki Elamca adlarda da görülmektedir. Ayrıca sülalenin kurucusu
Agum veya Agun adı da daha önceki Elam kralları adında görülmektedir.
60’lı yıllara kadar Elam
tarihi konusunda yazılmış kitaplar Orta Elam tarihini M.Ö. 14. yüzyıla ait İke-halki
ve Pahir-işşan sülalesi ile başlamışlardır. Bunun sebebi eski adları Kapnak ve
Anşan olan ve şimdi Hafttepe ve Tall-i Malyan adlarıyla bilinen höyüklerde arkeolojik
kazıların yapılmamasıydı. Kazılarda
bulunan mühürler onlardan önce başka bir sülalenin varlığını ortaya koymuştur.
Akadca yazısı bulunan bir mühür baskısında sülale büyüğünün Kidinu olduğu ve kendine Susa ve Anşan kralı unvanını verdiği
ortaya çıkmıştır. Bu mühür, yazılış stili ve bulunduğu katmana göre M.Ö. 15.
yüzyıla tarihlenmiştir. Yazılış stilinden dolayı aynı döneme tarihlenen başka bir
mühür baskısında Anşan ve Susa kralı olarak 2. Tan-ruhuratir’den söz edilmektedir.
Yine de Susa’da bir binanın restorasyonunda kullanılmış bir kerpiç üzerinde
yazılan bir yazıda aynı unvan İnşuşinak-şar-ilani adında bir krala verilmektedir.
Bu kralların adları başka hiçbir belgede görülmemekte ve sıraları bile
bilinmemektedir; ama onların kendilerine verdiği unvanlar 14. yüzyılın başında
yaşayan Hafttepe kazılarından bilinen Tepti-ahar’a, aynı yüzyılın sonunda yaşayan
İke-halki ve Atar-kitah’a ve 13. yüzyılda yaşayan Untaş-GAL’a da verilmiştir (Mecidzade,
1991: 18).
Bu kısır bilgilere rağmen eski
Babil sülalesinin sonundan Kas kralı 2. Kurigalzu'nun dönemi olan M.Ö. 14.
yüzyılın ortalarına kadar Elam tarihi karanlıklara bürünmüş olarak görünmektedir.
2.2.1.1. Tepti-ahar Dönemi
Sukkalmahlar döneminden sonra Susa’nın
önemi azalmaya başlamış ve yerine onun 20 kilometreliğinde olan Kapnak (bugünkü
adı Hafttepe) kenti kalkınmaya başlamıştır. Bu merkezden edinilmiş bilgiler 14.
yüzyıl Elam tarihi hakkında bilgi vermektedir. Burada bulunan tabletler
sülalenin Tepti-ahar adlı kralından bahsetmekte ve onun kendisine Anşan ve Susa
kralı unvanını verdiğinden haber vermektedir. Bir tablette o, Elam'ı Kasların
istilasından kurtardığı için övünmektedir (Negahban, 1993: 30, 461). Bu kralın,
Babil’de hüküm sürmüş Kas kralı Kadaşman-kurgal (Kadaşman-enlil) ile çağdaş
olduğu bilinmektedir (M.Ö. 1374-1360) (Stolper, 1984: 34).
2.2.1.2. Hurpatila Dönemi
Elam tarihini bürüyen sis
perdesi Susa'nın Kas kralı 2. Kurigalzu tarafından alınmasıyla ortadan
kalkmıştır (M.Ö. 1345-1324). Kurigalzu’nun rakibinin Elam kralı Hurpatila olduğu
öne sürülmektedir. Bazı araştırmacılar bu adın Hurrice olduğunu ileri sürüp
birkaç diğer özel isimle birlikte onları bu dönemde Susa’da bilinen Hurri
varlığına bağlamışlardır. Hurpatila bu savaşta yenilmiştir; Kurigalzu Susa’da
bu zaferini kutlayarak bir stel diktirmiş ve onda Elam’a zafer kazandığından
söz etmiştir. Üzerindeki kitabe bu cümleleri içermektedir: Kurigalzu, halklar
kralı, Susa ve Elam'ın mutlak kralı, Barahşi'yi yenen. Ayrıca Enlil ve
Sataran'a armağanlar ve adaklar sunmuştur. O, ömrünün uzaması dileyiyle Şulgi
tarafından İnanna tapınağına adanan akik bir tableti Babil'e götürmüş ve orada
tanrı Enlil'e adamıştır (Labat, 1963: 6).
Ebarti sülalesinin
yıkılışından bu yana ciddi bir otorite boşluğu yaşayan Elam’da da bu zamandan
itibaren bir takım milli hareketler başlamış ve yeni bir sülalenin kuruluşuna zemin
hazırlamıştır. Bu sülalenin kurulmasında zamanın siyasal koşulları da etkili olmuştur.
Bu dönemde Arik-den-ili (M.Ö. 1319-1308) ve Adad-nirari (M.Ö. 1307-1275) gibi Asur’un
saldırgan krallarının baskınları sonucunda Babil'in Kas kralları dikkatlerini
kuzeye çevirmiş ve böylece Elam’da yeni bir krallığın kurulması için uygun bir
fırsat yaranmıştır (Cameron, 1986: 76).
2.2.2. İke-halki Sülalesi (M.Ö.
1300-1200)
Bu sülale ise aşağıdaki krallardan
oluşmaktadır:
Elam Babil Asur
1. İke-halki
2. Pahir-işşan Nazi-marutaş
3. Atar-kitah
4. Humban-numena Kudur-enlil
5. Untaş-napirişa 4. Kaşti-liyaş
6. Unpatar-napirişa Tukulti-ninurta
7. Kiten-hutran Enlil-nadin-şumi
Adad-şumi-idina
Adad-şum-nasir
Yeni sülaleyi İke-halki kurmuştur,
ama önceki sülale gibi bu sülale de Pahir-işşan'ın
babasının yerine geçmesinden sonra canlanmıştır (Hinz, 1992: 132). Onun daha
çok mahalli bir kabilenin reisi olduğu tahmin edilmektedir. Pahir-işşan'nın
Babil’in Kas krallarından Nazi-marutaş ile çağdaş olduğu sanılmaktadır (Mecidzade,
1991: 19-20).
2.2.2.1. Atar-kitah Dönemi
Pahir-işşan ve kardeşi olan
ardılı Atar-kitah zamanında ülkenin başkenti Ayahitek'e nakledilmiştir. Bu
kentin yeri henüz saptanamamıştır. Daha sonraki belgeler ve özellikle
Şutruk–nahunte’nin Ayahitek’ten getirdiği belgeler (yazılı kerpiçler) ile Atar-kitah'ın
tanrı İnşuşinak’a bir tapınak inşa ettirdiği bilinmektedir. Çoğa-zenbil’de
bulunmuş iki topuz ve baston üzerinde Anşan ve Susa kralı İke-halki’nin oğlu
Atar-kitah ibareleri yazılıdır. Bu kral faaliyet dairesini Ayahitek’ten Susa’ya
kadar genişletmiş ve imparatorluğu genişlettiğini iddia etmiştir. Bu kralın Kas
kralı Kadaşman-turgu (M.Ö. 1292-1280) ile çağdaş olduğu sanılmaktadır (Negahban,
1993: 509).
2.2.2.2. Humban-numena Dönemi
Atar-kitah’ın oğlu Humban-numena
döneminde (M.Ö. 1285-1266) Elam’ın bir daha canlandığı görülmektedir. Elam’ın
bir takım yerlerinde Elamca'nın uzun bir aradan sonra tekrer yazılmaya
başlanması onun döneminin önemli olaylarından sayılmaktadır. Elam dilinde
yazılmış tabletler sadece Susa’dan değil Elam’ın sınır kenti sayılan Basra
Körfezi kıyısında bulunan Liyan (bugünkü adı Buşihr) kentinde de bulunmuştur.
İke-halkilerin merkezi artık Susiana’nın kuzeyinde değildi; onların faaliyet
dairesi Elam'ın doğu ve güney doğusuna da uzanmıştır (Günaltay, 1987: 40).
Humban-numena Liyan’da büyük
tanrılar için bir tapınak inşa ettirmiştir. Anılan tabletlerde Tanrı Humban ve
Tanrıça kiririşa’dan başka Liyan’ın merhametli tanrıları da anılmaktadır. O
kendine Atar-kitah’ın oğlu, imparatorluğu genişleten Elam hükümdarı, Anşan ve
Susa kralı unvanlarını vermektedir. Tabletlerin bulunduğu geniş alanı göz
önünde bulundurursak onun iddialarının haklı olduğu görülmektedir. Tabletin
diğer önemli yönü annesinin ve eşinin anılması ve tanrının onu annesi için
sevdiği ibarelerinin yazılmasıdır. Bu da anaerkillik inançlarının o dönemde
varlığını sürdürdüğünü göstermektedir (Stolper, 1984: 37).
2.2.2.3. Untaş-napirişa Dönemi
Humban-numena’nın uzun ve
istikrarlı krallık süresi Elam’ın kalkınmasını, servet ve zenginliklerle dolup
taşmasını beraberinde getirmiştir. Bu dönemde vuku bulmuş hiçbir savaşın izi
bulunmamıştır. Bu da onun oğlu Untaş-napirişa'ya (Untaş-GAL ve Untaş-humban da
yazılmaktadır) Elam tarihi boyunca onun zamanına kadar görülmemiş büyük çapta
bir restorasyon faaliyetini başlatmasına olanaklar yaratmıştır.
2.2.2.3.1. Untaş-napirişa ve
Dur-untaş
Humban-numena’dan sonra tahta
geçen oğlu Untaş-napirişa'nın Asur kralı Salamansar’ın (M.Ö. 1274-1245) ve Kas
kralı Kutur-enlil'in (M.Ö. 1263-1255) çağdaşı olduğu sanılmaktadır (Mecidzade,
1991: 20). O, ülkenin merkezini Susa’nın güney doğusu istikametinde ve ondan 42
kilometrelik bir mesafede bulunan kendisinin inşa ettirdiği Dur-untaş şehrine
nakledip orada meşhur Çoğa-zenbil
zigguratını inşa ettirmiştir (Yusifov, 1993: 319). Gerçi Elam’ın en parlak döneminin yüz yıl sonra
Şilhak-inşuşinak tarafından yaratıldığı öne sürülmektedir ama ülkeyi
devraldıkları zamanı düşünürsek Untaş-napirişa’nın hakimiyet yeteneği ve idare
becerisinin daha yüksek olduğu kanısı ortaya çıkmaktadır. O, bütün krallık
yıllarını ülkenin iç işleriyle uğraşmış ve sadece bir kez dışa yönelik askeri sefer
yapmıştır. Oysa komşu ülkesi Babil’de kısa bir dönemde Kas krallarının
değiştiği görülmektedir.
2.2.2.3.2. Untaş-napirişa'nın Askeri
Seferleri
Kas kralı 4. Kaşti-liyaş'ın
zafından yararlanan Untaş-napirişa Babil’e hücum ederek orayı tutmuş ve fırtına
tanrısı İmriya’nın heykelini Tup-liyaş'tan ganimet alarak Susa'ya getirmiştir. Üzerinde
Akadca metinler taşıyan bu heykel arkeolojik kazılarda Susa’da bulunmuştur (Hinz,
1992:135).
2.2.2.3.3. Untaş-napirişa ve
Elam Dili
Babası Humban-numena
zamanından belirlenmeye başlayan milli duygular Untaş-napirişa döneminde de
iyice kabarmıştır. Artık tabletler ve kitabeler ve steller her iki dilde veya
yalnız Elamca yazılmaktaydı (Cameron, 1986:78).
2.2.2.3.4. Bugün de Kullanılan
Untaş-napirişa'nın Kazdırdığı Büyük Su Kanalı
Untaş-napirişa’nın yaptığı en
önemli işlerden biri, bugün haksız olarak Darius Kanalı adlandırılan ve bir
kısmı bugün Hafttepe şeker tarlalarının sulanmasında kullanılan büyük su kanalı
olmuştur (Yusifov: 1993: 319). Dur-untaş kentine su götürmek için yapılan bu
kanal kentin 1.5 kilometreliğinde olan Dez ırmağından değil 50 kilometreliğindeki
Kerha ırmağından çekilmiştir; çünkü Dez ırmağı şehre göre 50-60 metre aşağı
düzeyde bulunmaktaydı.
Dur-untaş’ta yapılan imar
faaliyetlerinin yanında Susa, önemini ve ticari merkez olma konumunu korumuş ve
hiçbir zaman kalkınmaktan yoksun kalmamıştır. Bir takım araştırmacılar
Dur-untaş'ın sadece mezhebi bir kent olduğunu ve kral ile saray ehlinin ara
sıra oraya gittiğini, Susa'nın ise başkent kaldığını ileri sürmektedirler (Hinz,
1992: 138-139).
Untaş-napirişa bu büyük
projenin bitimini Babilce yazılan bir kitabe ile anlatmıştır: "Ben,
Untaş-napirişa, Humban-numena'nın oğlu, Susa ve Anşan'ın kralı, arzu ettiğim ve
bana şöhret kazandıracak bir kanal yaptım. O kanalı krallık yetkilerimi
kullanarak ömür boyu rahatlığım için yaptım ve
kutsal yerlerin koruyucusu Humban ve İnşuşinak'a adadım." (Yusifov,
1993: 319).
Bunlardan anlaşıldığına göre
Elam eski güçlü vaziyetine geri dönmüş ve bir defa bile Mezopotamya'ya hücum
etmiştir. Onun döneminde yazılan Babilce tabletlerin çokluğu Babil ile Elam
arasındaki ilişkilerin güçlendiğinde haber vermektedir. Aynı zamanda Elamca
yazılan bir takım tabletler milli duyguların hala yüksek seviyede olduğunu
göstermektedir (Negahban, 1993: 512-513).
Hinz’e göre Untaş-napirişa’dan
sonra kardeşi 2. Pahir-işşan’ın oğlu Unpatar-napirişa tahta geçmiştir (Hinz,
1992: 141); fakat Cameron bu adamı sülalenin gerçek kurucusu 1. Pahir-işşan’ın
oğlu ve Untaş-napirişa’nın amcası saymaktadır (Cameron, 1986: 79). Bu kral hakkında
adından başka hiçbir bilgi bulunmamaktadır. Onun çok kısa krallığı olmuştur. M.Ö.
1235 yılında onun yerine geçen kardeşi Kiten-hutran'ın (tam adı
Kiten-hutran-u-taş’tır ve adı “Hutran’ın kiteni (gizemli gücü) bana yardım etti.”
anlamına gelmektedir) Asur kralı Tukulti-ninurta ile çağdaş ve onun kadar saldırgan
olduğu ileri sürülmektedir (Hinz, 1992: 141).
2.2.2.4. Kiten-hutran Dönemi
Asur kralı Tukulti-ninurta
güneye inerek Elam ve Babil'in sınırlarında olan bazı kentleri ele geçirmiştir.
O, Babil'e hücum ederek Kas kralı Kaşti-liyaş'ı esir almış ve Asur'a sürgün
etmiştir. Fütuhatının devamında sürekli Zagros dağlarına yaklaşan bu kral Elam
için de ciddi tehdit kaynağı olmuştur (Günaltay, 1987: 42-43).
Tukulti-ninurta, Babil kralı
2. Kaşti-liyaş’ın yerine Enlil-nadin-şumi’yi oturtmuştur. Ama Kiten-hutran onu
resmiyete tanımayarak üzerine yürümüş ve Dicle’yi geçerek Nippur’a kadar olan
araziyi istila etmiştir. Tabletler onun çok sayıda insan öldürdükten sonra
kuzeye doğru yürüyerek Der’i işgal ettiğini, mabedini yıktığını ve Asur’un
atadığı kralı kaçmaya mecbur ettiğini yazmaktadır (Stolper, 1984: 39).
Kısa bir süre sonra Asurlular tekrar
Babil'i kontrolleri altına alıp M.Ö. 1226 yılında Kadaşman-harbe’yi Babil
hükümdarlığına atamışlardır. 1.5 yıl sonra onun yerine Adad-şumi-idina geçirilmiştir.
O zamanlar Asur hükümetinin dikkati Babil'e çevrildiğinden dolayı Kiten-hutran
oraya hamle etmeyi uygun görmemiştir. Ama M.Ö. 1218 yılında Adad-şumi-idina’nın
yerine geçen Adad-şum-nasir (M.Ö. 1218-1189) Kiten-hutran’ın saldırısına
uğramıştır. Elam kralı İsin’i tutmuş ve Nippur’a kadar ilerleyerek bol
ganimetle Elam’a dönmüştür. Yazılı kaynaklar Tukulti-ninurta’nın harekete
geçtiğinden ve öç almakta çok fazla gecikmediğinden haber vermektedir. O, aşağı
denize yani Basra Körfezi’ne kadar inmiş ve büyük olasılıkla Susa’yı da
fethetmiştir; çünkü bu saldırıdan sonra İke-halki sülalesinden bir izin
kalmadığı görülmektedir. Ama yerine hemen yeni bir sülalenin kurulduğu
görülmektedir (Mecidzade, 1991: 21-22).
2.2.3. Şutrukiler Sülalesi (M.Ö.
1200-1100)
Elam'ın en güçlü devrini
yaşatan bu sülale aşağıdaki krallardan oluşmaktadır:
Elam Babil Asur
1. Hallutuş-inşuşinak
2. Şutruk-nahunte Zamama-şum-idina 1. Asur-dan
3. Kutir-nahunte Enlil-nadin-ahi
4. Şilhak-inşuşinak
5. Hutelutuş-inşuşinak Nabu-kudunasar
6. Şilhana-hamru-lakamar
Bu yeni sülalenin başında Hallutuş-inşuşinak
gelmektedir. Onun İke-halki sülalesiyle bağlantısı hakkında bir şey
bilinmemektedir. Bu sülalenin Asur'un saldırısı sonucu yaranan kargaşadan
yararlanıp iktidar ve krallığı ele geçirdiği zannedilmektedir. Bazıları onların
menşeyini Persepolis yakınlığında olan Anşan’a bağlamaktadırlar. Bu kurucu kral
M.Ö. 1205-1185 yılları arasında krallık yapmıştır (Negahban, 1993: 515-516).
2.2.3.1. Şutruk-nahunte Dönemi
Babasının yerine geçen
Şutruk-nahunte, Untaş-napirişa gibi Elam tarihinin en büyük ve başarılı
krallarından biri olmuştur. Onun devrine ait bol sayıda tablet bulunmuştur. Bu
tabletlerin çeşitli yerlerden bulunması onun bütün Elam'a hakim olduğunu
göstermektedir. Ayahitek’ten Susa’ya götürdüğü stelin üzerinde Hallutuş-inşuşinak’ın
oğlu, Anşan ve Susa kralı ve imparatorluğu genişleten unvanlarını yazdırmıştır.
Bu kralın anıt, yazıt, yazılı kerpiç ve stel meraklısı olduğu görülmektedir. O,
bol sayıda stel, anıt ve tablet toplamış ve hepsini Susa’da bulunan İnşuşinak
tapınağına vakfetmiştir (Yusifov, 1993: 320). Onun bu işi sayesinde Elam
tarihinin bazı karanlık noktalarına ışık tutmak mümkün olmaktadır.
2.2.3.1.1. Şutruk-nahunte'nin
Askeri Seferleri
M.Ö. 1179 yılında krallığını
başlayan Asur kralı Asur-dan zayıflamış Babil kralı Zamama-şum-idina’ya karşı
açtığı savaşta zafer kazanmış ve Zab’ın aşağı bölgesinde bulunan bazı kentleri ele
geçirmiştir. Bu olay Elam’a savaşı başlatmak için bir bahane vermiştir. Bir taraftan
sınırları yanında Asurlulara tabi bir kralın olmasını istememekte, diğer
taraftan zayıf bir kralı yenip ganimet ve haraç almak için iyi bir fırsat saymaktaydı.
Güçlü kral Şutruk-nahunte büyük oğlu Kutir-nahunte ile birlikte Kerha’yı geçmiş
ve Babil’e saldırarak büyük bir zafer kazanmıştır. Bir tablette o, yüzlerce
kenti aldığını yazmaktadır (Diakonov, 2000: 131-132). O, yenik Babil kralı
yerine kendi oğlu Kutir-nahunte’yi koymuş ve Babil’den muzaffer bir şekilde ayrılmıştır.
Dönüşünde ise Maniştusu’nun heykelini de ganimet olarak Susa’ya getirmiştir
(Beyani, 1973: 95).
Babil yıllıkları bu korkunç
savaş ve talan sahnelerini böyle anlatmaktadır: "Dağlardan at ve
arabalarıyla akın ettiler; Babil şehzadeleri mağlup oldular; savaşçı Elamlı
bütün mabetleri taladı; her şeyini aldı ve Elam'a götürdü." Yenik
rakiplerine de ağır haraçlar dayatmıştır. Bir tablette ağır bir haraç olarak 3600
kilo altın ve 14400 kilo gümüşten söz edilmektedir (Hinz, 1992: 147-148).
O savaştan sonra
Şutruk-nahunte Sippar’a karşı açtığı savaşta da zafer kazanmıştır. Kendi
deyişiyle Naram-sin’in zafer stelini de bir ganimet olarak Elam’a götürmüştür (Beyani,
1973: 94-95). Ayrıca Sippar’da bulunan Hammurabi’nin çok değerli yasa kitabesi,
Karindaş'ta bulunan Kas kralı Meli-şipak'ın (Meli-şihu) heykeli ve Akad'da bulunan
Maniştusu'nun iki heykeli de onun eline geçmiştir. O, 52 kolondan oluşan Hammurabi
yasa kitabesinin yedi sütununu olasılıkla bir şeyler yazmak veya inançlarına
çok ters geldiği için kazımış ama hiçbir şey ilave etmemiştir. Şutruk-nahunte
bol ganimetlerle Susa'ya geri dönmüş ve onları yeni yazdırdığı tabletlerle
birlikte tanrı İnşuşinak'a adamıştır (Cameron, 1986: 83).
Kutir-nahunte Babil’in
geleneğini bozmayarak Enlil-nadin-ahi adında bir Kas’ı tahta oturtmuştur; ama
kısa bir süre sonra bu Kas kralı Elam’a karşı baş kaldırmıştır. M.Ö. 1157'de üç
yıl süren savaş sonunda Kutir-nahunte tarafından ağır bir yenilgiye uğratılan Kas
kralı sürgün edilerek 3. Ur sülalesi kralı İbbi-sin gibi Elam’a gönderilmiştir.
Bu zaferden sonra Kutir-nahunte de babası gibi tanrı Marduk’un heykelini
ganimet olarak Elam’a gönderip kitlenin hoşnutsuzluğuna neden olmuştur (Hinz,
1992: 149-150).
Bu zafer beş asrı aşkın bir
sürede Babil'de hüküm sürmüş Kas sülalesinin sonunu da beraberinde getirmiştir.
Babil ise bir süreliğine Elam'ın istilası altına geçmiştir (Amiyet, 1970: 60).
2.2.3.1.2. Şutruk-nahunte ve
Elam Dili
Şutruk-nahunte de öncellerinin
başlattığı Babilce yazmaya karşı muhalefeti sürdürmüş ve bir tek tablet dışında
bütün tabletlerini Elam dilinde yazdırmıştır. Babilce yazılan o tek tablet sukkalmahlar
döneminden tanınan Babil tanrıçası İşme-karab’a sunulmuştur (Cameron, 1986: 82).
2.2.3.2. Kutir-nahunte Dönemi
Şutruk-nahunte’nin yerini oğlu
Kutir-nahunte doldurmuştur (M.Ö. 1155). onun bazı restorasyon faaliyetleri
bilinmektedir. Susa'da tanrı Lakamar tapınağının sunağını onarmış ve Liyan'da
kendisi, karısı Nahunte-utu ve çocuklarının adına tanrıça Kiririşa'ya adanmış
bir tapınak yaptırmıştır. Ayrıca Susa’da bulunan İnşuşinak tapınağına ciddi
özen göstermiş ve büyük bir imar faaliyeti başlatmıştır, ama krallığının çok
kısa sürmesi ve ani ölümü dolayısıyla bu işi yarım kalmıştır (Günaltay, 1987:
46-47). O, M.Ö. 1150 civarında ölmüştür. Öldüğü zaman Elam'ın güney ve doğu
sınırları çok genişlemiş ve güneyde Basra Körfezi limanı olan Liyan ve doğuda
Anşan'ın ötesine geçmiştir. Babil Elam'a tabi edilmiştir ve sadece İsin'de
mahalli bir kral bağımsız olarak hüküm sürmekteydi. Elam aleyhine isyanlar
başlatan da bu İsin krallığı olmuştur (Mecidzade, 1991: 25).
2.2.3.3. Şilhak-inşuşinak Dönemi
Kutir-nahunte’nin kardeşi
Şilhak-inşuşinak Elam tarihinin en büyük krallarından biri olarak
bilinmektedir. O, Elam tarihinin en güçlü ve altın devrini başlatmıştır. Elam
onun döneminde siyasal ve ekonomik açılardan zirveye ulaşmıştır. Şilhak-inşuşinak
tahta geçişinden sonra kendi kızkardeşi de sayılan Kutir-nahunte’nin dul eşi
Nahunte-utu ile evlenmiştir (Negahban, 1993: 521). Krallığının son dönemlerinde
yazılan bir kitabede tanrılara ettiği uzun dualardan sonra bu evlilikten doğan
dokuz çocuğu (oğulları Hutelutuş-inşuşinak, Şilhina-hamru-Lakamar,
Kutir-humban, Tamti-turka-taş ve Lili-irtaş, kızları ise İşme-karabat,
Urutuk-elhalahu, Utu-e-hihi-pinikir ve Bar-uli) ve eşi Nahunte-utu'nun
sağlığını dilemektedir. Ayrıca orada kendisini Şutruk-nahunte'nin oğlu ve
Kutir-nahunte'nin kardeşi saymaktadır (Cameron, 1986: 86). Fakat birinci oğlu
saydığı Hutelutuş-inşuşinak ağabeyi Kutir-nahunte'nin oğlu idi. Ama burada önemli
olan baba değil her iki kardeşin eşi olmuş annesi Nahunte-utu'dur. Bu aile içi
evlilikten doğan sekiz çocuğunun sağlam olarak yaşamaları garip bir haldir.
2.2.3.3.1. Şilhak-inşuşinak'ın
Askeri Seferleri
Şilhak-inşuşinak devrine ait
bol sayıda tablet ve yazı bulunmuştur. Tabletlere göre bu kral 2. İsin sülalesinin
ilk üç kralıyla savaşmış ve gücünü orada hissettirmiştir. Ayrıca yaptığı sekiz
seferini de kayda almıştır. O, bu askeri seferleri sonucunda fethettiği kentler
ve siteleri yazmakta ve sayısını 250 olarak zikretmektedir. Ne yazık ki bunlardan
yaklaşık 100 kentin adı okunabilmiştir ve onlardan da sadece bazılarının yeri
saptanabilmiştir. Kentlerin adı arasında Babilce, Kasca ve Sumerce adlar görülmektedir
(Günaltay, 1987: 47-48). Kurt anlamına gelen böri ve tapar (demir) gibi bazı
yer adları ise Türkçedir.
Bu seferlerinde kuzey
istikametinde Diyale ve aşağı Zab ırmaklarına ulaşıp Asur’un iç arazisine
girmiş ve Arrapha kentini alıp uzun ömürlü Asur-dan krallığını ortadan
kaldırılmıştır. Ondan sonra Dicle ırmağı yakınlarında Babil ordusunu yenmiş ve
geri oturtmuştur. O, fütuhatının sınırını Fırat ırmağına kadar uzatmıştır (Yusifov,
1993: 321).
Şilhak-inşuşinak, ömrünün son
yıllarında İsin’e doğru yürümüş ve 2. İsin sülalesinin 2. kralı
İti-marduk-balatu'yu yenerek krallığını ortadan kaldırmıştır. Ninurta-nadin-şumi’nin
çok kısa bir süre sonra yani M.Ö. 1130’da İti-marduk-balatu'nun yerine geçmesi
bunu göstermektedir (Hinz, 1992: 157).
2.2.3.3.2. Şilhak-inşuşinak ve
Susa Kral Listesi
Elam kral listelerini yazdırıp
günümüzde Elam uzmanlarına yadigar bırakması bu kralın en önemli işlerinden
biri olarak görülmektedir. Onun bir listesi, İnşuşinak tapınağına baktırıp imar
ettiren 16 kralın adını içermektedir (Yusifov, 1993: 321). Bu dönemden kalma
diğer bir liste Hutran-tamti ile başlamış, sukkalmahların tam listesiyle
devam etmiş ve İke-halki sülalesine mensup Humban-numena ile sonlandırılmıştır (Hinz,
1992: 152-153).
2.2.3.3.3. Şilhak-inşuşinak'ın
İmar Faaliyetleri
Bu büyük kral başarılı askeri
seferlerinin yanında geniş restorasyon faaliyetleri de başlatmış ve kendi
deyişiyle ülkenin çeşitli yerlerinde tanrılar ve tanrıçalar Humban, Pinikir, Lakamar
ve en önemlisi İnşuşinak adına kutsal bahçesi olan yirmi tapınak yaptırmıştır. Şilhak-inşuşinak'tan
özellikle tanrı İnşuşinak'a edilen bol dua metinleri kalmakta ve onlarda eşi de
anılmaktadır. Bu metinlerin içeriği daha önce Sive-palar-huhpak'ın kullandığı
ibarelere çok benzemekte ve bu ise Elamlıların bir takım adet ve geleneklerini
korumakta ciddi olduklarını göstermektedir (Hinz, 1992: 155).
Şilhak-inşuşinak'ın ömrünün
son yılları Babil ve Asur krallıklarının güçlendiği dönemlere rastlamıştır. Babil
sülalesinin güçlü kralı Nabu-kudunasar (M.Ö. 1124-1103) büyük bir güç
toplamıştır; Asur kralı Asur-raşişi ise genişleme siyasetlerine başlamıştır. Bu
iki güç Elam hakimiyeti için ciddi bir tehdit kaynağı sayılmaktaydı.
Şilhak-inşuşinak M.Ö. 1115’ten
önce ölmüştür; çünkü M.Ö. 1124’te tahta oturan Babil’in fatih kralı Nabu-kudunasar
bu yılda Elam’a saldırmıştır. Ne var ki onun karşısında duran Şilhak-inşuşinak
değil yeğeni Hutelutuş-inşuşinak olmuştur (Stolper, 1984: 43).
2.2.3.4. Hutelutuş-inşuşinak Dönemi
Kısa sürede genişleyen çok
geniş imparatorlukları korumak çok zordur; bu konuda da Hutelutuş-inşuşinak babası
ve amcası kadar yetenekli ve güçlü değildi ve onların kurduğu bu geniş imparatorluğu
koruyamamıştır. Ama yine de M.Ö. 1115 yılında Babil kralı Nabu-kudunasar’ın
Elam’a hücumunu önleyebilmiş ve onu geri oturtmayı başarmıştır. Nabu-kudunasar ikinci
kez hile ile Elam'ı fethetmeyi düşünmüştür. O, Der’in kralı ile ittifak yaratmıştır;
ayrıca Susa’nın iki nüfuzlu kahiniyle de anlaşarak bir daha Elam’a saldırmış ve
Elam kralını yenmeyi başarmıştır. M.Ö. 1110 civarında vuku bulmuş bu savaşta
büyük olasılıkla Hutelutuş-inşuşinak helak olmuştur (Negahban, 1993: 527-528).
Bu zafer Babilliler için
önemli olmuştur; çünkü yıllar sonra Babil astrologları kayıtlarını “Nabu-kudunasar’ın
Elam’ı yendiği yıl” olayıyla tarihlendirmişler (Hinz, 1992: 162)
Hutelutuş-inşuşinak kendisini
Şutruk-nahunte, Kutir-nahunte ve Şilhak-inşuşinak’ın oğlu saymaktaydı.
Tabletlerde yazılan bu cümlelerle belki de o, soyuna işaret etmektedir. Onun
annesi Nahunte-utu hem babası Kutir-nahunte ve ondan sonra da amcası Şilhak-inşuşinak’ın
eşi olmuştur (Mecidzade, 1991: 27).
Hutelutuş-inşuşinak dönemine
ait Tall-i Malyan'da 250 civarında tablet ele geçmiştir. Bunların çoğu ticari
ve bir kısmı da idari metinler içeren tabletlerdir. Bu kralın bazı restorasyon
faaliyetleri bilinmektedir. O özellikle Susa'da bir takım mabetleri onarmıştır (stolper,
1984: 42).
Nabu-kudunasar bu zaferden
sonra ganimet olarak Elam’a götürülmüş tanrı Marduk’un heykelini geri alıp
Babil’e getirmiştir. O, Elam tapınakları ve saraylarını yağmalamış ve bol
miktarda ganimet elde etmiştir (Rohzadpur, 1996: 34).
2.2.3.5. Şutrukiler Sülalesinin Sonu
Elam hakimiyet geleneğine göre
Şİlhak-inşuşinak’ın büyük oğlu Şilhana-hamru-lakamar tahta oturmalıydı ama onun
krallığı hakkında hiçbir bilgi
bulunmamıştır. Bu sülalenin de sonu diğer Elam sülaleleri gibi bilinmemektedir.
Bölgenin uzun zaman Babil ve Asur'un çekişme sahnesi olduğu sanılmaktadır (Cameron,
1986: 102-103).
Bundan sonra üç yüzyıl boyunca
Elam’dan bir iz ve ad bulunmamaktadır. Arkeolojik kazılarda bu döneme ait
şimdiye kadar bir şey bulunmamıştır; komşu Mezopotamya kayıtlarında da bu dönem
Elam’ı hakkında bir bilgi yoktur. Nabu-kudunasar’ın yenilgisinden sonra Elam’ın
küçük mahalli güçlere bölündüğü ve uzun süreli iç kargaşa yaşandığı zannedilmektedir
(Günaltay, 1987: 52-53).
2.3.
Yeni Elam (M.Ö. 750-645)
Elam Babil Asur
5. Şamşi-adad
1. Humban-nikaş Marduk-apal-idin 2.
Sargon
2. İkinci Şutruk-nahunte Senahrib
3. İkinci Hallutuş-inşuşinak Senahrib
4. Kudur- nahunte
5. Humban-numena
6. Birinci Humban-haltaş
7. İkinci Şilhak-inşuşinak Asarhaddun
7. İkinci Humban-haltaş
8. Urtaki
9. Tepti-humban Şamaş-şum-ukin Asur-banipal
10. Tammaritu
11. İndabibi
12. Üçüncü Humban-haltaş
M.Ö. 11. yüzyılda büyük bir güç
olan Elam'ın çok kısa bir sürede ortadan kalkması ve uzun bir süre hiçbir iz
bırakmayarak kaybolması şüpheli bir vaziyet olarak görülmektedir. Büyük
olasılıkla özellikle doğu tarafında bir takım mahalli hakimiyetler hayatlarına
devam etmişlerdir.
Üç yüz yıl sonra ilk Elam adı
bir tablette geçmektedir. Bu tablete göre Elam kralı Babil kralı
Marduk-balassu-igbi ile ittifak yaratarak Asur kralı 5. Şamşi-adad’a karşı
savaşmışlardır. Bu savaşı Asur kralı kazanıp Babil ile Huzistan’ın kuzeyindeki
Zagros’un yamaçları Asuru'n eline geçmiştir. M.Ö. 814 yılına ait bu tablette Elam
kralının adı yazılmamıştır (Hinz, 1992: 163).
Bundan sonra yine yüzyıla yakın
bir süre boyunca Elam’dan hiçbir haber edinilmemektedir. Ama M.Ö. 8. yüzyılın
ortalarında Babil ve Asur kaynakları Elam hakkında bol bilgi vermektedir. Bu
kaynaklar Elam’da ciddi bir iç kargaşanın yaşandığından haber vermektedir, oysa
yerli Elam metinlerinde böyle bir iç kargaşadan hiçbir iz bulunmamaktadır.
Onlar M.Ö. 8. asrın ortasından M.Ö. 7. asrın ortasına kadar en az 15 kralın
hüküm sürdüğünden, oysa yerli metinler 5 kralın hüküm sürdüğünden haber
vermektedirler (Mecidzade, 1991: 28).
Bu dönemde Asur, bölgenin en
büyük gücü olarak görülmekte ve diğer bölge ülkelerine göz açtırmamaktaydı. Bu
durumda Elam'ın siyaseti biraz değişmiş olarak görülmektedir. Elam kralları
genelde ya Babil'in müttefiki veya onun destekleyicisi şeklinde bir siyaset
yürütmüşlerdir. Bu tutum Elam bağımsız hayatının sonuna değin sürdürülmüştür.
2.3.1. Humban Nikaş Dönemi
Babil metinlerine göre M.Ö.
743 yılında 1. Humban-nikaş (M.Ö. 743-717) kral olmuştur. Aynı kaynaklara göre M.Ö.
720 yılında bu kral Elam ordusunu asur karşısında duran Babil kralı 2.
Marduk-apal-idin’in yardımına göndermiştir. Elam ordusu Der yakınlığında Asur
ordusuna hücum etmiştir. Bu savaşın neticesini iki tarafın kaynakları değişik
bir biçimde göstermektedir. Asur metinleri bu savaşta Asur kralı 2. Sargon‘un (M.Ö.
720-705), oysa Marduk-apal-idin’in yazılı kerpiçleri Asur ordusunu geri oturtan
Elam ordusunun zafer kazandığından söz etmektedir. Bu son metinler Elam
kralının yaratıcı ve zekalı olduğundan; Marduk-apal-idin’in ordularının savaşın
Humban-nikaş lehine bittikten sonra savaş sahnesine ulaştıklarından
bahsetmektedir. Ayrıca Humban-nikaş'ın Der yakınlığına dek olan araziyi aldığı
da yazılmaktadır (Cameron, 1986: 120-121).
2.3.2. Şutruk-nahunte Dönemi
Babil yıllıklarına göre Humban-nikaş’ın
yerine Şutruk-nahunte (M.Ö. 716-699) geçmiştir. Yeni kralın Humban-nikaş'ın yeğeni
(kızkardeşinin oğlu) olduğu öne sürülmektedir. Onun döneminden bir takım Elamca
tabletler kalmıştır. Bu metinlerinde o
kendisine Anşan ve Susa kralı ile imparatorluğu genişleten unvanlarını
vermektedir (Negahban, 1993: 532-533). Bir metin onun Karindaş’a hücum ettiğinden
haber vermektedir. Bu girişimleri, onun kendine verdiği unvanların çok da
abartılı olmadığını göstermektedir. Ama yine aynı kaynaklar onun 2. Sargon’un
ikinci hamlesinde yenilgiye uğradığını da yazmaktadır. Bu yenilgiden sonra 2.
Şutruk-nahunte dağlara sığınmıştır. Asur kralı ise yolunu asıl amacı olan
Babil’e doğru çevirerek Marduk-apal-idin’in ordularını yenmiş ve Babil’i
fethetmiştir. O, Elam topraklarına girmemiştir ama Elam-Babil arasındaki sınır
istihkamlarını takviye etmiştir (Mecidzade, 1991: 29).
2.3.2.1. Şutruk-nahunte ve
Ellipi Meselesi
Şutruk-nahunte M.Ö. 708
yılında 2. Sargon’dan bir yenilgiye daha uğramıştır. Elam’ın kuzey komşusu
Ellipi’nın kralı öldükten sonra onun iki oğlu taht ve taç kavgası başlatmışlardır.
Bir şehzade Elam’dan, diğeri ise Asur’dan yardım istemiştir. Ellipi Elam’ın
komşusu olmasına rağmen Asur’un güçlü durumundan dolayı onların himaye
ettikleri şehzade tahta oturmuştur. Bu zamanlar Elam'ın zayıf bir vaziyette olduğu
ve Asur'un karşısında duracak bir güçte olmadığı görülmektedir (Cameron, 1986:
122-123).
M.Ö. 703 yılında
Marduk-apal-idin bir daha Babil krallığı iddiasında bulunmuştur; 2.
Şutruk-nahunte ise Elam ordusunu onun yardımına göndermiştir. Bu zaman 2.
Sargon'un yerine Senahrib geçmiştir. Elam ve Babil'in müttefik orduları Asur
ordusunu geri oturtmayı başarmışlardır (Yusifov, 1993: 323). Ama öç almakta
fazla gecikmeyen Senahrib, bir süre sonra (M.Ö. 702) büyük bir orduyla onların üzerlerine
yürüyüp onlara ağır bir yenilgi vererek kendi adamını Babil tahtına oturtmuştur.
O, M.Ö. 700 yılında bir daha güneye geri dönerek kendi oğlu Asur-nadin-şumi’yi
Babil tahtına oturtmuştur. Savaşta Marduk-apal-idin kaçıp müttefikini düşman
karşısında yalnız bırakmıştır. Aynı yılda 2. Şutruk-nahunte'nin yerine 2. Hallutuş-inşuşinak'ın
geçtiği görülmektedir. Bu da 2. Şutruk-nahunte'nin Senahrib'e yenilip
hakimiyetten düşürüldüğü anlamına gelmektedir (Negahban, 1993: 534-535).
2.3.2.2. Şutruk-nahunte'nin
İmar Faaliyetleri
2. Şutruk-nahunte'nin bazı
imar faaliyetlerinden günümüze bilgiler ulaşmıştır. Bir tablette o, Susa'da
tanrı İnşuşinak için yaptırdığı mabetten haber vermektedir. Bu tapınağın
kalıntıları Susa akropolü kazılarında
bulunmuştur. Ayrıca Susa kazılarında bulunan bir diğer tablet onun
Elam'ın bir takım yerlerinde otuza yakın heykel ve kabartma eser yaptırdığından
haber vermektedir (Günaltay, 1987: 56-57). Bu kabartmaların bir kısmı bugün
Karun ırmağının güneyinde olan Malemir'de (eski Ayapir) durmaktadır. Buradaki
kabartmaların 2. Şutruk nahunte'nin valisi Hani tarafından yaptırıldığı öne sürülmüştür.
2.3.3. Hallutuş-inşuşinak Dönemi
2. Şutruk-nahunte'den sonra Elam
tahtına oturan 2. Hallutuş-inşuşinak'ın (M.Ö. 698-693) ilk krallık yılları
hakkında fazla bilgi bulunmamaktadır. Bu kralın son krallık yılları kayıtları
bulunmuştur. Senahrib Güney Mezopotamya’nın bataklıklarına sığınan
Marduk-apal-idin’i büsbütün ortadan kaldırmak için oraya ordu göndermiştir.
Asur ordusu güneyde savaşırken Elam ordusu Sippar şehrine saldırmış ve orayı almıştır.
Babillilerin yardımıyla Asur kralının
oğlu esir tutulup Elam’a götürülmüştür. M.Ö. 694 yılında Hallutuş-inşuşinak
kendi müttefiklerinden birini Babil tahtına oturtmuştur, ama bir yıl sonra Asur
kralı ani bir saldırıyla Babil’i fethederek yeni kralı tutsak etmiş ve birçok
yeri yerle bir etmiştir. Bu savaşın sonucundan mu yoksa Elam’ın iç meselesi dolayısıyla
mi Hallutuş-inşuşinak krallıktan azledilmiş ve sonra da öldürülerek yerine
Kudur-nahunte geçmiştir (bazı kaynaklarda bu kralın varlığına bile işaret
edilmemekte ve yerine 2. Humban-numena'nın geçtiğinden haber verilmektedir) (Yusifov,
1993: 323).
2.3.4. Kudur-nahunte Dönemi
Kudur-nahunte krallık
merkezini Susa’dan Madaktu’ya ve oradan da Hidallu’ya nakletmiştir. Bu iki yer
adına Mezopotamya kaynaklarında çok rastlanmakta oysa bu dönem Susa’sından çok
az söz edilmektedir. Bu iki merkezin yeri bugün tam olarak bilinmemektedir.
Madaktu'nun Susa’nın kuzeyinde bugünkü Dereşehir havalisinde ve Hidallu'nun ise
onun doğu tarafında olduğu tahmin edilmektadir. Susa kültürel, dinsel ve ticari
merkez olarak önemini korumuş, ancak siyasi önemini kaybetmiştir. Kudur-nahunte
ise güçlü bir kral olmadığı ve bütün Elam’ı kontrol edecek güce sahip olmadığı
görülmektedir. M.Ö. 692 yılında Asur kralı Senahrib Elam’ın kuzey bölgelerine
yürümüş ve Elam kralını tahttan düşürmüştür. Asur kayıtları onun üç ay sonra
çok kötü bir durumda öldüğünü, oysa Babil yıllıkları onun esir edilerek iki ay
sonra öldürüldüğünü yazmaktadır (Mecidzade, 1991: 30).
2.3.5. Humban-numena Dönemi
Elam’ın yeni kralı 2. Humban-numena’nın
(M.Ö. 692-689) hiçbir tableti şu ana kadar bulunmamıştır. O, Babil kralı
Muşe-zib-marduk ile ittifaka girişerek ortak düşmanları Asur ordusu ile savaşmıştır.
Onun ordusu Anşan, Parsuaş ve Ellipi birleşik ordularından oluşmaktaydı. Bu
savaşta müttefik Elam-Babil ordusunu Elamlılar komuta etmekteydiler. Bu savaşın
sonucunu yine iki tarafın kaynakları değişik biçimde göstermektedir.
Senahrib’in tabletleri zaferi Asur'a, oysa Babil yıllıkları Elam'a mal etmektedir
(Yusifov, 1993: 323).
M.Ö. 689 yılında Babil, aniden
Senahrib tarafından kuşatılıp fethedilmiştir. Senahrib, kenti aldıktan sonra bol
tahribat yapıp çok sayıda insan öldürmüştür. Bu katliam ve cinayetin, 45 yıl
sonra Asur-banipal'ın Susa'da yapacağı katliam ve tahribatla mukayese edilmesi
onun küçük çapta olduğunu göstermektedir. Bu son katliamın daha büyük boyutlarda olduğu
söylenmektedir (Zehtabi, 1996: 73).
2.3.6. Birinci Humban-haltaş Dönemi
Babil’in düşmesinden az sonra Elam
kralı Humban-numena ölmüştür. Onun ardılı 1. Humban-haltaş ( M.Ö. 688-681) da
Babil ile yakın ilişkileri olmuş ve olasılıkla onun döneminde Mezopotamya’nın
Elam’da tutsak tutulan tanrıları geri verilmiştir. Bu kralın hastalanarak öldüğü
kaydedilmiştir. Onun ölümü Babil kroniklerinde böyle anlatılmıştır: Taşrit ayının
yirmi üçünde (yaklaşık M.Ö. 681 yılı Ekim ayının ortalarında) kral
Humban-haltaş günortasında ani bir hastalığa yakalanıp aynı günün akşamında
öldü (Hinz, 1992: 178).
2.3.7. Elam'da İkili Krallık ve
İnsicamın Kaybedilişi
Babil kaynaklarına göre 1.
Humban-haltaş'ın yerine 2. Humban-haltaş (M.Ö. 680-675) ve Susa kaynaklarına
göre 2. Şilhak-inşuşinak oturmuştur. 2. Humban-haltaş Asur'un müttefiki olarak
görülmektedir, çünkü Marduk-apil-idin'in kaçkın oğlunu yakalayarak öldürmüştür.
Ondan dolayı maktulün kardeşi maslahatı Asur ile ittifak yaratmakta görüp
onlara sığınmıştır. 2. Şilhak-inşuşinak ise Humban-numena'nın oğlu idi. Asurlular
2. Şilhak-inşuşinak'ın karşısında müttefikleri olan 2. Humban-haltaş'a destek
vermekteydiler. Bu da Elam'da vahit ve merkezi bir hükümetin olmadığını
göstermektedir. 2. Şilhak-inşuşinak Susa'da bir tapınak yaptırarak kapısının
üstünde kraliçe Dilbat için Elamca bir kitabe yazdırmıştır (Cameron, 1986: 127).
Bu zamanlar Babil'in, bütünlük
ve insicamını yitirdiği ve ciddi iç kargaşalar yaşadığı ileri sürülmektedir.
Asur’da da kral değişikliği ve ondan doğan karışıklık yaşanmaktaydı. Asur’da
Senahrib’in ölümünden sonra oğlu Asarhaddun (M.Ö. 680-669) hakimiyete gelmeye
çalışmaktaydı. Hatta Senahrib'in, oğlu tarafından katledildiği sanılmaktadır. Babilliler
ise Asarhaddun’a karşı çıkıp onun karşısında durmak için Elam’ın desteğini
aramaktaydılar. Ama Babil şehzadesinin katledilişi bu desteğin verilmediğini göstermektedir. Asarhaddun'un Mısır'a yaptığı
askeri seferinde başarısız olması 2. Humban-haltaş'ın bu fırsatı
değerlendirmesine neden olmuştur. M.Ö. 675 yılında Elam kralı Babil’in
kuzeyinde olan Sippar kentine saldırıp orayı yağmalamıştır. Bu hücumdan az
sonra da 2. Humban-haltaş doğal ölümle kendi sarayında ölmüştür (Negahban, 1993: 537).
2.3.8. Urtaki Dönemi
Babil
yıllıklarında adı geçen son Elam kralı Urtaki veya Urtak’tır* (M.Ö. 674-664).
Bu kralın döneminde Elam’la Asur’un ilişkileri iyi olarak görülmektedir. Onun
Asur’un yardımıyla hakimiyete gelme olasılığının olduğu ileri sürülmektedir.
Onun krallığında Asur’da tutsak
tutulan Elam tanrıları kendi
ülkelerine geri verilmiştir. Elam ise Babil’e hiç karışmamaktaydı ve Asur kralı Asur-banipal (M.Ö. 668-627) bile
Elam’da kıtlık zamanı oraya tahıl ve yiyecek göndermiştir (Mecidzade, 1991:
30-31).
Bu
iyi ilişkiler uzun sürmemiştir. M.Ö. 665 civarında Urtaki aniden Babil’e
saldırmıştır; ancak güçlü kral Asur-banipal ordusunu göndererek onu geri
oturtmayı başarmıştır. Asur kaynakları savaştan az sonra Elam kralının öldüğünü
haber vermektedir (Yusifov, 1993: 323).
2.3.9. Teumman Dönemi
Urtaki’den
sonra Elam tahtı ve tacı 2. Şilhak-inşuşinak’ın oğullarından
Tamti-humban-inşuşinak’ın eline geçmiştir. Bu kralın adı Asur kayıtlarında Teumman
biçiminde kaydedilmiştir. O, bütün taht rakiplerini öldürerek durumunu biraz
istikrarlı hale getirmiştir. Bu durumdan dolayı Urtaki'nin üç oğlu Asur'a
sığınmıştır. Bazı Elam kaynaklarında 2. Humban-haltaş, Urtaki ve Teumman'ın
kardeş olduğu kaydedilmiştir. Oysa bu kral kendisini 2. Şilhak-inşuşinak'ın
oğlu saymaktaydı (Waters, 1999: 473). Yusifov'a göre Urtaki ve Teumman
hakimiyeti birlikte yönetmişlerdir (Yusifov,1993: 323).
Bu
kralın bazı imar ve bayındırlık faaliyetleri bilinmektedir. O, Susa’da yeni
tapınaklar yaptırmıştır. Onun döneminde Elam’ın zayıf olduğunu anlayan Asur
kralı Asur-banipal M.Ö. 653 yılında Elam’a hücum etmiş ve Der’i fethetmiştir. Ulay
ırmağı yakınlığında vuku bulan bu savaşta Asurlular galip gelip Elam kralı
Tamti-humban'ı öldürmüşlerdir (Waters, 1999: 476). Asur-banipal Urtaki’nin ona
sığındığı bir oğlunu 2. Humban-nikaş adıyla Madaktu ve Tammaritu adında diğer
oğlunu Hidallu hükümdarlığına atamıştır; ama bu bilgileri veren Asur kayıtlarına
rağmen bazı kaynaklar Susa’nın bu zaman Atta-hamiti-inşuşinak'ın elinde
olduğunu yazmaktadır (Mecidzade, 1991: 31).
M.Ö.
650 civarında Asur kralı Asur-banipal ve Babil kralı olan kardeşi
Şamaş-şum-ukin arasında ciddi bir çekişme ve çatışma yaşanmaktaydı. Elamlılar
geçmişteki yenilgilerini telafi etmek ve belki de kaybettiklerini almak için bu
fırsattan yararlanmaya çalışmaktaydılar. 2. Humban-nikaş Asur’la savaşa
kalkışmış ama Der yakınlığında mağlup olmuştur. Aynı işi kardeşi Tammaritu
(M.Ö. 652-649) da yapmıştır. O, Keldani Nabu-bel-şumati ile ittifak yaratarak
Asur’la savaşa girişmiştir. Savaşta alınan yenilgiden dolayı Elam'da ciddi iç
kargaşalar ortaya çıkmış ve Tammaritu çareyi Asur’a sığınmakta görmüştür. Elam
tahtına İndabibi veya İndabigaş geçmiştir, ama onun krallığı Tammaritu'nun üç
yıllık krallığından da kısa olmuştur. Asur kralı Asur-banipal’ın saldıracağı
tehdidinden sonra bu yeni kral katledilerek yerine 3. Humban-haltaş geçmiştir
(M.Ö. 648-640) (Stolper, 1984: 51).
Urtaki ve Teumman kelimeleri önceki
Elam adlarına benzemiyor. Teumman
Hunların meşhur imparatoru Teoman'a çok benzemektedir. Urtaki ise ortak
kelimesine benzemektedir. Bu iki kralın ortaklaşa krallık yaptıkları bu
benzetmeyi desteklemektedir (Yusifov, 1993: 323).
2.3.10. Elam'ın Sonu
Bundan sonra Elam tarihinde
tam bir kargaşa tanığı olunmaktadır. 3.
Humban-haltaş ve Asur desteğini arkasında bulunduran Tammaritu arasında ciddi
bir rekabet yaşanmaktaydı. Bu gergin ortamda Tammaritu Asur tarafından Elam
tahtına oturtulmuştur. M.Ö. 646 yılında 3. Humban-haltaş Elam tahtından Tammaritu'yu
kovarak krallığa başlamıştır. Bu ise Asurlulara yeni bir hamlenin başlatılmasına
zemin yaratmıştır (Pirnia, 1987: 138).
M .Ö. 645 yılı civarında Asurbanipal
büyük bir orduyla Elam'a hücum etmiştir. Elam'ın bir takım kentleri özellikle
Susa, örneği görülmemiş çok şiddetli bir yağma ve yıkıma uğramıştır. Bu defa
amacının Elam’ı tarih sahnesinden silmek olduğu anlaşılmaktadır. Asur-banipal'ın
hatıratı bu yıkım sahnesini şöyle anlatmaktadır: Ben büyük ve kutsal kent,
gizemli tanrıların meskeni Susa'yı Asur ve İştar'ın isteğiyle fethettim;
saraylarına girdim ve sevinç ve neşe ile orada ikamet ettim. Servet, mal, altın
ve gümüşü bol olan hazinelerinin kapısını açtım. Bugüne kadar krallık yapmış
kralların topladığı ve benden başka kimsenin ulaşıp alamadığı serveti ganimet
olarak sahiplendim. Elam krallarının Sumer, Akad ve Karduniaş (Babil)
ülkelerinden talayıp Elam'a getirdikleri altın ve gümüşleri, süs eşyalarını,
krallık simgelerini, savaş silahlarını; kralların, üstünde oturdukları,
uyudukları, yemek yedikleri bütün saray eşyalarını ganimet alarak Asur'a
getirdim.
Ben lacivertli kerpiçlerle
yapılmış Susa zigguratını, binanın perdahlanmış ve parlak bakırdan yapılmış
süslerini kırıp dağıttım. Kimsenin göremediği ve hep gizemli yerlerde yaşayan İnşuşinak,
Sumudu, Lakamar, … gibi tanrı ve tanrıçaları bütün süsleriyle, servetleriyle,
eşyalarıyla ve rahipleriyle birlikte Asur memleketine getirdim. Ak mermerden
yontulmuş veya bakır, gümüş ve altından dökülmüş otuz iki kraliyet heykelini
Asur'a getirdim. Bütün Şadu ve Lamassuları ortadan kaldırdım. Girişlerin süsü
olan öfkeli boğaların heykellerini yerlerinden kopardım. Elam tapınaklarını
yerle bir ettim ve tanrıları ve tanrıçalarını yağmaladım. Ordum hiçbir
yabancının giremediği kutsal bahçelere girip sırlarını gördü ve ateşe verdi.
Benim tanrıçam İştar'dan
korkmayıp atalarıma zarar ve ziyan veren eski kralların mezarlarını yıkarak
cesetlerini güneş ışığına maruz bıraktım. Onların kemiklerini Asur'a gönderdim.
Ben kralların ruhlarını, onlara adaklar adamayı ve şereflerine içki içmeyi
yasak etmekle rahatsız kıldım. Elli beş günde Elam'ı bir harabe ve çöle
çevirdim. Kentlerini tuzluk ve çayırlığa çevirdim. Sayıları çekirge sürüsünden
fazla olan kralların kızlarını, kralların karılarını, eski ve yeni Elam
krallarının ailelerini, valiler ve muhtarlarını, istisnasız olarak bütün
uzmanlarını, erkek ve dişi bütün sakinlerini, büyükbaş ve küçükbaş bütün hayvan
sürülerini ganimet olarak Asur'a gönderdim. Bütün vahşi hayvanlar benim sayemde
bundan sonra oralarda rahat yaşayacaklardır. İnsan sesi, büyük ve küçük
hayvanların sesi, sevinç çığlıkları artık orada olmayacaktır (Beyani, 1973:
101-103).
Elam bundan sonra ciddi olarak
bir daha baş kaldıramamıştır. Kısa bir süre sonra da 3. Humban-haltaş’ın yakalanarak
Asur’a nakledilmesiyle direnişi tam olarak çökmüştür. Bundan sonra Asur
kaynakları Elam konusunda bir şey yazmamaktadırlar (Mecidzade, 1991: 32).
2.3.11. Yeni Babil Döneminde Elam
Yeni Babil döneminin
başlanması ve yeni sülalelerin kurulması ile Asur’un karşısında yeni bir güç
baş kaldırmış oldu. M.Ö. 625-605 aralarında hüküm sürmüş Nabu-pulasar Asur’la
savaşmış ve Uruk’ta tutsak tutulan Elam tanrılarını Susa’ya geri getirmiştir (Zehtabi,
1996: 74).
M.Ö. 629. yılından yani
Asur-banipal'ın ölümünden sonra Asur devleti çok zayıflamıştır; bu da bölge
halklarına bir nefes aldırmıştır. Elam'ın doğusu Anşan'da yerleşen Persler
orada hakimiyetlerini kurmaktaydılar. Kuzeyinde ise bir süre sonra Asur
devletini tarih sahnesinden silecek Medlerin ciddi teşkilatlanmaları ve
hazırlanmaları yürütülmekteydi (Diakonov, 2000: 272). Bu gergin alanda Elam da kuvvetini
toplamaktaydı. M.Ö. 6. yüzyılın başlarında Babil kayıtları orada hüküm sürmüş
2. Nabu-kudunasar ile Elam kralı arasında vuku bulmuş savaştan söz etmektedir. M.Ö.
596 yılında vuku bulmuş bu savaşta, Babil kayıtlarına göre düşman kuvveler
çatışmaya girişmeden geri çekilmişlerdir (Yusifov, 1993: 326). Bazı dağınık
kaynaklar bu dönemde Susa’nın Babillilerin elinde olduğundan va mahalli
hakimlerin onlarla ittifak yarattıklarından haber vermektedir (Cameron, 1986:
167).
2.3.12. Akamenit Krallığında Elam
Satraplığı
M.Ö. 7. yüzyılın ortalarından
itibaren Akamenitler Elam’ın doğu topraklarından bir kısmını ellerine
geçirmiştiler. Bunlar 2. Kuraş zamanındaki güçlü durumlarına geldikleri zamana
kadar Elam'a haraç vermekteydiler (Diakonov, 2000: 272). 2. kuraş (kir) kendine
Anşan kralı unvanını vermiştir; Darius
zamanında ise Elam tam olarak onun kontrolü altına geçmiştir. O, iki defa
Elam’da ortaya çıkmış taht iddialarını ve isyanları bastırmış ve orayı kendine
tabi kılmıştır. Araştırmacıların çoğunluğu göre Akamenitler kent hayatı ve
uygarlığı Elamlılardan alıp geliştirmişlerdir. Onların her şeyinde ve her
alanlarında ciddi olarak Elam etkisi görülmektedir (Purpirar, 2000: 61; Amiyet,
1970: 65) . Akamenitler döneminde Elam bir satraplık haline gelmiş ve adı Uvca,
uca veya Huca’ya değiştirilmiştir (Mecidzade, 1991: 32). Bu sözcük çoğu
bilimadamlarının yanlış iddialarına rağmen Farsça değil belki Elamlıların bir
kolunun adı olmalıdır. Çünkü bu sözcük Perslerin bu bölgelere gelişinden
asırlarca önce bu bölgede kullanılmaktaydı (Sinuhe, 246).
3. BÖLÜM
ELAM DİNİ
3.1. Elam
Dininin Özellikleri
Bütün
eskiçağ topluluklarında olduğu gibi Elamlılarda da Dinin topluluğun her şeyine
hakim olduğu ve yaşamlarında çok önemli bir rol oynadığı görülmektedir.
Elam, Mezopotamya ve Batı İran
toplulukları dinlerinin karşılıklı etkileşimleri yanında her dinin kendine özgü
yanları da bulunmaktadır. Aslında tarihöncesi Elam ve Batı İran’dan
Mezopotamya’ya göç eden grupları göz önünde bulundursak (Kramer, 1998: 287) bir
takım ortak inançların kime ait olduğu hakkında kesin hüküm vermek mümkün olmayacaktır;
ancak göç yönünü nazara alırsak bunların eski Elam ve İran’a ait olduğunu
söylemek yanlış olmayacaktır. Elam ve Batı İran halklarının çoğu, araştırmacıların
büyük çoğunluğuna göre akraba topluluklar sayılmaktadırlar (Balkan, 1990: 18),
yani onlardaki ortak inançlar hepsine aittir. Ama Elam’da bu kendine özgülük
bir takım meselelerin yanında bazı konularda daha çok görülmektedir. Bu konular
kadın, yılan, tapınakların kutsal bahçeleri ve boynuz gibi meselelerden oluşmaktadır
(son iki özellikten tapınaklar bölümünde söz edilecektir).
3.1.1. Elam Dininde Yılan
Kramer toplulukların çoğunun kendine
has yılan ve ejderha motifleri olduğunu, ancak hepsinin kökünde Mezopotamya
motiflerinin etkisiolduğunu ve buradaki motiflerin her yerden eski olduğunu
ileri sürmektedir (Kramer, 1999: 143-144). Bütün kavimlerin yılanla ilgili bir
dizi maddi ve manevi eserleri bulunmaktadır, fakat Elam dininde yılanın yerinin
başka olduğu görülmektedir. Luristan bölgesinde M.Ö. 6. binyıla tarihlenen ve
üzerinde yılan resimleri taşıyan seramikler bulunmuştur (Roaf, 1996: 24). Ayrıca
yılan resmi M.Ö. 4. ve 3. binyıllara tarihlenen kapaklar üzerinde, dikey ve kıvrık
biçimde çizili olarak kapılar üstünde, kralların resimleriyle beraber olarak,
sunak kapları üstünde, balta ve baston gibi eşyaların sapı olarak, dikey olarak
saltanat tahtının payelerinde vs. görülmektedir (Hinz, 1992: 47-48). Hatta
arkeologların kazıp dışarı çıkardığı bazı binaların (olasılıkla mabetlerin)
temelinde yılan heykelleri ve yılan bezemeli kerpiçler bulunmuştur (Labat,
1963: 39). (levha 2)
Elamlılar başta olmak üzere
diğer toplulukların da yılana olan dikkat ve inançları hakkında çeşitli
fikirler ileri sürülmüştür. Bazıları yılanın cilt değiştirip yenilendiği için
yıl, mevsimler, zirai ürünler, doğa, ay ve birçok başka yinelenen ve yenilenen
şeylerle birlikte bereket simgesi ve ondan dolayı kutsal bir yaratık olarak saymışlardır
(Eliade, 2003: 178). Bu hayvanın bir totem olma olasılığı da vardır ama totemin
kutsal olduğu ve bu kutsal toteme dokunmanın yasak olduğu da ileri sürülmüştür (Freud,
1998: 15). Oysa Elamlıların yılana dokunduğu ve onu ellerine aldığı tasvirler bulunmuştur.
Bu eserlerin bazılarında yılan motifleri bir koruyucu güç gibi görünmektedir.
Elam’da hayat ağacına sarılmış
yılan tasviri görülmektedir. Bu topluluğa göre yılan yer altı güçlerinin sembolü
de sayılmaktaydı. Elamlılar yılanı ilahileştirmişlerdir. Aynı zamanda yılana
insani özellikler addetmişlerdir. İnsan başlı yılanın sadece Elam medeniyetine
özgü olup Mezopotamya'da tanınmış olmadığı ileri sürülmüştür. Elam’ın
verimlilik simgesi olan birbirine dolaşmış iki yılan Mısır’a kadar yayılmıştır (Yusifov,
1993: 330).
3.1.2. Elam'da Kadının Konumu
Önce de yazıldığı gibi
Elamlılar çoğu ilkel topluluklar gibi anaerkillik döneminden de geçmişlerdir. Elamlılar,
Hesiodos’un dediği, tanrıçalar, kadın kahramanlar ve kadınların hakim durumda olduğu bir çağı (Razi, 1964: 41) diğer topluluklardan daha şiddetli, daha
kapsamlı ve daha uzun bir sürede yaşamışlardır. Bu ise onların toplumsal açıdan
gerçekten hazır olarak bu noktaya vardıklarını ve bu fikirleri sadece bir etki
olarak başka bir topluluktan almadıklarını, aşamaları birer birer yaşayarak bu
inançları yarattıklarını göstermektedir. Avcılık ve toplayıcılıktan yerleşik
hayat ve tarıma geçiş aşamalarını onlar uzun zaman doğayı gözlemleyip bir anaya
benzeterek yaşamışlardır.
Eliade’nin yazdığı doğurganlık işinde tekçe
faktörün kadın olarak görülmesi, yani biyolojik olarak çocukların oluşumunda
sadece ananın rol oynaması (Eliade, 2003: 246), Elamlıların dini inançlarına
yansımıştır. Onların kadına verdikleri önem eskiçağ dünyasında örneği az olarak
görülmektedir. Mısırlıların dünyanın menşeyini erkeklerden bilme görüşlerinin
tersine Elamlılar dünyanın menşeyini dişi varlıktan bilmişlerdir (Razi, 1964:
40). M.Ö. 3. ve 2. binyılda artık birçok anaerkil topluluğun ataerkillik
yolunda epeyce yol aldıkları görülmektedir, oysa Elamlıların komşu bir devletle
bağladıkları önemli bir antlaşmanın metninin kadın tanrıça ile başlaması bu
açıdan çok anlamlı bulunmaktadır.
Elamlılar doğayı iyi
gözlemlemişlerdir. Diri varlıkların ölmesi, yerlerine yenilerinin gelmesi, bunların
hepsinin nedenini bir dişi varlık olarak görmeleri ve aynı özellikleri toprağa ve
tanrılara atfetmeleri onları ana tanrıça kavramına götürmüştür. Yani her şeyin
anası bulunmakta, her şey bir anadan neşet almakta ve ondan dolayı itibar bu
kanaldan kazanılmaktadır. Bu inanç ve görüş o kadar onların hayatında kök
salmıştır ki ataerkilliğin yaygınlaşmaya başladığı bir dönemde bile aşağı
yukarı bütün siyasi tarihleri boyunca kurdukları hakimiyet sistemleri bu mesele
ile ciddi bir biçimde düğümlenmiştir. Kralın yerine aynı anadan doğan kardeşi
geçmeliymiş. Elamlılar böylece varlığın ve evrenin bir ana tanrıça tarafından
yaratıldığına inanmışlardır. M.Ö. 6. binyıldan beri çok sayıda çıplak ve göğüslerini
iki eliyle tutarak yapılmış kadın heykeli Elam’da ana tanrıça, kadın ve onunla
ilgili inançların önemli bir yer tuttuğunu göstermektedir (Hinz, 1992: 50-51).
Bu heykellerin kemer kısmının çok geniş bir şekilde yapılması doğurganlık ve
analık olgusunu vurgulamak amacıyla yapılmıştır.
3.1.3. Elam Tanrılarının Gizemli Yönleri
Elamlılar tanrıların
açıklanamaz özellikleri olduğuna inanmışlardır. Ondan dolayı Elamlılar
tanrıları için birçok lakap kullanmışlardır. Mesela Zana “bayan”, Napir
“tanrı”, Kiririşa “büyük tanrıça”, İnşuşinak “Susa’nın efendisi”, GAL “büyük, yüce”
vs. GAL lakabı Humban için kullanılmıştır; tabletlerde bu sözcük İnşuşinak
sözcüğünden önce görülmektedir. Humban kelimesi bir kez hece yazısı dışında her
zaman bu işaretle yazılmıştır. Asurlular onu Umman olarak yazmaktaydılar. Ayrıca
Elamlılar bir grup tanrıya işaret etmek için napratep, pahahutepve pahakikip
gibi çoğul lakaplar kullanmışlardır. Şilhak-inşuşinak'a ait bir tablette böyle
bir dua görülmektedir: "e nap pahappi aktip nappip" yani "ey
koruyucu tanrılar, büyük tanrılar" (Labat, 1963:27).
Akad katipleri Elam
tanrılarını belirlemede her zaman sorunlarla karşılaşmışlardır. Bu, Elamlıların
Akadlardan çok farklı bir dine sahip olduklarını ve onların dini inançlarıyla özdeşmediğini
göstermektedir. Ayrıca Elamlılar tanrılarını düzgün ve açık bir şekilde izah
etmeyerek onlara her zaman gizemli bir vasıflar vermekteydiler. Çoktanrılılıktan
tektanrılılığa gidiş sürecinde bir takım tanrı vasıflarının bir tanrıda
toplandığı gibi onlar da Elamlıların kendi tanrılarına verdikleri vasıfların ve
özelliklerin bir kaçını bir tanrıda toplamışlardır; mesela Ninurta’nın
özellikleri sekiz, Adad'ın özellikleri üç ve Şamaş'ınki iki Elam tanrısına eşit
olarak görünmektedir (Mecidzade, 1991: 57-58). Çığ tanrı özelliklerinin yok
olmadığını ileri sürmektedir; kentler arasında yapılan savaşlarda yenik düşmüş
kentin koruyucu tanrısının özelliği, galip kentin koruyucu tanrısına eklenmekte
veya meleklere, cinlere dönüşüp hayatlarını sürdürmekteydiler (Çığ, 2000: 14). Bu
olay bazen kültürel temaslarla da olmuştur. Bir kenti kültürel etkisi altına alan
başka bir kentin koruyucu tanrısı diğer tanrının vasıflarını kendinde toplamaktaydı.
3.2.
Elam Tanrıları
3.2.1. Elam Ana Tanrıçaları
3.2.1.1. Pinikir
Elam
dini konusunda ilk güvenilir bilgiler Akad kralı Naram-sin ve Avan kralı Hita
arasında bağlanan dünyanın ilk yazılı siyasal antlaşmasından edinilmektedir.
Bazı yerleri kırık olan bu antlaşmada 37 tanrının adı tanık olarak verilmekte
ve tablet bu cümlelerle başlamaktadır: “Tanrıça Pinikir (Pinenkir) ve siz göğün (cennetin) iyi
tanrıları! Sözümü duyun…”.
Bu antlaşma görüldüğü gibi Susa ana tanrıçası Pinikir’in adı ile
başlamaktadır.
Bu
ise M.Ö. 2200’lerde Elam panteonunun başında bir tanrıçanın durmakta olduğu
anlamına gelmektedir. Daha sonralar Pinikir, göklerin (Cennetin) kralı olarak
tavsif edilmiştir. Onun adı, Orta Elam devri kralı Şilhak-inşuşinak’ın kızı
Utu-e-hihhi-pinikir’in adında olduğu gibi özel adların bir komponentini
oluşturmaktaydı. Bu ad “Ben onun dölyatağını(?) Pinikir’e armağan ettim.”
şeklinde açıklanmıştır. Akadlılar ise onda bir nevi İştar’ın kişiliğini
görmekteydiler. Bütün metinler onun Elamlıların ana tanrıçası olduğunu
göstermektedir (Hinz, 1963: 21-22).
3.2.1.2.
Kiririşa
Ülkenin
güneydoğusunda bulunan ve Basra Körfezi limanı olan eski Liyan kentinin
Kiririşa* (büyük tanrıça) adlı başka bir ana tanrıçası olmuştur. Bu sözcüğün
bir lakap olma olasılığı bulunmakta ve tanrıça anlamına gelen kiri ve büyük
anlamına gelen rişa kelimelerinden oluşmktadır; Bu sözcük büyük tanrıça, ana
tanrıça anlamına gelmektedir. Buna göre ve üstelik Kiririşa adının antlaşmada
olmamasından dolayı bazıları Pinikir ile Kiririşa’yı aynı tanrılar olarak
addetmekte ve ikinci sözcüğü birinciye bir lakap olarak saymaktadırlar. Ama
Orta Elam kralı Untaş-napirişa’nın Dur-untaş kentinde bunların her ikisinin
adına yaptırdığı tapınaklar bulunmuştur. Yeni Elam dönemine ait bir askerin
heykeli üzerinde her iki tanrıça tapınaklarıyla birlikte anılmıştır. Ayrıca
Hita döneminde Liyan kenti imparatorluğun sınırları içinde olup olmadığı bilinmemekte
ve belki bu nedenden dolayı bu tanrıçanın adı antlaşmada geçmemektedir. M.Ö.
710 civarında yaşamış Ayapir (bugünkü Malemir) kralı Hanni bir tablette
Kiririşa ve kentin ana tanrıçası Parti'den (Partikir) yardım istemiştir. Bu
deliller iddiayı şüpheler altına bırakmaktadır. Liyan’da bulunmuş bütün
belgelerde bu tanrıçanın adı görülmektedir. Kiririşa yavaş yavaş güneydoğudan
başkent Susa’ya nüfuz etmeye başlamıştır; Orta ve Yeni Elam dönemi kralları
Susa’da onun adına birkaç tapınak yaptırmışlar. Başkent’te Kiririşa’nın
“tanrıların anası” ve “büyük tapınağın tanrıçası” gibi lakapları olmuştur (Lahici,
1998: 221).
3.2.1.3.
Parti (Partikir)
Diğer bir ana tanrıça, anıldığı gibi M.Ö.
710 yılında eski Ayapir kralı Hanni’ye ait belgelerde görülmektedir. Bu belgelerde
Hanni, tanrıçalar Parti (Susa metinlerinde Partikir biçiminde yazılmıştır) ve
Kiririşa’ya dua etmiş ve onu “tanrıların iyi anası” olarak tavsif etmiştir
(Hinz, 1992: 49-50).
Bir ülke içinde çeşitli ana tanrıçaların
varlığı şaşırtıcı olarak görülmektedir, ama Elam’ın federal bir sistem ve
mahalli güçlerle yönetilmesi her bölgenin bir ana tanrıçası olduğunu
beraberinde getirmiştir. Güçlü ve
otoriter bir kralın vatanının ana tanrıçası ön planda tutulmaktaydı.
Mahalli kayıtlarda ise oranın ana tanrıçası ön planda olmuştur.
M.Ö.
2. binyılda Kiririşa’nın nüfuzu bütün Elam'da hissedilmekteydi. Her bölgenin
ana tanrıçası aynı eski önemini korumuştur, ama Susa’da her üç ana tanrıçaya önem
verilmiş ve tapınaklar inşa edilmiştir
(Razi, 1993: 12).
Pinikir, Kiririşa ve Partikir
adlarındaki "kir" hisseciği Türkçe'deki r-z ses değişimine göre bugün
Türkçe'de kullanılan kız kelimesinin aynıdır. Sumerce'de ise ki ve sonralar kir
şeklinde geçmektedir. Tabletlere göre her üç kelimenin cevherinde dişilik olayı
vardır. Elam kayıtlarında bu kelimenin anlamı tanrıçadır.
3.2.2. Humban
Antlaşmadaki 37 tanrı ve
tanrıça listesi yerli ve yabancı tanrılardan oluşmaktadır. Pinikir’den sonra
ikinci yeri Pahakikip ve üçüncü yeri GAL olarak da bilinen Humban veya Huban
almıştır (Asur kayıtlarında Umman biçiminde kaydedilmiştir). Pahakikip
zikredildiği gibi bir grup tanrıya işaret etmektedir; bazı arştırmacılar ise onu
mustakil bir tanrı saymayarak 2. sırada Humban'ın
olduğunu öne sürmüşlerdir. Humban M.Ö. 2. binyıldan Elam’ın sonuna kadar
ataerkilliğin yaygınlaşıp iyice oturmasından dolayı panteonun başına geçmekte
ve bütün Elam’da tapılmaktaydı. Göklerin tanrıçası lakabını taşıyan Pinikir'in
ve sonra Kiririşa’nın eşi olmuştur (Bahar, 1997: 403). Hutran bu evlilikten doğan
tanrı olmuştur ve antlaşmada 15. yeri işgal etmiştir. Bu tanrını Asur katipleri
Uduran olarak kaydetmişlerdir. Humban da göğün (cennetin) hakimi sayılmaktaydı (Yusifov,
1993: 328).
3.2.3. A-MAL
Antlaşmada tanrılar sırasının
dördüncüsünü bir yabancı Mezopotamya tanrısı tutmuştur. Bu antlaşmanın diğer
tarafının Akad kralı Naram-sin olması Akad
tanrılarının tanık olarak listede yer almalarına neden olmuştur. Bu tanrı A-MAL
adını taşımakta ve Akad belgelerinden Sargon’un sevdiği ve saydığı bir tanrı
olduğu bilinmektedir (Cameron, 1986: 30).
3.2.4. Zit (Sit)
Sadece adı ve sağlık tanrıçası
olduğu bilinen Zit veya Sit, sıranın beşinci yerindedir. Elamca'da Zitme
sağlık anlamına geldiği için bu tanrıçanın böyle bir sorumluluğu olduğu öne sürülmektedir
(Mecidzade, 1991: 52-53).
3.2.5. Güneş Tanrısı Nahiti veya
Narunte
altıncı sırada Elamlıların en
önemli tanrılarından biri olan güneş tanrısı Nahiti gelmektedir. Daha sonra
Nahhunte biçiminde kaydolan bu adın aslında Nanhunte olduğu ve gündüzün
efendisi anlamına geldiği ileri sürülmektedir. Bu tanrının aynı zamanda adalet
tanrısı olduğu bilinmektedir (Günaltay, 1987: 80). Elamlıların dışında Persler
ve Mezopoyamyalıların mitolojilerinde de güneş tanrısı adalet tanrısı sayılmaktadır.
O, insanları normal hayatlarında yargılayacaktır. Bir metinde onun hakkında “Bir
kral tanrı Nahunte’nin sadık bir kuludur” ibaresi geçmektedir. Bu tanrının adı antlaşmada
Nahiti şeklinde yazılmıştır (Hinz, 1963: 26-27) ve bu biçimi ile Medler ve
Akamenitlerin su ve ırmak tanrısı Anahita, Anahit ve Nahit’e çok benzemektedir.
Perslerin bu eski tanrılarını İran’ın batı bölgelerinde yerleştikten sonra
yerli halklardan aldıkları söylenmektedir (Boyce,1975: 91).
3.2.6. İnşuşinak
Sıranın sonraki yani yedinci
yerini Susa kentinin yerli tanrısı İnşuşinak almıştır. Susa’nın git gide artan
öneminden dolayı bu tanrı 2. ve 1. binyıllarda Humban ve Kiririşa’dan sonra
bütün Elam’ın 3. önemli tanrısı olmuştur. Bu dönemin tabletlerinde genellikle
sırayla Humban, Kiririşa ve İnşuşinak’ın adı geçmektedir, ancak bazı metinlerde
Humban’dan sonra ikinci sırayı alındığı da görülmektedir. Bu olay daha çok
Şilhak-inşuşinak döneminde görülmektedir; bu tanrıya edilen övgüler ve methler
itibariyle Humban’dan daha önemli olduğu görülmektedir. Şilhak-inşuşinak’ın
yaptırdığı veya onardığı 20 mabetten on tanesi bu tanrıya vakfedilmiştir, oysa
Humban, Pinikir, Suhsipa ve Lakamar’a birer tapınak adanmıştır. Bazıları onun sadece kral ailesinde ve
kraliyet yazılarında önemli olduğunu, oysa Humban’ın halk arasında daha çok
sevildiğini ileri sürmektedirler (Labat, 1963: 29).
3.2.6.1. İnşuşinak Sözcüğünün
Anlamı
Bu tanrının adı tanrı ve
efendi anlamına gelen Sumerce İN veya EN ve Elamca Şuşinak’tan
oluşmakta ve birlikte Susa’nın tanrısı, Susa’nın efendisi anlamına geldiği
söylenmektedir (Rokhzadpur, 1996: 22). Selahi Diker bu kelimeni farklı bir
biçimde açıklamaktadır. Ona göre bu sözcük iki Türkçe inçu (inci) ve sunak (sunan)
sözcüklerinden oluşmakta ve birlikte inci kral veya inci efendi anlamına gelmektedir
(Diker, 2000: 236-237).
M.Ö. 2. binyılın başlarına
tarihlenmiş bir tablete göre bir Elam kralı İnşuşinak’ı “kendi kralı” olarak
anmaktadır. Diğer bir kral ona “tanrılar kralı” lakabını vermektedir. Aynı lakapları
Orta Elam çağı kralları Untaş-napirişa ve Şilhak-inşuşinak da bu tanrıya
vermişlerdir. Ayrıca her kral kendine “İnşuşinak’ın sadık kulu” lakabını
vermektedir. En başlardan halk kitlesi ona "yetimler ve mazlumların
atası" lakabını vermiştir. Bu adlandırma derin bir bağlılığı
göstermektedir. Bu tanrı Asur kayıtlarında gizemli tanrı ve gizemli yerlerde
yaşayan tanrı olarak tavsif edilmektedir (Hinz, 1992: 52).
3.2.6.2. İnşuşinak'ın Görevi
ve Yardımcıları (İşme-karab ve Lakamar)
Bu tanrıya öbür dünyada
insanları yargılamak görevi verilmiştir, yani öbür dünya hakimidir. Onun
gücünün kaynağı da bu noktada yatmış bulunmaktadır. İnşuşinak antlaşmada adları
yazılmamış iki yardımcısı İşme-karab ve Lakamar ile birlikte öbür dünyanın
efendileri sayılmaktadırlar. İşme-karab Akadların Elam'da kabul edilmiş bir
tanrıçasıdır. Bu iki yardımcı ölü ruhlarını karşılayıp İnşuşinak'ın huzuruna
götürmektedirler; o da onlar hakkında hükmünü vermektedir. İşme-karab eski
Babil döneminden ve Lakamar ise Orta Elam döneminden itibaren yaygın olarak
metinlerde görülmektedir. İşme-karab'ın adı tabletlerde her zaman Akad
logogramıyla yazılmıştır. O nedenle onun Akadca ad taşıyan bir Elam tanrıçası
mı yoksa Akad’ın etkisi sonucunda Elam panteonuna girmiş bir Akad tanrıçası
olduğu meselesi iyi bilinmemektedir. Akad dilinde “O bizim dualarımıza yakındır.”
anlamına gelen İşme-karab Elam’ın sonuna kadar varlığını önemli ölçüde
sürdürmüştür (Lahici, 1998: 222-223).
3.2.7. Simut ve Manzat
Sıranın sonraki yerinde “Elam
tanrısı” lakabını taşıyan Simut veya Şimut gelmektedir. Onun eşi Manzat (Manzit)
ise sıranın 18. yerini işgal etmektedir. Simut’a bütün Elam’da tapılmakta ve
saygı gösterilmekteydi. Ona Susa, Ayapir ve Avan kentlerinde tapılmaktaydı.
Untaş-napirişa'dan önce onun Susa'da bir tapınağı olduğu öne sürülmüştür. Bu
kral Dur-untaş'ta onun adına bir tapınak yaptırmıştır. Susa akropolündeki
tapınağı harap olmaya yüz tuttuğu zaman Şilhak-inşuşinak'ın kardeşi
Simut-nikataş orayı restore etmiştir. Fransız arkeolog Steve eski Hupşen şehrinde
bir tapınağın tanrıça Manzat’a ait olduğunu kanıtlamıştır. Bu tanrıça Susa ve
Çoğa-zenbil’de NİN-URU yani kentin hanımefendisi adlanmakta ve Belit-ali
sözcüğü onun Akadca karşılığı olarak bilinmektedir. Onun bu iki kentte de
tapınakları bulunmuştur. Onun tapınağı eşi Simut'un tapınağının yanında
yapılmıştır. Şutruk-nahunte ve Hutelutuş-inşuşinak onun tapınaklarını restore
etmişlerdir (Mecidzade, 1991: 53-54).
3.2.8. Siaşum ve Hutran
Manzat’tan önce Siaşum ve
ondan sonra yabancı Mezopoyamya tanrısı Nin-karak yer almaktadır. Siaşum sözcüğü
"Siaşum bir anadır" anlamına gelen Siaşum-umma ve "Siaşum'un
dölü" anlamına gelen Par-siaşum gibi ibarelerde bulunmaktadır. Bu tanrıça Yeni
Elam döneminde Tanrılar sarayının koruyucusu sayılmaktaydı. Listede Siaşum’dan
önce yine Sumer tanrısı Ninurta görülmektedir (Hinz, 1963: 27). Ninurta’dan
önce 2. binyılın baş tanrıları Humban ve Kiririşa’nın oğlu sayılan Hutran yer
almaktadır. Bu tanrının adı diğer bazı tanrılar gibi Hutran-tamti ve
Kiten-hutran gibi bazı kral adlarının bir kısmını oluşturmaktaydı (Lahici,
1998: 222).
3.2.9. Hurbi
Hurbi’nin adı Şimut ve
Hutran’ın adları arasında görülmekte, ancak tabletin bozukluğu ve birkaç tanrı
adının silinmiş olduğundan dolayı sırası
bilinmemektedir (Yusifov, 1993: 330).
3.2.10. Zafer Tanrıçası Narunte
Listenin 20. yerini (bazılarına
göre 19. yerini) Elamlıların zafer tanrıçası Narunte (Narute) almıştır. Bu
tanrıçanın alçıtaşından yapılan bir heykelini Avan sülalesinin son kralı
Kutik-inşuşinak onun adına yaptırdığı bir tapınağa sunmuştur. Üzerinde Akadca
yazısı olan bu heykel arkeolojik kazılarda bulunmuştur. Üzerindeki yazı bu
anlama gelmektedir: "Benim dualarımı dinle, benim haklarımı koru". Bu
eserde Narunte bir koltuğa benzer bir tahtın üzerinde oturmakta ve ikişer ikişer
simetrik olan üç çift aslan bu tahtı süslemektedir. Kutik-inşuşinak'ın eski linear
Elam alfabesiyle yazılan kırık bir tableti ise bu ibareti içermektedir: "Zafer
(Elamca mete) Narunte’nin yardımıyla kazanıldı". O, Asur
yazılarında yedi şeytanın kızkardeşi olarak tavsif edilmektedir (Negahban, 1996:
124).
3.2.11. Ay Tanrısı Napir
Elam panteonunun diğer önemli
tanrılarından biri de ay tanrısıdır. Onun adı her zaman Akad ideogramıyla
yazılmıştır. Aydın, ışıklı, parlak anlamına gelen lakabı sipakir-ra'dan adının
Napir olduğu tahmin edilmektedir. Antlaşmanın kırık yerlerinden dolayı adı bu
listede görülmemektedir. Elamlılar onu da yetimlerin babası saymaktaydılar.
Eski Elam metinlerinde adı sık geçmemekte, ancak yeni bir Elam metni onun
gücünü böyle anlatmaktadır: "Parlak tanrı Napir, tanrıların koruyucusu"
(Hinz, 1992: 55-56).
3.2.12. Su ve Irmak Tanrısı Şazi
Şazi veya Sazi su ve ırmak
tanrısı olarak öne sürülmektedir. Yargılarda zor sınavlar yargıcı olarak o
seçilmekteydi. Yalan tanıklık edenin hakkında böyle bir yargı verilmekteydi: "O
suya girmelidir, ırmaklar tanrısı Şazi burulğan sular içinde onun kafasını
kırsın, tanrı ve kralın topuzu onun başına çarpılsın, tanrı ve kralın
topraklarından dışlansın" (Hinz, 1992: 127).
3.2.13. Hişmetik
Hişmetik ve Ruhuratir'e Susa
ve Çoğa-zenbil’de kral Untaş-napirişa tarafından ortak bir tapınak yapılmıştır.
Hişmetik sadece Susa ve Çoğa-zenbil'de bu ortak tapınağın kerpiçlerinden tanınmakta
ve adı başka hiçbir yerde geçmemektedir (Labat, 1963: 32).
3.2.14. Ruhuratir
Bölgesel ama önemli bir tanrı
olan Ruhuratir kendi nüfuz bölgesi sayılan Ayapir’de Susa’nın İnşuşinak’ına
denk gelmektedir. Orada bulunmuş metinlerde tanrı Nahunte ve Ruhuratir’in
adları geçmektedir. Nitekim Susa belgelerinde Nahunte ve İnşuşinak’ın adlarının
geçtiği görülmektedir. Buradan da onun yer altı ve öbür dünya tanrısı olduğu
ortaya çıkmaktadır (Hinz, 1963: 24-25).
3.2.15. Upur-kupak
Upur-kupakın bölgesel bir tanrı
olduğu söylenmektedir. Untaş-GAL onun adına Susa’da bir mabet yaptırmıştır. Ondan
önce onun adına adanmış hiçbir tapınak bulunmamıştır. Hutelutuş-inşuşinak ona
özel bir saygı göstererek Şeluliki kentinde onun adına bir tapınak yaptırmıştır.
Untaş-GAL’ın Çoğa-zenbil’de onun adına tanrıça Kiririşa tapınağının yanında bir
tapınak yaptırmıştır. Sonralar Şilhak-inşuşinak onun mabetlerini restore
etmiştir (Labat, 1963: 30-31).
3.2.16. Nazit
Bir diğer Elam tanrısı
Nazit’tir. Onun hakkında fazla bilgi bulunmamıştır. Onun mabedi olasılıkla
Humban ve İnşuşinak’ın Çoğa-zenbil’deki ortak tapınaklarının bir bölümünü
oluşturmaktaydı, çünkü onun adı bu iki tanrının adıyla birlikte oradaki
kerpiçler üzerinde bulunmuştur (Negahban, 1996: 127).
3.2.17. Pelala
Tanrı Pelala hakkında ise kıt
bilgiler bulunmaktadır. Onun adı Huhnur yazıtlarında geçmektedir. Ayrıca
Asur-banipal yıllıklarında bu tanrının adı zikredilmektedir. Bir takım Elam
tanrısı gibi onun da insanlar dünyasındaki sorumluluğu hakkında bir şey bulunmamaktadır (Labat,
1963: 32-33).
3.2.18. Niarzina
Sıranın yirmi yedinci yerinde
olan tanrıça Niarzina iki Siaşum, Narunte ve Napir ile birlikte anılmıştır (Hinz,
1963: 27).
3.2.19. Kirvaş
Kirvaşir veya Kirvaş (Kirmaş)
ise sadece Hafttepe tebletlerinden öğrenilen olasılıkla o kentin
tanrıçalarındandır. O, bir tablette İnşuşinak ile birlikte anılmıştır (Negahban,
1993: 366).
3.2.20. Elam'da Mezopotamya Tanrıları
Bunlardan başka Elamlıların şu
ana kadar bilinmediği tanrılarının varlığı da muhtemel olarak görünmektedir; her
zaman onarım ve restorasyona ihtiyacı olmayan bir takım tapınaklar da olmuş ve
bu nedenden dolayı bu tapınak tanrısının
adı belgelere geçmemştir. Bunların dışında bir de Mezopotamya etkisiyle Elam’da
kabul edilmiş o bölgenin tanrıları olmuştur.
A-MAL, Nin-karab, Ninurta ve Aşhara'nın (İşhara, listenin otuz birinci
yerindedir) adları antlaşmada geçmektedir. Onların dışında Akad’ın gitgide
artan etkisiyle özellikle Susa’da Nergal, Enki, Ningal, Anunitum, İşme-karab ve
Orta Elam döneminde Adad, Nabu, Şala, Lakamar, Sin, İnanna ve Nusku’nun adına
bulunmuş tapınaklar onların da kabul edildiğini göstermektedir. Bunlar
gerçekten kabul edilmiş tanrılar olarak görülmektedir, çünkü onların adına
yapılmış tapınaklar dışında metinlerde de sık sık adları geçmektedir. Bunların
yanı sıra ender de olsa Enlil, Era-iştum, Kabta, Martu, Nin-şubur, Sataran,
Şamaş, Lama ve Nin-hursak'ın adları de bazı metinlerde geçmektedir (Mecidzade,
1991: 52).
Bazı yazarlar Susa akropolünde
bulunan ana tanrıçanın adını, “dağlar hanımı ve efendisi” anlamına gelen ve
Sumerce bir kelime olan Nin-hursak olarak yazıp onun Elam menşeli olması
olasılığını ileri sürmüşlerdir (Lahici, 1998: 214). Ama adının ender olarak
zikredilmesi bu olasılığın çok zayıf olduğunu göstermektedir.
3.2.21. Mezopotamya Tanrılarına
Yüklenmiş Yerli Özellikler
Önce de belirtildiği gibi bu yabancı
tanrılar birer Elam tanrısının yabancı kelime ile adlandırılmış şekli mi yoksa
yabancı bir tanrı oldukları bilinmemektedir. Önemli olan bir diğer mesele budur
ki acaba yabancı tanrılar oldukları
takdirde Mezopotamya‘da taşıdıkları özelliklerin aynısını Elam’da da taşımakta
mıydılar? Yani bunlar aynı sorumlulukları ve yükümlülükleriyle mı Elam’da kabul
edilmişlerdir? Bu konuda edinilmiş bilgiler onların kısmen de olsa yerli
inançlarla karıştırıldığını göstermektedir. Çoğa-zenbil’de sapı yılan biçiminde
olan bir çapa bulunmuştur. Bu çapanın üzerinde tanrı Nabu’nun adı kazınmıştır.
Nabu ile yılanın ilişkisinin Elam’da yaratılmış bir yenilik olduğu sanılmakta
ve Nabu’nun Mezopotamya’daki özellikleri ile hiçbir alakasının olmadığı öne
sürülmektedir. Başka bir örnek tanrıça Şala’da kendini göstermektedir. O Sumer
hava ve fırtına tanrısı İşkur’un Akad versiyonu olan Adad’ın eşi olarak
bilinmektedir. Ancak Elam kayıtlarında her zaman ondan bağımsız olarak görülmektedir
(Mecidzade, 1991: 60).
Burada Elam tarihinde şimdiye
kadar iyi bilinmemiş ve sadece tahminler yürütülmüş bir konu üzerinde de durmak
gerekmektedir. Neden bu tanrılar Susa’da ve oradan da Elam’da kabul edilmişler
ama onlardan daha fazla öneme sahip veya aynı düzeyde olan başka tanrılar kabul
edilmemişlerdir? Acaba Elamlıların kabul ettiği oysa bilgi yetersizliğinden
bilinmeyen bir takım başka tanrıları da mı olmuştur?
3.3. Elam'da
Tanrısal Güç (Kiten)
İnancı
Elamlıların
inandıkları tanrısal ve doğaüstü güçler hakkında az da olsa bilgi edinmek mümkün
görünmektedir. Elamlılara göre bütün tanrıların kiten adında gizemli ve
doğaüstü güçleri olmuştur (Bahar, 1997: 404). Onlara göre bütün tanrıların kiteni
olmuştur; fakat Humban'ın kiteni diğer tanrılarınkinden daha güçlü olup sadece
krallara verilmiştir (Mecidzade, 1991: 51). Her tanrının kiteninin sorumlu
olduğu işlerde ve alanda daha çok geçerliliği ve etkinliği olduğu sanılmaktadır.
Bu kiten krallara verilmekte ve kral o gücün sayesinde krallık yapabilmekteydi.
Onu kaybettiği zaman krallığını kaybetmekteydi. Susa'da bulunmuş bazı
tabletlerde antlaşmaları bozanın İnşuşinak'ın desteğini kaybedeceği uyarısı
görülmektedir. Bazı metinlerde o kişinin öleceği ve bazılarında ise tanrı
İnşuşinak'a teslim edileceği yazılmaktadır. Bu son cümle de öleceği anlamına
gelmektedir. Çünkü İnşuşinak yeraltı dünyasının hakimi olmuştur. Bu konu
Türklerdeki kut inancı ve Perslerdeki "farre-ye izadi" inancıyla
benzerlik göstermektedir. Perslerdeki bu inancın kaynağını onlardan daha önceki
kavimlerde aramak gerektiği ileri sürülmektedir (Lahici, 1998: 222, 226).
Türklerdeki
kut veya tanrısal güç tek tanrı sayılan gök tanrıdan inmekteydi. Kutadgu Bilig'e
göre töreyi iyi uygulayan şahsa kut verilmekteydi. Ayrıca herkes kut sahibi
olabilmekteydi. Ancak kötü işler yapıp töreyi bozduğu zaman verilmiş kut ondan
alınmaktaydı (Başer, 1990: 6-7). Elam dini çoktanrılılık olduğu için her
tanrının bir kiteni veya kutu olduğu sanılmaktadır. Kralın giriştiği her alan
ve yaptığı işlerde o sahanın tanrısından kut aldığı sanılmaktadır. Bu kelime
Akad diline girmiş ve kidinu biçiminde kaydedilmiştir. Bu kitenin bazen fiziksel
ama dokunulmaz bir biçime sokulduğu da ileri sürülmüştür. Hatta krallığı
kaybetmiş biri hakkında böyle söylenirdi: "O tanrı … kitenine dokunmuş"
(Hinz, 1992: 58).
Elamlıların Aziyanik bir kavim ve dillerinin ise bitişken
olduğuna göre bu inancın ortak bir kültür olduğunu söylemek mümkündür. Oysa
Perslerin bu inancı Elamlılardan veya Türklerden aldıkları söylenebilir
(Lahici, 1998: 222). Balıkçı kuzey Türklerine ait Ak Köbök destanında bu
kelimenin Kiden Han adında kullanıldığı görülmektedir (Ögel, 1995: 22).
Elamlılar
arasında kut ile kurulmuş kral isimlerin çok fazla olması bu inancın varlığı ve
yaygın olduğunu göstermektedir. Kutik-inşuşinak, Kutir-nahunte (üç kral veya
vali), Kuduzuluş (üç kral veya vali), Kutir-şilhaha (iki kral veya vali),
Kidin-hutran.
3.4.
Elamlıların Dini Törenleri
3.4.1. Tanrı Heykelinin Tapınağa
Götürülme Töreni
Elamlıların
dini törenleri hakkında bazı bilgiler bulunmaktadır. Bunların biri tanrı
heykelini taşıyan gruplardır. Bu gibi yürüyüşlerin Mezopotamya’da da yaygın
olduğu bilinmektedir, ama bunların görünüşü daha çok mahalli özellikler
taşımaktadır. Kutsal bir yeri ziyaret etmek için rahipler, krallar ve erken
dönemlerde kral-rahiplerin arkasında yürüyen insanlardan oluşan bu gruplar
olasılıkla tapınağa koymak için kendileriyle birlikte tanrı heykeli ve
armağanlar götürmekteydiler. Elam topraklarında bulunmuş bu tasvirlerin birinde
herkesin elinde yılana benzer ipler ve belki de yılanlar bulunmakta ve heykelin
önünde bir çalgıcı oturmaktadır (Hinz, 1992: 58-59). Bu da Elamlılar nezdinde
müziğin önemi ve eskiliğini göstermektedir. M.Ö. 8. yüzyılda Ayapir valisi
Hanni dönemine tarihlendirilmiş Kule Ferah’taki kaya resimlerinde de çalgıcılar
görülmektedir. Kutik-inşuşinak çalgıcılar her sabah ve akşam İnşuşinak'ın
tapınağı önünde çalmalarını emretmiştir. Elam müzik enstrumanı Sabun Babil'de
Sabitum adıyla tanınmakta ve çok yaygın bir biçimde kullanılmaktaydı
(Mecidzade, 1991: 54-55). M.Ö. 4. binyılın ikinci yarısına tarihlenen ve
Çoğamiş'te bulunan bir kil parçası üzerinde en eski çalgı izleri bulunmuştur.
Bu tasvirde harp, bağlamaya benzer bir enstruman, davul ve zurna çalanlar ve
şarkı söyler gibi bir kişiden olşan bir grup görülmektedir (Nasr, 1976: 136).
Bu
grupların gittiği bir mabedin kalıntısı eski Anşan bölgesinde olan Kurangan’da
bir dağın başında bulunmuştur. Dağda kazılmış bu tapınağın duvarında böyle dini
tören betimlenmiştir. Yüzeyi çok bozuk olan bu anıtta taçlarının üstündeki boynuzlardan tanrı
oldukları belli olan tahta oturmuş bir çift , etraflarında ayakta durmuş kral
ailesi ve rahipler, merdivenleri çıkmakta olan kırka yakın adam, hayat suyu ve
yılan şekilleri görülmektedir. Buradaki adamlar topluca, yüksekte olan ilahi çifte
doğru hareket halindedirler; tek sırada yürümekte ve ellerini dua eder
gibi yukarıya kaldırmaktadırlar. Bazıları ise ellerini kemerlerine kadar
kaldırmış ve orada çiftleştirmiştir. Birincilerin dua edip diğerlerinin
sessizlik içinde onlara eşlik ettikleri sanılmaktadır. Kral halkalanmış bir
yılanın üstünde oturmakta ve yılanın başını tutmktadır. Yılanın yeraltında
yaşadığı, yenilenme ve yinelenme olgusunu yaşadığı için yerin doğurganlığı ve
verimlilik sembolü olduğu bu sahnede görülmektedir. Kralın sağ elinde tuttuğu
bir kaptan bir su ceryanı (olasılıkla hayat suyu) tanrının her iki tarafında
duran insanlara sıçramaktadır (Labat, 1963: 38-39).
3.4.2. Kurbanlık
Kurban ve kurbanlık Elam
tapınaklarının günlük merasimi olmuştur. Onun dışında başka türlü kurban etme
merasimleri de olmuştur. Kral savaşa gittiği zaman Susa’nın ana girişi ve sarayın
önünde koç kurban edilmekteydi. Yerel Elam tanrılarına sunulmuş kurbanlıkların
yanında öfkelerini uyandırmamak ve beddualarından korunmak için yabancı tanrılara
da kurbanlıklar kesilmekteydi. Kutik-inşuşinak bir koyunun yukarı tapınağa (kizzum),
bir koyunun ise aşağı tapınağa kurban edilmesini emretmiştir. Bu kurbanlıklar olasılıkla
her gün yapılmaktaydı (Hinz, 1963: 30).
3.4.3. Guşun Ayini
İki törenin kurbanlıklarının
özel olduğu bilinmektedir. Bu törenlerin biri “Guşun” adlanmaktaydı. Bu tören
ve şenlikleri başkentin koruyucu tanrıçası namına yapılmaktaydı. Bu tanrıçanın
erken dönemlerde Pinikir ve daha sonra Kiririşa olduğu öne sürülmektedir. Bu
tören sonbaharın başlangıcında yapılmaktaydı; törende ise büyük ve iyi
beslenmiş koçlar kurban edilmekteydi. Bu tören kral ve kraliçenin huzurunda
yapılmaktaydı. Kurbanlıklar bir ay öncesinden krallık sürülerinden seçilip
puhuteppi denilen katipler tarafından kaydedilmekteydi. Bu töreni gösteren bir
kaya kabartmasında rahipler ve kahinler çıplak biçimde betimlenmiştir. Bunların
yanında ise kurbanlık koyun durmaktadır. Bu kurbanlık koyunun başı üstünde
halkalanmış bir çift yılan tasviri görülmektedir (Lahici, 1998: 225).
3.4.4. Tuga Ayini
“Tuga” adlanan diğer tören
tanrı Şimut’un şerefine yapılmaktaydı. Aslında bunun bir şenlik festivali
olduğu ileri sürülmektedir. Bu festivalde bir boğayı kurban edilmekteydi. Bu
törenin zamanı Mayıs ayının ortalarında olduğu tahmin edilmektedir. Kurbanlık
hayvan uzak yerlerden temin edilmekteydi. Bir defasında Larsa kralı Gungunum
şahsen bir boğayı seçip törende kurban edilmek için Susa’ya göndermiştir (Negahban,
1993: 446).
3.4.5. Şafakta Temizlik Töreni (Sit
Şamşi)
Diğer önemli dinsel
merasimlerden biri de “güneşin doğuşu” anlamına gelen “sit şamşi” törenidir. Bu
tören, güneş doğmadan önce tapınağın avlusunda (siyankuk) yapılan baş
rahip ve yardımcısının temizlik merasimidir. Bu törende her iki kişi çıplak
olması ve her yerlerinin tıraş edilmsi gerekmektedir. Yardımcı, rahibin
ellerine su dökmekte ve o da temizlik ayinini yapmaktadır (Roaf, 1996: 74). (levha
3)
Elam’da insanların iş ve
iktisadi hayatları da din tarafından iyice etkilenmiş olarak görülmektedir. M.Ö.
2. binyılın ortalarına kadar Kasım ayı “tanrılar tarlalarının düzenlenmesi ayı”
ve Aralık “tanrılar tarlalarının sürülmesi ayı” adlanmaktaydı. Çiftçiler ilk
önce mabet tarlalarına bakmalı, sonra kendi tarlalarında çalışmalıydılar. Yine
de Nisan ayında önce mabet tarlalarını hasat etmeli ve sonra kendi tarlalarının
ürününü toplamalıydılar (Hinz, 1992: 70).
3.5. Elam
Dininde Fal
Elam kaynaklarında fal ve
falcılıkla ilgili metinler bulunmaktadır. Fal kahinler tarafından yapılmaktaydı.
Kahinler kurbanlık hayvanların ciğer ve bazı başka organlarına bakmak ve
kendinden geçmek yoluyla tanrıların niyeti ve yapacakları işleri tahmin
etmekteydiler (Hinz, 1992: 71).
Elam kahinlerinin kehanet
yaptıkları sırada çıplak oldukları sanılmaktadır. Susa'da arkeolojik kazılarda
bulunan ve M.Ö. 3. binyılın sonlarına tarihlenen asfalta kazılmış bir nakış iki
çıplak kahin ve bir koyunun tasvirini içermektedir. Bu kahinlerin arasında iki
yılan da görülmektedir (Hinz, 1992: 72).
Hafttepe kazılarında bir takım
kehanet tableti de bulunmuştur. Bu tabletlerde de koyun ciğerinden kehanet
yapılmaktaydı. Bu tabletlere göre koyun ciğeri parçalara bölünmekte ve bu
parçalardaki alamaetlere göre gelecekten haber verilmekteydi. Bu parçalar ve
onlara verilen adların sayısı bazen yüz elliyi aşmaktaydı. Bu alametlerin çok
çeşitli olduğu ve aralarında kabarık olma, artı simgesi, ayak ve daha nice
işaretlerin bulunduğu görülmektedir. Her bir işaret farklı bir anlam taşımaktadır
(Negahban, 1993: 389-391).
3.6. Elam
Tapınakları ve Özellikleri
3.6.1. Tapınağın Koruyucu Ruhları
Elamlılar tapınaklarının iki
ruh tarafından korunduğuna inanmaktaydılar. Bu iki ruh Akadca olan Lamassu ve
Karibatu adıyla tanınmaktadırlar. M.Ö. 1500-1350 arasında yaşamış olan Elam
kralı Tepti-ahar döneminden kalma bir tablette, onun tanrı İnşuşinak adına bir
tapınak yaptırdığı ve o tapınağa kendisinin, sevgililerinin ve tapınağın iki
koruyucu ruhu Lamassu ve Karibatu'nun heykellerini koydurduğunu yazmaktadır (Negahban,
1993: 402). Şilhak-inşuşinak ise bir tablette Lamassu’ya ait kırık bir heykeli
onardığını bildirmiştir. Bu iki ruh Elam’da çok sevilirken Asurlular onlardan
nefret etmekteydiler. Asur-banipal Elam’a karşı yaptığı savaşta zafer
kazandıktan sonra yazdırdıkları tabletlerde Lamassu ve Şedu ile birlikte bütün
ruhları mabetlerden dışarı attırdığını söylemektedir (Beyani, 1973: 102).
3.6.2. Elam'da Kötü Ruhlar
Elamlılar faydalı ve koruyucu
ruhların yanında büyük olasılıkla şer ve kötü ruhların da varlığına
inanmaktaydılar. Koruyucu ruhlar tapınakları bu kötü ruhlardan korumaktaydılar.
Komşu ülke Babil'de Elam kötü ruhlar ve demonlar ülkesi olarak tanınmaktaydı (Labat,
1963: 37).
3.6.3. Koruyucu Ruhlarla İlgili
Yapılan Tören
Elam’da koruyucu ruhlarla
ilgili bir tören yapılmaktaydı. Bunlar Tepti-ahar'ın dönemine tarihlendirilen tabletten
öğrenilmektedir. Bu metin bu töreni şöyle anlatmaktadır: Hava karardıktan sonra
dört kadın rahip tapınağa gelip Lamassu ve Karibatu'nun heykeli önünde
uzanırlar. Vali, paşişu rabu yani baş rahip, tapınak bekçileri ve tapınağın
rahibi kapıyı onların üzerine kilitleyip mühürlerler. Bu kadınların giysileri
çok dar olmalı ve bedenleri şeritlerle sıkıca sarılmalıydı. Bu kadın rahipler
ışıkları yakmalı ve sabahleyin bu iki koruyucu ruhtan destek ve himaye
istemeliydiler; sonra ise mührü ve kilidi kırıp gitmeliydiler (Negahban, 1993:
365). Bu törende tantanalı gelişleri ve sessizce gidişleri arasında neden bu
kadar fark olduğu anlaşılmamaktadır. Elbiselerinin dar olması ve bedenlerinin
şeritlerle sarılması da başka bilinmemiş bir konudur. Bazıları bunu tapınaktan
bir şey çalmasınlar diye yorumlamışlardır, oysa eskiçağlarda yani dinin tam
hakimiyeti çağında böyle bir işin yapılması çok da makul görünmemektedir. Ayrıca
gidişlerinde kontrolün edilmelerine dair
hiçbir izin bulunmadığı bu iddiayı çürütmektedir.
Elam bölgesinde ilk ziggurat
bugünkü İran’ın merkezinde bulunan Kaşan kenti yakınlığında olan Silk höyüğünde
bulunmuştur. Şimdiye kadar bulunan 32 zigguratın arasında en eski sayılan bu
zigguratın üç katı olmuş ve M.Ö. 2850 yılı civarına tarihlenmiştir. 2002 kazılarında
bulunan bu zigguratın yanında ortaya çıkmış yedi proto Elam tableti bu tarihin
saptanmasında çok yardımcı olmuştur. Elam zigguratlarının en önemlisi ve en
büyüğü M.Ö. 13. yüzyılda Untaş-GAL tarafından yapılmış Çoğa-zenbil Zigguratıdır
(Şehmirzadi, 2002: 2).
Elam tapınaklarının bir
özelliği “siyankuk” adında kutsal avlularıdır. Siyan Elamca'da tapınak anlamına
gelmektedir (Labat, 1963: 34).
3.6.4. Tapınakların Kutsal Bahçesi
Elam tapınaklarının diğer
önemli özelliği onların “kutsal bahçesi”dir. Susa'daki güneş tanrısı Nahunte ve
Dur-untaş'taki ana tanrıça Kiririşa tapınaklarının kitabelerinde bu bahçelere
işaret edilmiştir. Asur-banipal’ın zafer stelinde ise “Benim askerlerim şimdiye
kadar hiçbir yabancının giremediği ve göremediği kutsal bahçeye girdiler,
sırlarını gördüler ve onu ateşe verdiler” ibareleri bu bahçelere değinmektedir (Hinz,1992:
67). Oradaki ağaçların bir ağaç kopyası olmadığı, daha çok bir simge olduğu,
bir yapay biçimleştirme olduğu ve yapılan ibadetlerin ağacın simgelediği şeye
yapıldığı ileri sürülmüştür (Eliade, 2003: 270).
3.6.5. Tapınakların Duvarlarına Takılan
Boynuzlar
Elam dini ve tapınaklarının
bir diğer özelliği öncede de andığımız Elamca'da "husa" adlanan boynuz
ve onun önemi meselesidir. Ayrıca Elamlıların sanat eserleri ve mimarilerinde
de çok görülen bir motif olmuştur. Elam tapınaklarının yan duvarlarına üçer
boynuz takılmaktaymış (Amiyet, 1970: Res. 15). Bu boynuzların Orta Elam dönemi
tapınaklarının bir parçası olduğu söylenmektedir. Şilhak-inşuşinak yirmi boynuzlu
tapınağı restore ettirmesinden övünmektedir. Asur-banipal ise Susa’yı
fethettikten sonra madenden dökülmüş tapınak
boynuzlarını koparttığından söz etmektedir. Ninive'deki sarayının duvarları
üstündeki tasvirlerde ön tarafında çok büyük iki sıra boynuzu olan Susa
zigguratını betimlemektedir (Mecidzade, 1991: 54). Boynuz bazılarına göre kutsallık ve uluhiyet
simgesi olmuştur (Kınal, 1983: 34), bazılarına göre de erkeğin cinsel organını sembolize
etmiştir (Lahici, 1998: 235). Bazıları ise onu ayın hilali ile bir tutarak ayın
simgesi saymış ve bereket kültüyle ilişkilendirmiştir (Eliade, 2003: 175). Nitekim
kadın figürin ve tasvirlerinde bedenin orta kısmı ve göğüsler, verimliliği ve
doğurganlığı vurgulamak için abartılı bir biçimde büyük yapılmış veya çizilmiştir;
verimliliğin ikinci faktörü sayılan erkek organı da tarlayı süren boğa
boynuzunda simgeleştirilmiş ve büyük resmedilmiştir (Lahici, 1998: 235). Bu boynuzlu
tasvirler bugünkü İran’ın eski medeniyet merkezleri olan Hazar’ın güney
batısındaki Hisar höyüğünde, Silk höyüğünde, Tall-i Malyan’da (eski Anşan),
Susa’da, Luristan’da, Bakun höyüğünde, çağdaş Hemedan kenti yakınlığında olan
Godintepe'de ve bir dizi başka yerlerde bulunmuştur (Vandenberg, 1969: 10, 12,
42, 85, 88, 129, 132). Onların tapınak duvarına takıldıklarına göre ve boynuzun
da savunma silahı olduğuna göre koruyucu
bir işlevinin de olması muhtemeldir. (levha 4)
3.6.6. Tapınağa Giden Yollar
Elam'ın bütün tapınak tasvirlerinde
tapınağa gidenlerin eğri bir yolu izleyerek oraya ulaşırldıkları görülmektedir.
Bunun ne gibi bir inancın mahsulü olduğu şimdiye kadar iyi bilinmemiştir. Bunun
yılanın hareketi ile bir münasebeti olabilir.
3.6.7. Tapınakların Ekonomik Faaliyetleri
Elam’da tapınakların iktisadi
rolleri hakkında mühürlerden, takas ve alışveriş tabletlerinden bazı bilgiler
edinilebilmektedir. Susa gibi önemli tarım ve ticaret merkezinde tapınaklar
güvenilir bir depo ve rahipler güvenilir bir katip ve muhasebeci olarak rol
oynamışlardır. Mühürlerin baskılarında insanların tapınaklara mal depo ettikleri
görülmektedir. Tapınağa gelen malların hesabını tutmak için yazılmış tabletler
kazılarda bulunmuştur (Hinz, 1992: 30-31). Ayrıca rahipler kendileri de
ekonomik faaliyetlere katılmaktaydılar. Bir tabletten bir kadın rahibin bir
arsa sattığı bilinmektedir (Lahici, 1998: 227).
3.6.8. Tapınakların Teşkilatı
Tapınakların teşkilatı
hakkında fazla bilgi bulunmamaktadır. M.Ö. 4. binyılda Susa'da bir takım
seçilmiş insanların varlığı bilinmektedir. Bunların ölü gömme ve diğer dini
işlerde söz sahibi oldukları da bilinmektedir (Vallat, 1997: 135). Bu
teşkilatın başında baş rahip gelmekteydi. Baş rahip Akadca paşişu rabu adıyla
bilinmektedir. Rahipler ise Elamca şaten adını taşımaktaydılar. Hem
erkekler hem de kadınlar rahip olabilirlerdi. Kadın rahipler ise Akadca olan ve
tapınak kızları anlamına gelen "mertat biti" adıyla tanınmaktaydılar.
M.Ö. 1. binyılda kaya kitabeleri Ayapir valisi Hanni'nin devrinde yaşayan Şutruru
adlı baş rahipten bazı bilgiler vermektedir (Mecidzade, 1991: 55).
3.7.
Öbür Dünya İnancı
Elamlıların öbür dünyaya olan
inançları Susa mezarlıklarında bulunmuş yedi tabletten öğrenilmektedir. Biraz
karmaşık olmakla birlikte aynı zamanda konuya ışık tutmak açısından çok değerli
bulunmaktadır. Birinci tablet, yeryüzünde sadece mutsuzluğu yaşamış bir
Elamlıyı konu almış ve bu şekilde başlanmıştır: "Şimdi yükseklere
gidiyorum ey tanrım ve efendim". Burada geçen tanrı ve efendinin
olasılıkla şahsın koruyucu tanrısı olduğu ileri sürülmektedir. Bu Elamlı,
koruyucu tanrısından mezar aşamasını geçtikten sonra büyük tanrılar karşısında
hazır olabilmek için elinden tutmasını ve hüküm gününde kendisine destek
vermesini dilemektedir. Ondan kendisini gölgeler diyarına götürmesini
istemektedir. Hayatta gam ve mutsuzluktan başka bir şey yaşamadığını ve dünya
nimetlerinden bir içimlik su ve çorak küçücük bir tarladan başka bir şeye sahip
olmadığını vurgulamaktadır (Hinz, 1992: 72).
Diğer bir tablette tanrı
İnşuşinak’ın ölüler hakkında hükmedeceği yazılmaktadır. Ölüler, öbür dünyada
Lakamar ve İşme-karab vasıtasıyla tanrı İnşuşinak'ın huzuruna götürülmekte ve o
da onların hükmünü vermektedir (Yusifov, 1993: 329).
Elamlılarda öbür dünya inancı
konusunu kanıtlayan diğer kanıtlar mezarlıklardan edinilmektedir. Aşağı yukarı
bütün mezarlarda, ölünün öbür dünyada kullanması için en az bir su kabı
konulmuştur. Ölü ne kadar yoksul olsaydı bile o kap mezara konulmaktaydı. Zenginlerin
mezarında ise daha fazla kap kacak ve kralların mezarında eşya dışında, öbür
dünyada ona hizmet etmek için gömülen köle, hizmetçi ve yakınlarının iskeleti
bile bulunmuştur. Ayrıca mezarlarda kanallar bulunmuş ve ölüye su vermek için
yapıldığı kanaatine varılmıştır (Carter, 1997: 74-75). Bu ise Elamlılar
akidesinde suyun da yemek kadar öbür dünya yaşamı için gerekli olduğunu göstermektedir.
Öbür dünya inancı konusunda
diğer bir delil onların gömülme tarzıdır. Elam’da bulunmuş ve sağlam bir şekilde
ele geçmiş iskeletlerin çoğunda ölünün dizleri karnına kadar bükülerek
defnedilmiştir. Bu tür gömülme çocuğun doğumdan önce ana karnındaki durumuna
benzemektedir; yani Elamlılar ölülerini bir daha doğacak inancından dolayı bu
şekilde gömmekteydiler (Farahveşi, 1995: 48). Ancak M.Ö. 1. binyılda düz
yatırılarak gömülmüş ölüler iskeleti de bulunmuştur (Miroschedji, 1997: 95).
Asur-banipal Elam kral
mezarlarını yıktığını, güneş ışığına maruz bıraktığını, kemiklerini Asur’a gönderdiğini
ve en önemlisi gömülmüş hediyeler ve su kaplarının alınmasıyla onların ruhunu
huzurdan yoksun bıraktığını yazmaktadır. Onun yazdıkları arkeolojik kazılar
sonucunda doğrulanmıştır. Elamlılara göre mezara konulmuş hediyeler ve mezarın
keyfiyeti ölüyü rahatlatıp huzursuzluktan kurtarmaktaydı (Beyani, 1973: 103).
Elam’da animizm inancının
yaygın olduğu görülmektedir. Onlar ruhların ölümden sonra bedenden ayrılıp gölgeler
diyarına göç ettiğine inanmaktaydılar.
Elamlıların iyi ve kötü ruhlara inanmaları ve kurban, hediye ve dua ile
kendilerini onlardan korumalarından dolayı Babil metinleri her zaman Elam’ı
devler ve demonlar ülkesi olarak anmaktadır (Labat, 1963: 37).
3.8. Ölü
Gömme Geleneği
Tarihönesi Elam'da (Susa'da)
ölüler yerde kazılan çukurlarda gömülmüşlerdir. Hem Susa 1, hem de Susa 2
dönemine ait bulunmuş çukurların, içindeki eşyalara göre mezar oldukları
saptanmıştır (Günaltay, 1987: 147). En eski mezarlarda hiçbir eşyanın
bulunmaması bu eşyanın sepet gibi tahtadan ve hasırdan yapılmış şeyler olduğu
düşüncesini yaratmaktadır. Mezarlarda hiçbir şeyin bulunmaması öbür dünya
inancının olmadığını düşündürmektedir. Ölünün bedeninin ise kırmızı bir renkle
boyandığı ileri sürülmüştür. Bu rengin ise İran platosunda bolca bulunan
demirin terkibinden olduğu söylenmektedir (Razi, 1964: 38). Amiyet'e göre bu
dönemin ölülerini önce açık havada bırakmaktaydılar, etleri çürüdükten sonra
kafatasını derin bir kase ve kemikleri derin bardaklara koyup yanlarına koyulan
kazan ve diğer seramik ve maden eşya ile birlikte gömmekteydiler (Amiyet, 1970:
20-21, Res. 6).
Elam’da çeşitli tedfin gelenekleri
görülmektedir. Elamlıların eski ve ilkel toplulukların çoğu gibi ölüyü evin
tabanı altına gömdükleri ve mezara
hediyelik eşya, yiyecek ve içeceklerle dolu kaplar koydukları öne
sürülmüştür. Erken devirlerde bu mezarların derinliğinin az olduğu ve ölülerin yeryüzünün
20-30 santimetreliğinde gömüldükleri tespit edilmiştir. Ölüleri evde gömme
geleneği M.Ö. 3. binyılda Susa’da tespit edilmiştir (Carter, 1997: 75). Bu
adetin M.Ö. 2. binyılda da yapıldığına dair izler bulunmuştur. M.Ö. 2. binyılın
sonlarına ait bir evin bodrumunda bir mezar bulunmuştur (levha 6 ve 7). Mezartaşı kerpiçlerle örülmüş bir ovaldır ve İçinde ise
üç iskelet ve kaplar bulunmuştur (Amiyet, 1970: Res. 109). Bu geleneğin, ölünün
ruhunun dirilerle yemek yiyip diyaloga katılabilmesi için yapıldığı ileri
sürülmüştür (Girishman, 1970: 14). Bu adet ölüden vahşet edip kaçma ve evin
kapılarını kapatıp arkada bırakarak uzak bir yerde mesken tutma geleneğinden daha
önce olduğu da ileri sürülmektedir (Razi, 1964: 38-39).
M.Ö. 2. binyıldan itibaren
yavaş yavaş ikametgahın dışında gömme geleneği yaygınlaşmaya başlamıştır. Kral
ve ailelerini tapınak veya ona bitişik yerlerde defnetmekteydiler. Madenin
yaygınlaşmasından önceki dönemlerde herkesin toplumsal katmanına göre sadece seramik
ve belki de ağaç ve tahtadan yapılmış bir şeyler mezara konulmaktaydı, fakat
madenin yaygınlaşmasından sonra mezara konulacak eşya zenginleşmekte ve ölünün
iş araçları da onunla birlikte gömülmekteydi (Negahban, 1996: 213).
Elam’da kremasyon geleneğinin uygulanmasına
dair izler bulunmuştur. Dur-untaş kentinde bulunan bu izler bir sarayın
bodrumunda bulunmuştur. Burada beş mezar bulunmuştur. Önce, kral bütün süs eşyası
ve giysileriyle dışarıda yakılıp külü bodrumdaki bu mezarlara gömülmüştür
(Amiyet, 1970: 56).
Elam’da ölülerin hem tabut
içinde hem de tabutsuz gömüldüğü geleneğinin olduğu saptanmıştır. Bir örneğin
dışında diğer tabutlar büyük seramik, çizgili ve çizgisiz balçıktan yapılmış oval
kaplara benzemektedir. seramik tabutların ağzına bir kapak konulmaktaydı;
bazılarının üstünde ise yivler açılmış ve böylece tabut, hurma ağacı lifinden
yapılan asfalta bulaştırılmış iplerle sarılmıştır. Özellikle bu tür tabutlara Hafttepe kazılarında
rastlanmıştır (M.Ö. 1500-1350) (Negahban, 1993: 124). Balçık tabutlar ise
ölünün üstüne konulmaktaydı. Ölü, hasir döşenmiş bir yere yatırıldıktan sonra
etrafına kap kacaklar konulup tabutla onun üzeri örtülmekteydi. Büyük kaplar
tabutun dışında ve küçükler ise tabutun içinde kalmaktaydı. Bu tabutlar M.Ö. 3.
binyılın sonu ve 2. binyılın başlarına kadar kullanılmaktaydı (Amiyet, 1970: Res.
55). Susa'da topraktan yapılan ve silindir biçiminde olan başka bir tabut
çeşidi de bulunmuştur. Bu tabutlar iki parça olarak yapılmış ve uçları
birbirinin içine girerek bitüm ile sıvanmıştır (Günaltay, 1987: 147). M.Ö. 3. binyıla
tarihlenmiş örneği olmayan tek bir tabut çeşidi de bulunmuştur. Silindir
biçiminde olan bu tabut tahtadan yapılmıştır. Bu silindir tabut, temas
yerlerinde birbirine bağlanan iki yarım silindirden yapılmıştır ve bu tabutun
içine bükük vaziyette bir ölü konulmuştur. Bu tahta tabut asfaltla sıvandığı
için zamanımıza kadar gelmiştir (Carter, 1997: 74). (levha 5)
Ölü gömme ev veya ikametgahın
dışına nakledildikten sonra, ölünün toplumsal sınıfına göre üç çeşit mezarlar
yapılmaktaydı: 1- bir bina ve odanın içinde yapılmış mezarlar, 2- tabutlu
mezarlar, 3- toprakta kazılmış mezarlar ve toprakla temas içinde olunan
mezarlar (bugünkü normal mezarlar gibi). Binanın içindeki mezarlar veya
mezarlık olarak kullanılmış binalar daha çok toplu mezarlar olarak görülmektedir.
Bunların genelde ülkenin kralı veya üst sınıfına ait mezarlar olduğu
bilinmektedir çünkü yazıldığı gibi öbür dünyada ona eşlik edip hizmetinde olmak
için bir takım insanlar da onlarla gömülmekteydi. Hafttepe’deki kral mezarının
dışında 21 cesedin bir arada gömüldüğü
bir mezarın bulunması ve diğer toplu mezarlar bunu ortaya koymaktadır. Bu
mezarlığın krala ait olmasına rağmen küçük bir seramik kap ve yüzüğün dışında
her türlü eşyadan boş olması ona açıklanamaz bir özellik vermiştir. Eskiçağlarda
talan edilmiş olabilir. Çünkü çağdaşlarının mezarları eşyalarla dolu olarak bulunmuştur.
Boş olmasının ne tür bir inancın sonucu olduğu bilinmemektedir (Negahban, 1993:
119-125).
4. BÖLÜM
ELAM DİLİ
4.1. Elam Dilinin Çözülmesi
Bilindiği üzere çiviyazılı
metinlerin okunmasına ve şifrelerinin çözülmesine Behistun’daki Akamenit kralı
1. Darius’un üç dilli kitabesiyle
başlamıştır. 1802 yılında Grotefend kitabenin birinci sütununun eski Persçe
olduğu kanaatiyle onu Zend olarak adlandırmıştır. Sonradan üçüncü sütunun ise
Akadca olduğu anlaşılmıştır. Birinci sütunun alfabetik yazı ve üçüncü sütunun
hece yazısı olduğu da anlaşılmıştır. İkinci sütun araştırmacıların çabalarına
rağmen deşifre edilememiştir. İkinci sütunun çözülme çabaları üçüncü sütun yani
Akadca sütundan önce başlamış bu yazı sütunu araştırmacılar tarafından Medce,
İskitçe, Susaca ve nihayet Elamca adlandırılmış ve bu sahanın tanınmuş
uzmanları olan Westergard, Hincks, Rawlinson, Oppert, Norris ve diğerlerinin
çaba göstermelerine neden olmuştur. Bu adlandırmalardan özellikle İskitçe adı
İskitlerin bir zamanlar Susa’da bulunmuş olduğuna dair görüşlerin ortaya
çıkmasına neden olmuştur. Bu yazının çözülmesi yolundaki ilk ciddi gelişme
Alman Elamiyatçısı F. H. Weissbach’ın doktora tezi olmuştur. O 1890 yılında
yayınladığı “Die Achameniden inschriften zweiter Art” adlı tezinde Akamenit
dönemi Elamca’sının büyük ölçüde çözülmesini sağlamıştır. O sıralarda Susa’da
Fransız ekibi kazı işlerine başlamıştır; orada bulunan tabletler ise Eski ve
Orta Elamca’nın çözülmesinde büyük olanaklar sağlamıştır. Bu konuda ise Fransız
araştırmacı Vincent Scheil’ın verdiği emekler takdire değer bir seviyede olmuştur.
O günden bu yana bir çok Elamiyatçı bu yolda kafa yormuş ve bu dilin büyük
oranda çözülmesini sağlamışlardır.
Bu sahada çekilen zahmetler ve
verilen emekler diğer iki dile göre daha düşük seviyededir. Bunun sebebi
batılılara göre Akadca'yla Arapça ve Persçe'yle Farsça gibi karşılaştırılacak
diller olduğu halde bu dil ile
karşılaştırılacak hiç bir çağdaş akraba dilin bulunmayışı (Reiner, 1969:
65) ve ölmüş bir dilin üzerinde fazla çaba harcanmaması gerektiği düşüncesi
olmuştur. Bu nedenlerden dolayı diğer iki dil hakkında yaptıkları çok geniş
karşılaştırmalı dil incelemelerini bu dil için uygulamamışlardır. Bu
konuda karşılaştırmalı incelemeler
yapmış König, Bork ve Hüsing gibi araştırmacıların eserleri fazla bağnazlık
gösterdikleri iddiasıyla artık itibar görmemektedir. Onlar Elam dilini Kafkas
ve Dravid dilleriyle karşılaştırmışlardır (Paper, 1955: 1-2). Cameron ise Elam
dilini Kafkas dillerine yakın görmektedir (Cameron, 1986: 14).
4.2. Elamca'nın Yapısı ve
Akraba Dilleri
Elamiyatçıların büyük
çoğunluğunun yazdığı gibi Elam dili bitişken bir yapıya sahiptir. Bu dil Sami
ve İndo-Germen dil ailelerine ait değildir (Negahban, 1993: 26). Ayrıca Elam
dili bir takım araştırmacıya göre komşuları Kasların diliyle akraba
sayılmaktadır. Hrozny ve bir takım araştırmacılar ise bütün Batı İran
halklarının dilini birbiriyle akraba saymaktadırlar (Balkan, 1992: 18; Cameron,
1986: 14-15; Günaltay, 1987: 79). Batı İran bölgesinde oturan bu topluluklar
Elam, Kas, Ellipi, Kut, Lullubi ve Subar’lardır. Bunlara Tukriş ve Turukki gibi
toplulukları da ilave etmek mümkündür. Tukrişlerin Türkeşler ve Turukkilerin
ise yine eski Türkler oldukları öne sürülmüştür
(Yusifov, 1999: 145-147).
4.3. Elam'canın Genel Özellikleri
4.3.1. Elam Piktografik Yazısının
İcadı ve Yayılma Alanı
M.Ö. 4. binyılın ikinci
yarısında Güney Mezopotamya’da yaşayan Sumerler hesaplarını kaydedip saklamak
amacıyla piktografik bir yazı icat ettikten az sonra M.Ö. 3. binyılın
başlarında Elamlılar (Susalılar) da komşularından esinlenerek onlarınki ile
ortak yanları bulunan bir resim yazısı icat etmişlerdir. Bu piktografik yazı
kısa bir sürede çok geniş bir alana yayılarak İran’ın doğusundaki antik Şehr-i
Suhte ve kuzeyde ise İran’ın merkezinde bulunan antik Silk kentine kadar ulaşmıştır.
Bu sahanın içinde ise önemli merkezler sayılan Anşan’da, Tepe Yahya’da ve Tepe
Şahdad’da da bu yazının örnekleri bulunmuştur (Mecidzade, 1991: 2). Elam'ın
sınırlarının iyi bilinmediği bir zamanlarda bu yazı, sadece Susa'da, yani
Mezopotamya'nın bir uzantısı sayılan ve her zaman oranın etkisinde bulunan bölgede
ortaya çıkabilir diye düşünülmekteydi (Mallowan, 1993: 71). Oysa sonralar bu
yazının İran'ın doğusunda ve merkezinde ortaya çıkması Elam sınırlarının daha
geniş olduğu fikrini ortaya çıkarıp bu uygarlığın daha geniş bir alanda
incelenmesi gereği ortaya çıktı. Bazılarının fikrince Elam uygarlığı ve yazısı
Silk'e zorla kabul ettirilmiştir (Girishman, 1970: 61). (levha 8, sağdaki tasvir)
Bu yazı sistemi başlangıçta
tam bir resimsel yazı niteliğinde idi. Kil tabletler üzerinde hayvanlar,
saksılar ve diğer eşya resimleri görülmektedir. Hayvanların sayısı ve diğer hesapları saklamak
amacıyla rakam mahiyetinde olan bir takım işaretler kullanılmıştır. Bu yazı
sisteminin icadı ve buluşu İran'da Cemdet Nasr döneminden önce başlanmıştır (Mallowan,
1993: 72). Bu yazı şimdiye kadar tam olarak deşifre edilememiştir, ama konunun
ticaret ve mal kayıtları olduğu tahmin edilmektedir.
Bu hesap sistemi Elam'da bu
şekilde geliştirilmiştir: M.Ö. 4. binyılın 2. yarısında sayım için küçük
silindir, sikke biçiminde daireler, küçük ve büyük koniler ve yuvarlar yapılıp
içi boş bir yuvarın içine konmaktaydı. Bu yuvarın dış yüzeyine ise bir veya iki
sıra silindir mühür baskısı yapılmaktaydı. Bir süre sonra bu sayım eşyasının tasviri
yuvarın üzerine çizilmekte ve yuvarın kırılmasına ve içindeki sayım nesnelerin
ortaya çıkmasına neden olmadan hesaplar tutulabilmekteydi. Belli bir süre sonra
da artık bu sayım nesnelerinin yapımına ihtiyaç olmadığı, bir yuvar ve daha
sonra bir tabletin üzerine çizilen resimlerden hesabın saklanmasının mümkün
olduğu düşüncesine varılmıştır (Vallat, 1997: 67).
4.3.2. Elam Linear Yazı Sistemi
Bu resim yazısı zaman boyunca
gelişip linear bir hece yazısı haline gelmiştir. Böylece bu linear yazı sistemi
ile siyasal, ekonomik ve dinsel metinlerin yazılması olanaklı olmuştur. Bu
yazıyla yazılmış tabletlerin ilk ve son örneklerinin M.Ö. 23. yüzyılda Avan
sülalesinin son kralı Kutik-inşuşinak dönemine tarihlenmesine rağmen daha önce
ortaya çıkıp geliştiğinden ve böyle gelişmiş bir hecesel yazı sistemi haline
geldiğinden kuşku bulunmamaktadır. Onun M.Ö. 3. binyılın ortalarında icat
edildiği tahmin edilmektedir (Hinz, 1992: 35-36). Bugün bize bu yazıyla yazılmış
sadece altı kil tablet, on bir taş kitabe ve gümüş vazo üzerinde yazılmış bir yazı
kalmıştır (levha 8, soldaki tasvir).
Bu yazının çözülmesi yolunda
ilk adımı 1905 yılında Alman araştırmacı Bork atmıştır. O, iki dilli
tabletlerin birinin alt kısmında yazılmış yazının yukarıda yazılan Akadca
yazının çevirisi olduğunu ortaya koydu. Görüşünün doğru olmasına rağmen bu
araştırmacı, tablette bulunan 55 işaretten sadece üçünü doğru anlamıştır. Bu
yazı 1961 yılında tam olarak çözüldü (Hinz, 1992: 36-37).
Bu alfabetik yazının ilk
aşamasında 150 ve son aşamasında 80 işareti olduğu tahmin edilmektedir.
Bunlardan sadece 55’i okunabilmiştir. Bu yazı genelde yukarıdan aşağıya
yazılmaktaydı; ancak aşağıdan yukarıya doğru yazılmış olanları da bulunmuştur.
Sütunların sırası ise soldan sağadır. Rakam sistemi ise onluk sistemi esasında
kurulmakta ve sağdan sola okunmaktaydı (Hinz, 1992: 36).
4.3.3. Elam Çiviyazısı ve Evrimi
Elam hece yazısı sistemi M.Ö.
2200 civarında Kutik-inşuşinak’ın ölümüyle ortadan kalkmış görünmektedir;
kazılarda artık bu yazı sistemine ait hiçbir tablet bulunmamıştır. Onun yerini
Mezopotamya’nın giderek artan etkisi sonucunda çiviyazısı sistemi almaktaydı.
Aslında bu topraklarda çiviyazısının kullanımı ondan çok daha önce başlamıştır.
Eski Liyan kentinde bulunmuş çiviyazılı bir tablet M.Ö. 25. yüzyıla
tarihlenmiştir (Günaltay, 1987: 78). Bu metin düzgün çizgilerle yazılmış ve
komşu Mezopotamya’da yaygın olan çiviyazısı ile karşılaştırıldığında yakın
olmakla birlikte tam bir kopya olmadığı anlaşılmıştır (levha 8, alttaki tasvir).
Bu tablette Sumer çiviyazısından farklı olan işaretler bulunmaktadır. Bu metnin
dili Elamcadır (Mecidzade, 1991: 6). Gerçi bazıları onun Sumerce olduğunu da ileri
sürmüşlerdir (Girishman, 1970: 39).
Çiviyazısının Mezopotamya’dan
borç alınmasıyla Elam hece yazısı, zaman içinde ve yavaş yavaş yerini ona
bırakmış oldu. Akadların Elam’ı istila etmeleri ise Akadca’nın daha yaygın bir
hale gelip Elamca’nın yerine geçmesine neden oldu. Yakın zamanlara kadar
yapılmış arkeolojik kazılarda Sargonitler döneminden M.Ö. 1300’lere kadar başlıca
örnekleri Naram-sin_Hita antlaşması ve Sive-palar-huhpak'ın tabletleri olmak
üzere parmak sayısını geçmeyen Elamca tabletin dışında bütün metinler Akadca
yazılmıştır. Bu olgunun daha çok Susa ve etrafındaki yerleşim merkezlerinde
vuku bulduğu görülmektedir (Reiner, 1969: 67-68).
Elam’da kullanılan Akadca bazı
işaretlerin biçimi, dil özellikleri ve hece değeri açısından Mezopotamya Akadca’sından
farklı idi. Hele zamanın geçişi ile daha da farklı bir hale gelmekteydi. Çiviyazısı,
Mezopotamya’dan alındıktan sonra Elam’da kendi bağımsız gelişim yolunu izlemiş
ve o nedenle üç yönde basitleşmeye doğru gitmiştir: 1- çoksesliliğin azalması 2-
benzer sesliliğin azalması 3- ideogram ve determinatiflerin azalması (Reiner,
1969: 69).
Burada şu ana kadar bilinmeyen
önemli bir noktanın üstünde durmak gerekmektedir. Acaba neden Elam diline yakın
olan Sumer dili alınmayıp da çok farklı bir yapıya sahip Akadların dilini alındı
ve uzun bir zaman süresi kullanıldı? 3. Ur sülalesinin şiddetli istilası ve
nüfuzu döneminde neden Sumer yazısı kullanılmaya başlanmadı veya en azından o
dönemde bazı belgeler o dille yazılmadı? Proto Elam sisteminin yerine bir Akad
sisteminin geçtiğini ileri sürülmektedir ama bu değişimin her hangi bir aşaması
için hiçbir yorum ve delil ortaya koyulmamaktadır (Carter, 1997: 78). Avan,
Hamasi ve Simaş gibi kentlerin bulunmaması her tür açıklamanın yolunu
kesmektedir.
Bazı araştırmacılar bunu
Elamlılarda olan aşırı muhafazakarlık özelliğine bağlamaktadır. Onlara göre
Elamlılarda ciddi bir muhafazakarlık görülmektedir. Elamca’nın M.Ö. 640’larda
yani siyasal çöküş zamanlarında olan bir takım dil özellikleri ve kelimeleri
ondan 2000 yıl önceki dil özelliklerinin ve kelimelerin aynısıdır (Hinz, 1992:
46). Gerçi Akad istilası döneminde Akadca ve Akamenitler istilası döneminde de
Persçe’nin etkileri olmuştur. Ayrıca Elamlıların çöküş zamanlarında olan
tanrıları aşağı yukarı ondan 1500 yıl önceki antlaşmada zikredilmiş tanrılardır
(Mecidzade, 1991: 50). Onlar her türlü dış etkileri içlerinde sindirerek korudukları
normlara uygun bir şekilde kullanmaktaydılar. Bu da Sakaların Yunan etkisinden
uzak kalmak istediklerini hatırlatmaktadır (Herodot, 221-222). Sargon'un
istilasından sonra başlayan Akadca kullanımının, İke-halki sülalesine kadar
sürdürüldüğünün nedeni Elamlıların bu özelliği olarak ileri sürülmektedir. Ortaya
çıkmış ender Elamca tabletlerin ise, geniş tabana yayılamamış o dönemin milli
uyanış hareketinin sonucu olduğu sanılmaktadır (Negahban, 1993: 460-461; Hinz,
1992: 90). Akadca'nın yaygın olarak kullanılmasında Susa’nın rolü büyük
görülmektedir. Ticari, zirai ve dini merkez olması ve Mezopotamya ile sık
ilişkiler içinde bulunması itibariyle oradan ciddi olarak etkilenip aynı
etkinin Elam’ın içine yayılmasına neden olmaktaydı Özellikle Sumerlerin siyasal
hakimiyetlerinin sona ermesinden sonra başlayan Babil sülaleleri zamanında bu
etkinin daha da derin olduğu görülmektedir (Negahban, 1996: 157).
4.3.4. Orta Elam Döneminde Elam Dili
M.Ö. 13. yüzyıl Elam’ın en
parlak dönemi sayılmaktadır. Bu devirde Akadca yazılışı arka plana itilmiş ve neredeyse
durdurulmuştur. Bu zaman, Elamca’nın aktif duruma geçtiği görülmektedir.
Humban-numena döneminde Akadca yazıların yanında Elamcanın da yazılmasına
başlanmıştır ve ondan sonra tahta oturan krallar da bu geleneği geliştirmişlerdir.
Akadca'nın kullanımı azalarak Elamca’nın kullanım alanı genişletilmiş ve Elamca,
imparatorluğun resmi yazı dili haline gelmiştir (Cameron, 1986: 78).
Bitişken yapılı dillerin yazılışına
uygun olmayan çiviyazısı sistemi ve onunla mutabakat sağlayarak gelişen Elam çiviyazısı
sistemi, basitleşme doğrultusunda gelişmekteydi. Bu gelişme seyrinde Elamca'da çoksesliliğin
(polifoni) ve aynısesliliğin (homofoni) azaldığ ve fonetik ve alfabetik bir
yazı sistemi olmaya doğru ilerlediği görülmektedir (Reiner, 1969: 69-70). Gerçi
Elam siyasal hakimiyetinin sonuna kadar bu seviyeye ulaşılmadı, ama o dönemin
Elamcasının hece ve fonemlerden oluştuğu görülmektedir. Oysa alfabeyi onlardan
alan Akamenitler kısa bir süre sonra onu fonetik bir alfabe düzeyine kadar
getirmeyi başardılar (Hinz, 1992: 44).
Orta Elam döneminde Akadca determinatiflerin
çoğu atılmış ve sadece tanrıları belirlemek için kullanılan DİNGİR, ahşap eşyayı
belirlemek için kullanılan GİŞ ve şahıs adlarını bildirmek için kullanılan dikey
bir çividen oluşan determinatifler kalmıştır. Ama bu dönemde daha önce hiç
kullanılmayan ve olasılıkla çoğul bildiren MEŞ determinatifinin kullanılmasına
başlanmıştır. İdeogramların sayısında da çok fazla azalma görülmektedir. Kalan
önemli ideogramların ise tanrı, tapınak, kadın, un, arpa ve gümüş ve bir takım
başka nesnelerin belirlenmesi için kullanıldığı görülmektedir (Reiner, 1969:
69). Akamenit dönemi Elamca'sında bunların sayısının 40 civarında olduğu görülmektedir
(Cameron, 1948: 74-78).
Elam dilinde önemli bir
problemin, işaretler, ideogramlar ve determinatifler Mezopotamya’da kullanılan
işaretler, ideogramlar ve determinatiflerin ya aynısı ya da basitleştirilmiş şekli
olduğu ileri sürülmektedir. Orada kullanılan ideogramlar ve determinatifler burada
da kullanılmaktaydı. Ondan dolayı o işaretlerin yerli dildeki karşılığı
bilinmemektedir. Bunlar özellikle tanrıların adlarında kendini iyice
hissettirmektedir ve bu tanrıların Elamca adları bilinmemektedir. Sorunun diğer tarafı, Sumerler ve Elamlıların Azyanik
kavimler olmaları ve bazılarına göre Sumer halkının Elam'dan geldiğine göre
ortak sözcükler kullanmalarının çok
fazla olası olmasıdır. Ama bu durumda bu kelimeler bir kavmin malı olup
diğerinin alıntı yaptığı söylenmektedir. Bu görüşte ortak temele sahip iki
akraba topluluğu değil etkileşim yoluyla birbirinden etkilenmiş iki farklı
topluluğu ileri sürülmektedir.
4.3.5. Akamenit Sülalesinde Elam Dili
Sumerce'nin Akadlar arasında
uzun süre kullanıldığı gibi Elamca'nın kullanımına da Akamenitler döneminde İdari ve
yazı dili olarak devam ettirilmiştir. Bu durum M.Ö. 460 yılı yani Akamenit
kralı 1. Ardeşir zamanına kadar Elam katiplerinin Akamenit kralları tarafından
işe alınıp kayıt ve senet tanziminin onlara verilmesinden ileri gelmekteydi (Hinz,
1992: 44-45). Bu dönemin başlarında Elamca 120 civarında işaret ve 40 civarında
ideogramdan oluşmaktaydı (Cameron, 1948: 74). Dönemin sonlarına doğru yani M.Ö.
460 yılına kadar hece ve ideogramların sayısı azalmaktaydı. Eski Persçe sadece
sekiz ideogramdan ve 38 ses ve heceden oluşmaktaydı. Bu alfabenin büyük çoğunluğu seslerden
oluşmaktadır (Abulgasemi, 1996: 71-72). Eski ve orta Elamca 175 işaret ve ideogramdan
oluşmuştur (Hinz, 1992: 45). Akamenit dönemi Elamcasının 3 tane de
determinatifi olduğu öne sürülmektedir (Paper, 1955: 6-7).
4. 4. Elamca ile Türkçe'nin Karşılaştırılması
Elamca'nın bitişken bir dil
olduğuna göre bitişken yapıya sahip olan Türkçe ile ortak kelime ve gramer
özelliği olduğu görülmektedir. Bu konuda ilk karşılaştırmayı Koşay yapmıştır. O,
bu iki dili karşılaştırarak bazı ortak gramer ve sözcükler saptamıştır. Yusifov
ve Selahi Diker de bu konu üzerinde çalışmışlardır.
Aşağıda Elam-Türk
akrabalığının önemli bir bağı olan bu dil akrabalığı ve ortak sözcüklerden bir
takım örnekler verilmektedir:
Elamca Türkçe
1- Atta Ata (Koşay,
1937: 5)
2- Ango Deniz (Mordtmann, 1870: 9)
3- Anira Ona- (Mordtmann, 1870: 9)
4- Arta Otur-
Mordtmann, 1870: 15)
5- Aç Aş (yemek) (Mordtmann, 1870: 15)
6- Hut-ta veya ut-ta Et- (Zehtabi, 2001: 35)
7- Şak (oğul) Çağa (çocuk, bebek), (Koşay, 1937: 5)
Bu kelimeyi uşak kelimesi ile de
karşılaştırmak
mümkündür.
8- Dal Dol- (Mordtmann,
1870: 20)
9- Tir- dil, de- (Zehtabi, 2001: 35)
10- Kappika Kapa- (Mordtmann, 1870: 33)
11- Kiç- (Paper, 1955: 38) Kes- veya biç-
12- Maç- (Paper, 1955: 39) Biç-
13- Kut-ta Kat- (Mordtmann, 1870: 36)
14- Kam (Paper,1955: 6) Sey, çay, göl (ırmak, su, Altaylarda
Yenisey
ırmağına Beykem derler,
Baykal
(İnan, 1998: 35)
15- Taka Tuğ (Mordtmann, 1870: 55)
16- Kut Getir- (Koşay, 1937: 6)
17- Par Bar-, var- (Koşay, 1937: 6)
18- Mur-un, mur-ta Yer (Başkurt, Kazak, Tatar
(Carter, 1966: 78) Türkçesinde
yere orun, urın
denmektedir)
(Karşılaştırmalı Türk
Lehçeleri Sözlüğü, 1992: 984)
19- Tan Tay(yaka,
sahil) (Mordtman, 1870: 56)
20- İke Eke,
ece, igi (Koşay, 1937: 5)
21- Amma Anne, ana (Zehtabi, 2001: 35)
22- Kiten veya kit-ti Kut (Koşay, 1937: 5)
23- Tarna Tanı- (Mordtmann, 1870: 58)
24- Hu(u) (Carter, 1966:
87) O (işaret)
25- Kik veya gik Gök (Mordtmann, 1870: 24)
26- Kutu (Diakonov, 2000: 469)
Katır (Diakonov, 2000: 469)
27- Hal Al (yüksek)
28- Tu-un Tın (Koşay, 1937: 6)
29- Thari Tala- (Mordtmann, 1870: 60)
30- İr, er Er (Mordtmann, 1870: 35)
31- İngi, inge, ike İni(kardeş,küçük
kardeş) ( Yusifov,
1999: 149)
32- Ahar (Carter, 1966: 117) O
yer, u yer, ora
33- Tikka (yerleştirmek) Tik- (dik-) (Koşay, 1937: 6)
34- Şara (şa+ra) Aşağı (a+şa+ğı) Bu Elam kelimesi
(Carter, 1966: 96) Türkçe yön eki "ra-ri" ile
yapılmıştır.
35- Ukku Yukarı, yuga, yüce (Koşay, 1937: 6)
36- Kir (kadın tanrıça) Kız
37- Ut- İt- (Mordtmann, 1870: 64-65)
38- Bala-p-me-ma Balbal (Koşay, 1937: 5)
39- Al-p Öl- (Yusifov,
1999: 135)
40- Kit-ti Giz- (Koşay,
1937: 5)
41- Kor-pi Kar, kol (Koşay,
1937: 5-6)
42- Val Yol (Mordtmann,
1870: 66)
43- Te-en Dinle- (Koşay,
1937: 6)
44- Vit Öt- (gitmek)
(Mordtmann, 1870: 70)
45- Am (Paper, 1955: 107) İm-di(şimdi)
Bu kelimelerin sayısını
çoğaltmak mümkündür. Bu ortak kelimelerle birlikte bu iki dilin bazı ortak
gramerleri de bulunmaktadır:
1- Her iki dilde görülen
geçmiş zaman kipi aynıdır. Bu fiil Elamca’da “da, ta” ve Türkçe’de “di, ti” ile
yapılır (Koşay, 1937: 4). Elamca'da "hut-ta" fiili Türkçe'de "etti"
demektir.
2- Genetiv eki iki dilde de
aynıdır. Bu ek Elamca’da “na” ve Türkçe’de “in” şeklindedir (Koşay, 1870: 4). Elamca
"Nappuneta-na" nın Türkçe karşılığı "Nabunaid'in"dir.
3- Sıfat fiilimsi (ism-i fail)
Elamca'da "n" ile yapılır (Carter, 1966: 83), Türkçe'de ise
"an" ekiyle yapılmaktadır. Elamca "Talu-n",
"yazan" demektir.
4- İyelik eki Elamca'da
"e" ve Türkçe'de "i-ı" ile yapılır. "Hiş-e" Türkçe'de
"ad'ı" anlamını vermektedir (Koşay, 1937: 4).
5- Yönelik eki Elamca'da
"ki-ka" ve Türkçe'de "ka-ke" ekiyle ifade edilmektedir.
Mata-pe-ikki pari-ya ", "Medlere(ke) varam, varıyorum" (Koşay,
1937: 5)
6- Yalın hal Elamca'da hiçbir
ek almadan yapılmaktaydı (Paper, 1955: 69), Türkçe'de de durum aynıdır.
5. BÖLÜM
ELAM'DA BİLİM ve TEKNOLOJİ
5.1.
Seramik
Elam'ın
tarihöncesine baktığımız zaman Susa 1 döneminde yapılmış çok ince seramiklerin
bulunması buradaki seramik sanatının çok yüksek bir düzeye ulaştığını göstermektedir.
Ubeyt döneminin en ince seramiklerinin Susa 1 seramikleriyle kıyaslanamaz bir
seviyede olduğu ileri sürülmektedir. Üzerindeki bezemelerin rengi ve deseni de
aynı çizgide devam etmekte ve renk terkibi ve konuları açısından bu seramikler döneminin
en iyi eserleri olarak bilinmekteydi (Hole, 2001: 33).
5.2.
Gelişmiş Fırınlar
Bazı
bilimadamları seramiklerin pişirildiği gelişmiş fırınların ilk olarak M.Ö. 6. binyılda
Susa bölgesinde ortaya çıktığını savunmaktadırlar. Gerçi bu tarihten öncelere tarihlenen
seramikler de bulunmuştur ama bunlar daha çok basit fırınlarda pişirilmiştir; oysa
iki bölümden oluşan ve sıcaklığı kontrol edilebilen fırınların ilk ortaya çıkış
yerlerinden birinin bu bölgeler olduğu ileri sürülmektedir (Mecidzade, 1991:
2).
5.3.
Seramik Çarkı
Susa
1'in ince seramiklerinin çarkta yapıldığı öne sürülmüştür. Biçimleri ve
üzerindeki izleri çarkta yapıldıklarını göstermektedir. Bu eserlerden çarkın
ilk önce bu bölgede yapıldığı ve daha sonra Mezopotamya'da kullanıldığı ileri
sürülmüştür (Durant, 1986: 143).
5.4.
Tekerlek
Mezarlarda
bulunmuş tekerlek ve arabalardan dolayı tekerleğin de eskiçağlarda Susa'da kullanıldığı
görülmektedir. M.Ö. 3. binyılın başlarına ait mezarlarda tekerlek ve bazı
mezarlarda ise izleri bulunmuştur (Amiyet, 1970: Res. 37). Bazı bilimadamları
bu aletin ilk önce bu bölgede icat edildiğini ileri sürmektedirler (Durant,
1986: 143; Rad, 1995: 35). (levha 9)
5.5.
Maden Eritme ve İşleme
Maden
işleme ve eritip kalıba dökme konusunda da ilk topluluklardan birinin bu
topraklarda yaşayan halklar olduğu ileri sürülmüştür. Elam'da İlk maden eritilmenin M.Ö. 5. binyılda
yapıldığı ileri sürülmektedir. Bölgenin zengin maden yatakları madenciliğin
gelişmesine uygundur. Ortaya çıkan madeni eserler de bu görüşü desteklemektedir
(Mecidzade, 1991: 2).
5.6.
Sayı Sistemi
M.Ö.
3. binyılın başlarına tarihlendirilen Proto Elam döneminin tabletlerinde onluk
sayı sistemi kullanılmıştır. Bu tabletlerde 1, 10, 100, 300, 1000 ve 10000
rakamları kullanılmıştır (Hinz, 1992: 34). Daha sonra çiviyazısının kabulüyle
altmışlık sistemin de kullanıldığı görülmektedir.
5.7.
Saban
M.Ö.
4. binyıla ait bir mührün baskısında insanların kol gücünü kullanarak üç dişli
saplı sabanlarla yeri işledikleri görülmektedir. M.Ö. 3. binyılda ise artık bu
iş için hayvanların gücü kullanılmaktaydı (Hinz, 1992: 30).
5.8.
Sulama ve Su Kanalları
M.Ö.
5. binyıla tarihlendirilmiş geniş su kanalları, burada sulama sisteminin iyice
oturduğunu göstermektedir. Bölge ırmaklarının suyunun arklara akıtılmasıyla
tarımın geniş boyutlara ulaştığı ortaya çıkmıştır (Negahban, 1993: 466). Bu
kanallar Akamenitler dönemine kadar kullanılmıştır. Her ne kadar yanlış biçimde
"Darius Kanalı" olarak adlandırılmış olsa da, kral Untaş-napirişa'nın
Dur-untaş kentine su getirmek için kazdırdığı kanal bugün bile bölgenin şeker
tarlalarını sulamak için kullanılmaktadır.
5.9.
Kemerli Girişler ve Kubbeli Tavanlar
Mimari
alanında kemerli girişler ve kubbeli tavanın en eski kullanım yerlerinden biri
eski Kapnak (bugünkü Hafttepe) kenti olduğu ileri sürülmektedir. M.Ö. 2.
binyılın ortalarına tarihlendirilen bu uygarlık merkezinde bu eserlerin ilk örneklerinden
biri bulunmuştur. Büyük odalarda ve salonlarda hiçbir sütun kullanmadan bu
tavanların yapıldığı mimari ve inşaatta ciddi bir ilerleyişi göstermektedir
(Negahban, 1993: 44). (levha 10)
5.10.
Takvim
Elam
takvimini oluşturan on iki ayın sırası Akad'ın ondan sonra uzun bir süre
boyunca komşularının ciddi etkilerine maruz kalmıştır. Akad sülalesinin
hakimiyeti boyunca ay adları sırasında sırada sadece iki Elam ayının adı
kalmıştır. Mezopotamya'dan alınan on ayın ikisi olan Adar ve Abum ise kendi
yerinde kullanılmamaktaydı. Oradan farklı olarak değişik sıralarda kullanılmaktaydı. Diğer sekiz ayın sırasının
da çok karışık olduğu söylenmektedir. Aşağıdaki liste Elam aylarının adlarını
göstermektedir. 3. ay ve 9-12. ayların sırası kesin olmadığı, birinci ve
beşinci ayların yerinin kesin olduğu öne sürülmektedir : (Hinz, 1963: 37)
1.
Lanlupe Ekim
2.
Halpat Kasım
3.
Gizir- zu(n)- Kaliki Aralık
4.
Elamat Ocak (Bu ayın adı Akamenit takviminde de aynı
sırada Alame adıyla kullanılırdı.
5.
Zililitum Şubat (Bu ayın adı Zillatam adıyla Akamenit takviminde
de aynı sırada kullanılırdı.
6.
Hurşupi Mart
7.
Papakum Nisan
8.
Alalima Mayıs (Bu ay Akamenit takviminde 6. sırada
Alilit adıyla kullanılırdı.
9.
Kazip Haziran
10.
Tati Temmuz
11.
La(n)hum Ağustos
12.
Tarpit Eylül
Hafttepe
kazılarında ortaya çıkan tabletlere göre oluşturulan Elam aylarının adları
aşağıdaki gibidir. Soru işareti taşıyanların yerleri kırık olduğu için
tahminidir:
1.
İTU Adari
2.
İTU Seri
3.
(İTU Pit-babi)?
4.
(İTU Dingir-mah)?
5.
İTU A-(bi)
6.
(İTU Lalubie)?
7.
İTU Sebusebi
8.
İTU Seri-URU
9.
İTU Tamhiri
10.İTU
Sililiti
11.
İTU Hultupie
12.
İTU Sabati (Negahban, 1993: 367).
5.11.
Tartı ve Hacim Sistemi
Elam
tartı ve hacim birimleri hakkında hiçbir bilgi bulunmamıştır. Orta Elam dönemine
ait Hafttepe kazılarında Mezopotamya birimlerinin kullanıldığı görülmektedir.
Bu birimlerin Babildeki değerleriyle aynı olup olmadığı bilinmemektedir.
Tartı
birimleri:
1.
Şekel 8
gram
2.
Mana 480 gram
3.
Gu-un Yaklaşık 28 kilo 300 gram
Hacim
birimleri:
1.
Gur Bu birim eski ve orta
Babil'de 250 litre ve yeni Babil'de 180 litreye denk gelmektedir.
2.
Pi gurun beşte biri veya
altıda biri
3.
Ban miktarı bilinmemektedir.
4.
Sila miktarı bilinmemektedir
(Negahban, 1993: 404).
6. BÖLÜM
ARKEOLOJİK VERİLERE GÖRE ELAM KÜLTÜRÜ
6.1.
Seramik
6.1.1. Neolitik-Kalkolitik Çağlar
İran’ın en eski yerleşim bölgelerinden
birinin Batı İran eyaletleri olduğu söylenmektedir. Bugünkü Kirmanşah, Elam,
Huzistan eyaletleri Bereketli Hilal bölgesinin üstündedir ve tarım ile ilgili
ilk bulgular da bu bölgelerden bulunmuştur
(Roaf, 1996: 24,34). M.Ö. 9. binyıla tarihlenen Şanidar'da ilk hayvan
evcilleştirme izleri bulunmuştur (Childe, 1998: 50). Hayvanın
evcilleştirilmesinin Doğu Akdeniz ve Anadolu'da M.Ö. 11-10 binyıllarda yapılmış
olduğu da ileri sürülmektedir (Alizade, 1999: 65). M.Ö. 8. binyıla tarihlenen
Kirmanşah eyaletindeki Ganc-i dara'da bulunan seramik kap tahılın saklanması
için kullanılmaktaydı (Lahici, 1998: 82).
Elam’daki Alikoş yerleşim
merkezi yaklaşık binyıl sonraya yani M.Ö. 7. binyıla tarihlenmektedir. Bu
zamandan başlayan yerleşmeler M.Ö. 7. binyılda kendini İran’ın başka yerlerinde
de göstermektedir. Bu yerleşim merkezlerinden Hazar’ın güney doğusunda bulunan
Huto mağarası, Kirmanşah’ta bulunan Tepe Sarab ve Azerbaycan’daki Haci Firuz'u göstermek kabildir. Bu merkezlerde
hayvancılık, hayvanları evcilleştirme, balçık evler, seramik yapımı ve tarımın
izlerine rastlanmıştır (Lahici, 1998: 82).
Bu yerleşim merkezleri
arasında Silk’te bulunan buluntuların özel bir yeri vardır. Buradaki arkeolojik
katmanlar İran’ın tarihöncesi toplulukları ve eserleri hakkında iyi bilgiler
vermektedir. Bu höyükte bulunan en eski buluntular M.Ö. 5. binyıla tarihlenmektedir
(Childe, 1998: 51). Bu dönemlerde artık Şuşin'de da yerleşilmeye başlanmıştır.
Bu bölgede bulunan Cevi, Caferabat, Çoğamiş ve Bendbal höyüklerinin tarihi M.Ö.
5. binyıla inmektedir (Dollfus, 1997: 10). Bunların arasında ise Çoğamiş en
eski ve önemli yerleşim merkezi unvanını kazanmıştır (Wright, 1997: 135). Susa
ise M.Ö. 6. binyılda meskunlaşmaya başlamıştır. Bölgenin elverişli şartları tarımı
olanaklı kılmış ve onunla paralel olarak seramik yapımı da başlamıştır. Susa'nın
ilk yerleşim devri yani M.Ö. 6. binyıla tarihlenen seramikleri fırınlarda
pişirilmiştir (Mecidzade, 1991: 2). Susa'nın elverişli koşulları kısa bir
sürede insanların oraya akmasına neden olmuş ve M.Ö. 5. binyılda kentleşme
süreci iyice hızlanmıştır.
Silk’in ilk seramikleri ilkel fırınlarda
pişirilmiş kırmızılı seramikdir. Onun üzerine hasırdan örülen bir sepete benzer
yatay ve dikey siyah çizgiler çizilmiştir. Balçıktan yapılıp pişirilmiş bir
iğin bulunması Silk insanının dokuma sanatını bildiğini göstermektedir (Girishman,1970:
12-13). Kemikten yapılan ve belli aralıklarla çakmaktaşından dişler yerleştirilen
oraklar ise bu devrin insanının ekme, biçme ve aşınma kavramlarıyla tanış
olduğunu göstermektedir (Frankfort, 1989: 50). Silk'te ayrıca bakırdan yapılan
süs eşyası, sedef ve taştan yapılan gerdanlık, yüzük ve kemikten yapılan bir
bıçak da bulunmuştur. Bu bıçağın destesi kısa etek giymiş bir insan
biçimindedir. Bu insan biçimli bıçak destesi Yakın Doğu’nun en eski insan heykeli
sayılmaktadır (Girishman, 1970: 13-14). (levha 11)
Silk’in bu eski uygarlığı M.Ö.
4. binyılda bir çok yerde yerini Elam ve Susa medeniyetine bırakmıştır. Bu zamandan
sonra M.Ö. 4. ve 3. binyıllarında artık İran’ın bir çok yerinde Şuşin ve Elam seramikleri
görülmektedir. Silk höyüğünde ortaya çıkan kül tabakası ve ondan hemen sonra
ortaya çıkan Susa uygarlığı eserlerinden bu kültürün Silk'e zorla kabul
ettirildiği öne sürülmektedir (Girishman, 1970:34).
6.1.1.1. Susa 1 Seramikleri
M.Ö. 5. binyılın başlarında
görülen ilk Şuşin seramikleri basit, bezemesiz ve sarımtıraktır. Bu binyıl
boyunca seramikler rengini korumuşlar ama bazı yenilikler ilave edilmiştir. Sarımtırak
renkleri üzerine gri, kahve rengi, siyah ve zeytin renginde olan bezemeler
çizilmiştir. Genelde üzerleri ıslak elle perdahlanmış ve düz hale
getirilmiştir. İyi pişmiş ve cilasızdır. Arı hamurlarının içinde bazı bitkisel
maddelerin kalıntısı görülmektedir. Binyılın ortalarından itibaren ilk defa bu
topraklarda icat edilen seramik çarkının kullanılmaya başladığı görülmektedir (Durant,
1986: 142-143; Mecidzade, 1991: 2; Rad, 1995: 35). Bu malzemeden çeşitli
biçimde kaplar yapılmıştır. Bunların en yaygını leğen, kase ve testidir. Küp,
tabak ve tepsi biçimli kaplara da çok rastlanmaktadır. Bu seramiklerin bazıları
çok ince yapılmıştır ve kalınlıkları yumurta kabuğu inceliğindedir (Dollfus,
1997: 27-30). (levha 12, üstteki tasvirler)
Susa’da yapılan kazılarda döneminin
emsalsiz eserleri sayılan çok zarif ve gelişmiş seramikler ortaya çıkmıştır. M.Ö.
5. binyılın son çeyreğinden M.Ö. 4. binyılın ilk çeyreğinin ürünü olan ve Susa
1 (Susa A olarak da bilinir) (M.Ö. 4300-3800) seramikleri adlandırılan bu sarımtırak eserlerin arı hamurları olup çarkta
yapılmış ve el veya düz bir aletle cilalandırılmışlardır. Bu kaplarla birlikte
cilalı kırmızı, cilalı gri ve bazı kabaca yapılmış kaplar da bulunmuştur. Yaygın
biçimler vazo, tabak, kase, leğen ve testi olarak görülmektedir. Bu sarımtırak
kaplar çok ince ve bezemelidir. Doğadan ilham alınmış bu bezemeler genelde
siyahla çizilmiştir (Dollfus, 1997: 29) Bu natüralizm stilinde, hayvanlar,
bitkiler, akan su ve geometrik resimler görülmektedir. Susa nekropolünde iki
bini aşkın mezarlarda bulunan bu eşyaların sayısı dört binden fazladır (Mallowan,
1993: 25). Susa 1'in bu ince eserleri üç tür olarak gruplandırılmıştır:
1- Ayaksız ince ve uzun
vazolar
2- Kulpsuz geniş tabaklar
3- Oval biçiminde büyük
testiler (Günaltay, 1987: 138)
Susa 1 döneminin bu eserleri
incelik, güzellik ve sanat açısından dönemin eserleriyle karşılaştırılamayacak
bir seviyededir. Bu eserler oldukça geniş bir alana yayılmıştır. Bu seramiğin
izleri İran’ın her yerinde, Hindistan’da İndus vadisinde (Campbell, 1998: 180),
Kuzey Mezopotamya’da Ninive 5 kültüründe ve Habur vadisinde görülmektedir (Mallowan,
1993: 72).
Wooley Susa 1 seramiklerini
Ubeyt’in en iyi seramikleri ile karşılaştırdıktan sonra onların çok üstün bir
düzeyde olduklarını yazmıştır (Hole, 2001: 33).
Anşan'ın tarihöncesi seramiği (Bakuntepe)
M.Ö. 4. binyılın ilk yarısına tesadüf etmektedir. Susa 1 ile çağdaş olan bu seramikler
sarımtırak, bazıları ise kahve rengine yakındır. İnce ve arı hamuru olan bu
seramikler çarkta yapılmıştır. Fırın ateşinin
azalıp çoğalmasının sonucu olarak seramiklerin rengi her tarafta yeknasak olmamıştır.
Kase, testi, bardak vs. gibi çeşitli biçimlerde seramikler bulunmuştur.
Üzerleinde hayvan, bitki ve az sayıda sun'i resmedilmiş insan resimleri ve
kompleks geometrik resimler bulunmaktadır (Vandenberg, 1969: 41).
Luristan'ın önemli yerleşim
merkezi sayılan Tepe Giyan'da ise siyah bezemeli sarımtırak seramikler
bulunmuştur. Susa 1 seramikleri ile çağdaş olan bu seramiklerde geometrik
çizgiler, karışık resimler, bitki ve hayvan tasvirleri görülmektedir (Vandenberg,
1969: 89).
Elamlıların yüksek yaratıcılık
ve hayal güçlerinin ürünü olan bu kapların üzerindeki tasvirlerin açıklanması
sanat tarihçilerini bazen zor duruma sokmaktadır. Elamlılar tabiattan aldıkları
tasvirleri soyut kavramlarla birleştirmiş ve açıklanması zor stilize edilmiş tasvirler
yaratmışlardır. Örneğin İran’ın bir çok yerinde bulunan ve Elam’ın etkisi
olarak bilinen geçi boynuzları çok büyük ve yuvarlak biçimde iç içe girmiş
olarak çizilmiştir. Bir takım kaplarda ise kuşlar çizilmiş ve boyunları çok uzun
bir biçimde resmedilmiştir. Bu
tasvirlerde bedenleri çok uzun bir biçimde çizilmiş köpekler de görülmektedir (Amiyet,
1970: Res. 6).
6.1.1.2. Susa 2 Seramikleri
Susa 1 dönemini Susa 2 dönemi (Susa
B olarak da bilinir) izlemiştir (M.Ö. 3800-3100) (Potts, 1999: 84). Arkeolojik
kazılarda bulunmuş bir kül tabakası Susa 1 devrinin bir yangınla sona erdiğini
göstermektedir. Buna rağmen bölgenin terk edilmediği ve az sonra Susa 2 döneminin
başlandığı ileri sürülmektedir (Canal, 1997: 41-42). Bu dönemin seramiği önceki
döneme göre çok gerilemiş bir vaziyettedir. Susa 1’in ince ve boya bezemeli seramiği
yerini Susa 2’nin kabaca yapılmış seramiğine bırakmıştır. Frankfort'a göre bu
yangın ve seramiklerdeki büyük değişiklik bir saldırı ve yeni topluluğun
yerleşmesinin göstergesidir. Oysa bazı araştırmacılar bunu madenin giderek
yaygınlaşmasına bağlamaktadır. Onlar Susa 2'yi Susa 1'in devamı saymaktadırlar (Günaltay,
1987: 144-146). (levha 12, alttaki tasvir)
Susa 2 seramiklerinin kaba
yapılmış dışa eğik ağzı, geniş kulpları ve iyi arındırılmamış hamurları vardır (Le
Brun, 1997: 55). Bu tip seramiklerin Uruk seramiği olduğu, ilk önce Güney
Mezopotamya'da ve az sonra Şuşin'de böyle seramiklerin yapıldığı söylenmektedir
(Amiyet, 1970: 23). Genelde kırmızı kilden yapılan bu eserlerin rengi, fırın
ateşinin çok olduğu zamanlarda koyu gri ve hatta siyaha bile çalmaktadır.
Vazolar büyük ölçüde kaybolarak yerini uzun testilere bırakmıştır.
Üzerlerindeki boyalar ise dikkatsizce sürülmüştür. Bu seramiklerin yanında
başka renkte olan seramikler de bulunmuştur (Günaltay, 1987: 147-148).
Susa 2 seramikleri geniş bir
alana yayılmıştır. Batıda Akdeniz, doğuda ise Orta Asya ve Doğu İran
sınırlarına kadar ulaşmıştır. Bu dönemin seramiklerine Filistin’de, Anadolu’da,
Kuzey Suriye’de (Günaltay, 1987: 142-143), Kuzey Mezopotamya’da (Girishman,
1970: 37-38), bütün İran platosu ve Orta Asya'da (Nasr, 1976: 136) ve İndus vadisinde (Campbell, 1998: 180-181)
rastlanmıştır.
Bu dönemin seramikleri
üzerinde geometrik şekiller, tabiat sahneleri, kuşlar, deniz hayvanları ve
insan tasvirleri görülmektedir. Aslanlara ve yılanlara galip gelen hayvanlar
tanrısının tasviri bu dönemin seramikleri üstünde görülmektedir. Bazen balık tasviri
de görülmektedir (Amiyet, 1970: 24). Aynı özelliklerin Susa 2 ile çağdaş olan
Tepe Giyan'ın 4. katında görüldüğü, oysa bu seramiklerin daha iyi pişirildiği
ileri sürülmektedir (Vandenberg, 1969: 89).
6.1.2. Eski Elam Dönemi Seramikleri
Susa 3 veya Susa C dönemi Proto
Elam yazısı ile paralel olarak tarihlenmektedir, yani yaklaşık M.Ö. 3100-2900 yılları
arasına (Potts, 1999: 84). Bu devrin seramiklerinin Susa 2'ye yakın olduğu öne
sürülmektedir. Bazıları Susa 2 seramiklerinin Akadlar sülalesinin kuruluşuna
kadar devam ettiğini öne sürmüşlerdir (Vandenberg, 1969: 77). Bu döneme ait
yeni formlar ortaya çıkmıştır. Hamurları iyi arındırılmamış ve kap yüzeylerine
asla perdahlanmamıştır. Biçim olarak da daha çok tabanları düz testiler ve
tepsiler ve ağzı kalın leğenler bulunmuştur. Bu kapların üstünde sarımtırak fon
üzerinde kırmızı bezemeler çizilmiştir (Le Brun, 1997: 55). (levha 13)
Elam'ın tarihi devrinin
başlangıcı sayılan M.Ö. 3. binyılın başlarından aynı binyılın sonlarına kadar seramik
sanatı bazı değişikliklere uğramıştır. Bu devrin seramikleri bezeksiz,
sarımtırak ve arı hamurludur. Bu döneme ait ender kırmızı bezekli seramikler de
bulunmuştur. Susa 2 seramiklerine benzer seramikler bu dönemde ve bu katmanda
bulunmuştur. Bu devirde Mezopotamya sanatının etkisi de görülmektedir (Amiyet,
1970: 32).
6.1.3. Orta Elam Dönemi
Seramikleri
Elam’ın M.Ö. 2. binyıl seramiklerinin
özelliklerini bazı başka merkezlerden ve daha ayrıntılı olarak öğrenmek
mümkündür. Bunlar Susa’nın dışında Hafttepe (eski Kapnak) ve Tall-i Malyan (eski
Anşan)’dır. Bu dönem Susa'sının bazı seramikleri 3. Ur ve İsin-Larsa
krallıkları devrinin seramiklerine benzemektedir (Carter, 1997: 73).
6.1.3.1. Anşan Seramikleri
Eski Anşan’da bulunan seramikler
sarımtırak ve bezeksizdir, hamurları ise
iyi arındırılmamıştır. Bu seramikler daha çok fincan, kase ve vazo biçimlerinde
görülmektedir. Bunların, Çoğa-zenbil’de ortaya çıkarılan seramikler ile benzer yanları bulunmaktadır (Carter, 1996: 131).
6.1.3.2. Hafttepe Seramikleri
Hafttepe seramikleri iki gruba
bölünmüştür:
1- Bezeksiz sarımtırak ve az
sayıda gri çanak çömlek
2- Koyu ve açık kahve renkle
bezenmiş geometrik şekilleri olan seramikler
İkinci grubun sayısı çok
azdır. Daha çok diğer gruptan bulunmuştur. Bu seramikler çarkla yapılmış ve topraklarına
biraz kum karıştırılmıştır. Çoğunluğu kulpsuz ve tabanları daha çok sivri ve
yuvarlaktır (Negahban, 1993: 132).
6.1.4. Yeni Elam Dönemi Seramikleri
Yeni Elam çağı yani M.Ö. 1. binyılın
başları ile Elam’ın çöküşüne kadar olan sürenin seramikleri yine sarımtırak ve
açık kahve rengindedir. Onların hamurlarında bitkisel kalıntılar ve organik
maddeler bulunmaktadır. Bu dönemin başlarında uzun vazolar başta olmak üzere
küpler ve yumurta biçiminde kaplar da bulunmuştur. Bu dönemin sonlarına doğru yavaş
yavaş İndo-Germen’lerin bölgeye yerleşmeleri sonucunda bazı yabancı ve değişik
formlar da ortaya çıkmıştır. Bunların genel özelliği kabaca ve zarafetsiz yapılmalarıdır
(Miroschedji: 1997: 96). Bu da kültür açısında geri olan yeni bir kavmin ve
yeni bir dönemin başladığını göstermektedir.
6.2. Heykel
6.2.1. Neolitik-Kalkolitik
Çağlar
İran’da heykel diyebileceğimiz
ilk eser Batı bölgesi olan Kirmanşah eyaletinin Sarab höyüğünden bulunmuş ve
Sarab Venüsü olarak adlandırılmıştır. M.Ö. 6. binyıla tarihlenen bu heykel kilden yapılmış ve pişirilmiştir. O
çağlar tarımın başlanış devriydi. Ondan dolayı bu kadın heykelinin cinsiyet
uzuvları verimlilik ve doğurganlığı vurgulamak için abartılı bir biçimde
yapılmıştır. Buna benzer bazı ana tanrıça heykelleri de bulunmuştur. Bunlar
yere oturmuş şekilde yapılmıştır. Bu sahne ile ana tanrıça ve yerin
bağlantısının vurgulandığı ileri sürülmüştür (Lahici, 1998: 68).
Şuşin bölgesinin tarihöncesi
heykelleri M.Ö. 4. binyıla aittir. Susa’da bulunmuş heykellerden biri kaba
biçimde kilden yapılan bir kadın heykelidir. Bu heykelde kadının elleri
göğsündedir (Günaltay, 1987: 151-152). Onun dua halinde olduğu veya doğurup
besleme özelliğinin vurgulandığı sanılmaktadır. Şuşin ovasının tarihöncesi
yerleşim merkezleri sayılan Bendbal, Caferabat ve Cevi’den kabaca yapılmış
insan ve hayvan figürinleri bulunmuştur. Çoğunun malzemesi kildir ve diğer
bölgelerin heykel sanatıyla karşılaştırdığımız zaman bu bölgenin eserleri ilkel
ve geri düzeydedir (Dollfus: 1997: 39).
Bu durum Susa 1 devrinde de devam etmiştir; ama Susa 2 dönemine geldiğimiz
zaman bu sanat alanında büyük ilerlemelerin kattedildiği görülmektedir. Artık heykeller
sadece kilden değil taştan (kireçtaşı, mermer) ve asfalttan da yapılmaktaydı (Le
Brun, 1997: 57). Ancak kilden heykel yapmak Elam tarihinin sonuna kadar devam
ettirilmiştir. Elam’ın yeni dönemine ait çeşitli merkezlerinde kil heykeller
bulunmuştur.
6.2.2. Eski Elam Devrinin
Heykelleri
Elam tarihinin başlangıcı
sayılan M.Ö. 3. binyılın heykel sanatı aşağıdaki özellikleri taşımaktadır:
Bu dönemin heykelleri taştan,
asfalttan, sedeften ve kilden yapılmaktaydı. Heykel yapımında iyi ilerlemeler
olmuştur, ama yine de bu dönem heykellerinin kaba denilecek tarafları bulunmakta
ve tam zarif olarak görülmemektedir. Kadın heykellerinde kadının elleri göğsünde
olarak yapılmaktaydı; üzerlerinde bir kolu ve omuzu açıkta bırakan giysileri bulunmaktadır.
Giysi ve saç modelinde farkları olmakla Sumer heykel sanatının ciddi etkileri
görülmektedir. Bazen Sumerlerde olduğu gibi heykelin kemerden yukarı kısmı
çıplak bir biçimde yapılmış veya her iki omuz giysi ile örtülmüştür. Bu dönemde
de önceki dönemlerin devamı olarak aslan, keçi, oğlak ve kuş heykelinin
yapımına devam edilmiştir. Bazen insan ve hayvanın yan yana heykelleri ve bazen
ikisinin karışımı olan hayali yaratıkların heykelleri yapılmıştır (Mecidzade,
1991: 67). Hayvan heykelleri arasında kemikten yapılmış bir at dikkat
çekicidir. Bu at kalın bacaklı ve yapılıdır ve M.Ö. 2500 civarlarına
tarihlenmiştir. Bu at heykeli Prezevalski atının ilk örneği sayılmaktadır (Girishman,
1970: 18-19). (levha 14, üstteki tasvir)
Elam heykellerinin çoğu
simetrik olarak yapılmıştır, ama simetrik olmayan bazı heykellerin ortaya
çıkışı Elamlıların, bütün bir heykel yapma kurallarına vakıf olduklarını göstermektedir
(Amiyet, 1970: Res. 34, 54).
Elam'ın tarihi devrine ait en
eski heykellerden biri gri mermerden yapılmış bir insanın heykelidir. Bu
heykelin gözü sedeften yapılmış ve zift ile yapıştırılmıştır. Belden yukarı
kısmı çıplaktır ve bu da Sumer etkisini göstermektedir. Heykelin Kısa sakalı ve
saçı vardır ve kollarının birinin dirseğe kadar kırık olmasına rağmen ellerini
göğsünün önünde birleştirdiği anlaşılmaktadır. Sonralar arkasına yazılan
kitabede onun kral İşpum tarafından tanrı Narundi'yi ithaf edildiği yazılıdır.
Bu heykeli Maniştusu, Susa'yı aldığı zaman Akad'a götürmüştür (İktidari, 1996:
198-199).
Bu dönemin en güzel
eserlerinden biri, üzerindeki Elamca ve Akadca kitabelere göre kral
Kutik-inşuşinak tarafından tanrıça Narundi tapınağına sunulan tanrıçanın beyaz
mermerden yapılmış heykelidir. Tanrıça aslan kabartmalı bir tahtın üstünde
oturmuş ve bir eliyle hurma yaprağı ve diğer eliyle bir kabı göğsünün önünde
tutmuştur. Bu Heykelin her iki omzu örtülü olarak görülmekte ve bu da Sumer
etkisi olarak yorumlanmaktadır (İktidari, 1996: 197-198). (levha 15)
M.Ö. 2. binyıl Elam heykel
sanatının zirvesi sayılmakta ve artık madenin de heykel yapımında kullanıldığı
görülmektedir. Bu döneme ait tunç, bakır, gümüş ve altın heykeller bulunmuştur.
Az sayıda fil dişinden yapılmış heykeller de bulunmuştur. M.Ö. 2. binyılın
başlarından kalma fil dişinden yapılmış bir kadın figürini dikkat çekici
özelliklere sahiptir. Bu başsız heykelin bütünü uzun ve desenli bir elbise ile
örtülmüş ve çok ince boyutlarda yapılmıştır. Heykelin başı olasılıkla başka bir
madenden yapılmış ve boyunun arkasında bir çıkıntıyla bedene takılmıştır. Kadın,
ellerini göğsünde birleştirmiştir. Bu tip heykel ve elbise sonraki dönemlerde
Mari’de de görülmektedir (Mecidzade, 1991: 71).
Madenin heykel yapımında
kullanımına başlaması heykeltıraşları epeyce rahatlatıp daha ince nakışların
işlemesine olanak sağlamıştır. Artık kalemin hareketleriyle kırılmayan ve
işlenmesi kolay bir malzeme vardır. Ayrıca istedikleri gerçekleşmeyince
malzemeyi eritip yeniden işleme olanağı da bulunmaktaydı. Ama bu kadar
meziyetin yanında madenden yapılmış heykellerin oranının taş ve kilden yapılmış
heykellere göre çok az olduğu görülmektedir. Bunun sebebi madenin azlığı
olamazdı, çünkü Elam bölgesinde bol miktarda madenler bulunmaktaydı. Eritmek de
bir problem değildi; onlar eski zamanlardan petrolü tanıyıp onu yakıt olarak
kullanmaktaydılar (Diakonov, 2000: 473). Bu konuda şimdiye kadar makul bir
görüş ileri sürülmemiştir. Bu olay tuncun çürüyüp yokolmasıyla bağlı olabilir.
Bu dönemin ilginç heykellerinden
biri sukkalmahlar sülalesi devrine ait tunçtan yapılmış araba üstünde
duran tanrının figürinidir. Kürke benzer bir giysisi ve başında şapkası vardır.
Şapkasının üstünde ise halkalanmış bir
yılan dikkati çekmektedir (Amiyet, 1970: Res. 65).
Diğer meşhur ve ilginç figürin
tunçtan yapılmış bir çift tanrı ve tanrıçanın heykelleridir. Tanrı sol ayağını
yatmış bir koçun üstüne koymuştur;
tanrıça ise iskemleye oturup içinden etrafa su akan bir kabı göğsünde tutmuştur. Bu tanrı ve tanrıçanın dörder başı
vardır ve bu başlar dört yöne doğru bakmaktadır. Her tanrının bir yöne bakan bir
başı vardır ve ondan dolayı bu eser dört başlı tanrılar adını almıştır. Bu
heykel Eşnunna yakınlığında İşçali tepesinin kazılarında bulunmuş ve yakın
benzerliklerine göre Elam heykelleri kategorisine dahil edilmiştir (Mecidzade,
1991: 72)
Bu dönemin diğer bir teknik
işi altın kaplamalı tunç heykeldir. Bu kaplama işi M.Ö. 18. yüzyılda Elamlılar
arasında bilinmekteydi. Örneğin çok tunçtan yapılmış ince ve sağlam bir insan
heykelinin sol elinin üstünde bu altın parçalar hala durmaktadır. Heykelin bazı
yerlerinde de altının izlerinin görülmesi heykelin altınla kaplandığını
göstermektedir (İktidari, 1996: 204).
6.2.3. Orta Elam Devrinin
Heykelleri
6.2.3.1. Hafttepe Heykelleri
M.Ö. 2. binyılın ortalarında
Elam heykel sanatı hakkındaki bilgiler Hafttepe kentinden edinilmektedir. Eski
Kapnak yerleşim merkezi olan bu kentte hiçbir madeni heykel bulunamamış ve
bulunan figürinlerin hepsi kil, taş, fildişi, persolen ve kemikten yapılmıştır.
Bol sayıda insan heykeli ve başı, az sayıda da hayvan heykeli ve başı
bulunmuştur. Hayvanlar at, tilki, hörgüçlü inek, maymun ve kuğudur. Burada biri
erkek biri kadın iki adet maske bulunmuştur. Bu maskeler kilden yapılmış ve
pişirilmiştir. Bulunan insan heykellerinin hiç biri bütün değildir; her birinin
bir parçası kırılmıştır; fakat o parça bulunamamıştır. Bunun bir dini inanışla
ilgili olduğu ileri sürülmektedir. Bazı bilimadamları heykelin başka biri tarafından
kullanılmaması amacıyla; bazıları ise kırılan parçanın adayan kişiyi belalardan
koruduğu inancının varolduğu savından dolayı bir parçasının kırılıp götürüldüğü
görüşünü ileri sürmektedirler. Kadın heykellerinde de yine kadın göğüslerini
elleriyle tutmaktadır (Negahban, 1993: 171-181). (levha 16)
6.2.3.2. M.Ö. 2. Binyılın Son
Çeyreğinde Elam Heykel Sanatı
M.Ö. 2. binyılın son çeyreği
yani Elam’ın altın devri, heykel sanatının zirvesi sayılmaktadır. Özellikle bu
dönemde maden heykelciliği çok yüksek bir düzeye ulaşmıştır. Susa akropolünde
olan Nin-hursag tapınağında bulunmuş kral Untaş-napirişa’nın eşi Napir-asu’nun
1750 kilogramlık tunçtan yapılmış başsız heykeli heykel sanatı açısından Elam madeni
heykel sanatının şaheseridir (Zehtabi, 1996: 60). Bu heykelin arkasında bir
yazı vardır. Bu yazıda heykeli tahrip edip ona saygısızlık etmek isteyen
şahıslara tanrıların bedduası istenmiştir (Hinz, 1992: 139). (levha 17)
Luristan heykelleri de bu dönemin
en yüksek teknik işlerinden sayılmaktadır. Bu bölge ve civar bölgelerde bol
sayıda tunç heykeller, insan, hayvan ve hayali yaratıkların heykelleri
bulunmuştur (Vandenberg, 1969: 91).
Bu devre ait persolen,
fildişi, altın, beyaz altın, kil, taş ve asfalttan yapılmış heykeller
bulumuştur. Altından yapılmış birkaç heykel, bir eliyle bir oğlağı kucağına
alıp diğer elini dua ve ibadet için kaldıran bir Elamlıyı göstermektedir. Bu
heykeller tunç bir paye üzerine oturtulmuştur (Mecidzade, 1991: 91). (levha 18)
6.2.4. Yeni Elam Döneminde
Heykel Sanatı
Yeni Elam devrinde
Akamenitlerin gelişi ve bölgenin kargaşa yaşaması bir çok sanat dalında olduğu
gibi bu alanda da gerilemelere neden olmuştur. Bu dönemden sadece birkaç taş
heykel, bir gümüş maske ve iki sırlı peruk bulunmuştur. Bu gümüş maskenin
gözleri sedeften yapılmıştır (Amiyet, 1970:
Res. 121). Taş heykel terkibi bir eserdir ve inek-insan terkibinden
oluşmaktadır. Heykelin başı insan, bedeni inektir. Heykelin başında boynuzlu, bereye benzer bir şapka bulunmaktadır. Baş
kısmının benzeri Akamenitler ve Asur sarayında da görülmektadir. Bu döneme ait
kadın-inek terkibinden oluşan bir heykel bulunmuştur. Onun da başında boynuzlar
ve ineğin kulakları vardır. Heykelin saçı Elamlıların karakteristik saç modeli
gibi başın üstünde toplanmıştır (Mecidzade, 1991: 90).
6.3. Mühür
6.3.1. Neolitik-Kalkolitik
Çağlar
İlkel insanın ilk ekonomik
düşünce ve iyelik duygusunun göstergesi olan mühür (Negahban, 1993: 206), Elam
bölgesinde M.Ö. 5. binyılın başlarında yapılmaktaydı. Susa, Cevi, çoğamiş,
Caferabat, Bendbal ve bir takım başka yerleşim merkezinde damga mühürler veya baskıları
bulunmuştur (Dollfus, 1997: 27). Bu dönemin mühürleri pişmiş kilden
yapılmıştır. Bazıları haç biçimindedir ve üzerlerinde çizgisel hayvan tasvirleri
ve kesişen çizgiler görülmektedir (Dollfus, 1997: 39).
Elam'ın İlk silindir mühürleri
Susa 2 dönemine tarihlenmektedir. Susa 2 döneminin ortası ve sonuna ait olan yani
M.Ö. 4. binyılın ortaları ve sonlarına tarihlenen bu silindir mühürler insan ve
hayvan tasvirlerini içermekte ve onların bazı günlük yaşam sahnelerini betimlemektedir
(Le Brun, 1997: 53). Özellikle M.Ö. 3000’lere tarihlenen bir mühürün üstünde
hayvanların koruyucu tanrısı olarak yorumlanmıştır. Bu tasvirde tanrının
ellerini etrafa açıp etrafında duran çeşitli hayvanları koruduğu söylenmektedir.
Bu yaratığın bir tür şeytan veya cin olduğu da ileri sürülmektedir. Başka mühür
baskılarında ise bu hayvanların koruyucu tanrısı elleriyle bir yılan, aslan
veya başka hayvanı tutmuş bir biçimde betimlenmektedir (Amiyet, 1970: Res.
10-12). (levha 19, üstteki tasvir)
6.3.2. Eski Elam Döneminin
Mühürleri
Elam’ın tarihi çağlarında yani
M.Ö. 3. binyılın başlarında her iki çeşit mühür kullanmaktaydı. Bu döneme tarihlenen
mühürler kil ve sabun taşından yapılmakta ve tabiat sahneleri, insan, hayvan ve
insansı hayvan tasvirlerini betimlemektedir. Silindir mühürlerin üstünde zigzag,
haç, eğri çizgiler ve geometrik şekillerle çizilmiş hayvan tasvirleri görülmektedir
(Le Brun, 1997: 54).
Bu binyılın ortaları ve
sonlarına doğru gelindiğinde seramik ve heykel sanatında olduğu gibi Sumer sanatının
etkisi çoğalmaktadır. Bu etkilerin yanında
bir takım mahalli özellikler de görülmektedir. Örneğin Elam icadı olup
Mezopotamya’da iyi bilinmeyen ama Mısır’da görülen grifon tasviri, mahalli
özelliği yansıtmaktadır. Hinz, Elamlıların doğaüstü ve doğal olmayan hayali
varlıkları betimlemeleri ile çağdaş Avrupa’nın Mannerism mektebi arasında bir
etkinin var olduğunu ileri sürmektedir (Hinz, 1992: 193-194).
M.Ö. 2400’lere tarihlenen iki
silindir mühür bu sanatın seviyesini ve Elamlıların dünya görüşünü yansıtmak
açısından büyük öneme sahiptir. Bunların birinde tanrıçaların faaliyetleri ve
kadının üstün konumu gösterilmektedir. Mühürün sol üst kısmında mühürün sahibi
olan bir kuyumcu hakkında Sumer çiviyazısıyla bilgiler verilmektedir. Onun
yanında iki tazı köpeğin üstünde duran bir tanrıça tasviri görülmektedir. Bu
tanrıça okunu iki ayağı üstünde duran ve yüzünü ona çeviren bir keçiye
doğrultarak avlamak niyetindedir. Tanrıçanın başında ise bir şapka bulunmaktadır.
Yan tasvirde ise başka bir tanrıça, sırt sırta çevirerek yatan iki dişi aslanın
üzerinde oturmakta ve yanında ise kısa etek giyen bir erkek hizmetçi durmaktadır.
Onların arasında görülen ay, güneş ve yıldız tasviri tanrılara işaret
etmektedir. Diğer sahnede kanatlarını açan bir grifon betimlenmektedir. Bir kanatının
altında insan başlı bir akrep ve diğer kanatının altında maymuna benzer bir
yaratık görülmektedir. Üst sıranın son sahnesinde kısa etekli insan-inek
terkibinden yaratılan bir yaratıkla bir insan karşı karşıya durmaktadır. Ellerinde
ters tutulan bir ağaç dalı görülmektedir. Bu sahnenin bitkilerin ölüm ve yaşam
meselesini gösterdiği öne sürülmektedir. Alt sırada ise üç sahne vardır.
Birinci sahnede tanrıça aslanın üzerinde oturmuştur; karşısında ise uzun saçlı
ve uzun elbiseli bir kadın oturmuştur. Diğer sahne tanrılar veya kralların
yırtıcı hayvanlar ile olan savaşını göstermektedir. Son sahnede ise dişi bir
aslanın üstünde oturan bir tanrıça görülmektedir. Hizmetçi iki kadın köle
yapraklarla onu serinletmeye çalışıp güneşten korumaktadır (Mecidzade, 1991:
70). (levha 19, alttaki tasvir)
Diğer ilginç bir mühürde bir
aslan, iki küçük boğanın ve bir boğa, iki aslanın ayaklarından tutarak havada asılı
olarak tutmuştur. Amiyet bu tasvirleri birbirini aralıksız takip eden ve iki
hayvanla gösterilen mevsimler ve art arda birbirini takip eden yay ile kış
olarak yorumlamıştır (Hinz, 1992: 194).
Tasvirleri itibariyle eski
Yakın Doğu mühürleri arasında ender bulunan bir mühürün üzerinde üç çift
tanrının ikişer ikişer savaşları betimlenmiş ve Naram-sin'in Elam valisi olarak
atadığı İşpum’a ait olduğu ileri sürülmüştür. Bu mühürde Akad mühür sanatının etkisi ciddi
olarak görülmektedir, ama savaşanların insan ile hayvan değil tanrılar olması
mahalli bir özelliği göstermektedir (İktidari, 1996198). (levha 20)
6.3.3. Orta Elam Döneminin Mühür
Sanatı
M.Ö. 2. binyılda Elam Mühür
sanatı devam etmiştir. Bu çağın yaygın motifi yılan olarak görülmektedir. Bu
dönemde kil ile birlikte asfalt da mühür yapımında kullanılmıştır (Porada,
1978: 112). Bu binyılın ortalarına gelindiği zaman damga mühür yapımında taş ve
persolenin de kullanıldığı görülmektedir. Bu mühürlerin üzerinde geometrik
resimler, hayvan tasvirleri ve tabiat manzaraları çizilmiştir. Silindir
mühürler ise taş ve persolenden yapılmakta ve çeşitli tasvirler taşımaktaydı.
Bazılarının üzerinde çiviyazısıyla yazılmış yazılar bulunmaktadır (Negahban,
1993: 209).
Akamenitlerin bölgeye akın
etmesi ve Asur'un saldırıları sonucunda yaranan kargaşa, silindir mühür sanatının
büsbütün durmasına neden olmuştur (Negahban, 1993: 206). Bu, kentlerin
gelişmesiyle silindir mühür gibi zor bir sanatın yerine kolay yapılan damga
mühürlerin geçmesi veya yeni gelen topluluğun sanat açısından çok geri düzeyde
olmasının bir sonucu olabilir.
6.4. Maden
İşleme
6.4.1. Kalkolitik Çağ
Maden işleme sanatının
bölgedeki kökenini madenin olduğu yerlerde aramak gerekmektedir. Bu konuda
madenin ilk işlendiği ve eritildiği yer Elam ve Anadolu olarak gösterilmektedir
(Mecidzade, 1991: 2). Güneybatı İran topraklarında ilk işlenmiş madeni eşya Şuşin'in
doğusundaki Anşan civarında bulunmuştur. Hertzfeld’in bulduğu bu süs eşyası
bakırdan yapılmış ve çekiç ile üzerinde
işlenmiştir. Bu bakır eşya Eneolitik dönemin başlangıcına tarihlenmiştir
(Cameron, 1986: 11) . Ama onların ithal olma durumu veya Gordon Chailde’ın
yazdığı gibi seyyar satıcılar ve seyyar yapıcılar tarafından yapılıp satılma
olasılığı da vardır (Childe, 1998: 72). Bu bölgelerde madenin bol olduğunu göz
önünde bulundurursak bunun ihtimalinin çok zayıf olduğu anlaşılmaktadır. İran'ın
güneybatısı ve güneydoğusu maden işleme ve eritmenin merkezlerinden biri olarak
tanınmıştır. Çanak çömleksiz neolitik dönemde yani M.Ö. 6500’lere tarihlenen
Hassuna kültüründen önceye ait edilen Tel Magzaliye’de bulunan bakır bizin
İran’dan geldiği söylenmektedir. İran’ın güneybatısında olan Alikoş’ta bu
döneme tarihlenen bakır boncuklar bulunmuştur (Roaf, 1996: 35).
6.4.1.1. Susa 1 Döneminde Maden Sanatı
M.Ö. 5. binyılda Susa, ilk
yerleşmelerden kentleşmeye ve küçük bir merkez olmaktan öte tarım ve ticaret
merkezi olma sürecini yaşamaktaydı. Bu süreçte ise yavaş yavaş madenin kullanılmaya
başlandığı görülmektedir. Bu bölgenin en erken madeni işi Susa 1 dönemine
rastlamaktadır. Mezarlıklarda halis bakırdan yapılan aletler bulunmuştur; bu
araçların üzerlerine hiçbir nakış işlenmemiştir. Bu eşyalar arasında bakırdan
yapılmış aynalar da görülmektedir (Günaltay, 1987: 138).
6.4.1.2. Susa 2 Döneminde Maden Sanatı
Altın işleme ve kullanmanin en
eski merkezlerinden biri Susa olarak bilinmektedir. Bu bölgenin insanı M.Ö. 4. binyılda
altını tanıyıp kullanmıştır. Susa 2 döneminde de işlenmiş altınlar bulunmuştur.
Bu altınlar inci ve halka biçimindedir. Ayrıca bu devirde diğer madenleri
işleme sanatı da iyice ilerlemiştir. Burada halis bakırdan yapılmış balta,
çekiç, mızrak uçları ve hançer gibi savaş malzemesi artık madenin daha da
yaygın bir kullanım alanı bulduğunu göstermektedir (Günaltay, 1987: 147).
Carter, bu eşyanın yüksek bölgelerde oturan Elamlılar tarafından yapılıp
ovadakilere satıldıklarını ileri sürmektedir (Carter, 1984: 115).
6.4.2. Eski Elam Döneminin
Maden Sanatı
Elam'da Tunç kullanımı M.Ö. 3.
binyılda görülmektedir. Bu döneme ait çoğu mezarlıklarda bulunan bakır, tunç,
kurşun ve gümüş eşya ele geçmiştir (Mecidzade, 1991: 66). M.Ö. 3. binyılın
birinci yarısına tarihlendirilmiş mezarlarda
bol miktarda kap kacak, silah ve süs eşyası bulunmuştur. Kaplar kase ve tabaktan;
silahlar kargı ucu ve destesi, topuz başı, balta ve kalkandan; süs eşyası ise kurşun
bir taç, yüzük ve bilezikten oluşmaktadır. Bazılarının üzerinde paralel nokta
çizgileri vardır. Kapların kulparı ise gövdeye perçinlenmiştir (Carter, 1997:
74-75).
M.Ö. 3. binyılın ikinci
yarısına ait Naram-sin’in adının yazılı olduğu kılıcın aynısı olan başka bir
kılıç bulunmuştur. Bu kılıcın üzerinde üç insanın kabartma tasvirleri vardır ve
bu da maden işleme süreci içinde yavaş yavaş gelişmeye doğru gidildiğini, artık
sadece madenin eritilip kalıba dökülmesiyle kalmayarak aynı zamanda üzerinde
nakışlar çizip kabartmalar yapıldığını göstermektedir. Bu kılıç aynı zamanda, Hazar’ın
güneydoğusunda olan Tepe Hisar’da bulunan ve aynı döneme tarihlenen kılıca da
benzemektedir (Amiyet, 1970: Res. 54).
6.4.2.1. Sukkalmahlar Döneminin Maden Sanatı
M.Ö. 2. binyılın ilk
çeyreğinin sonlarına doğru, yani sukkalmahlar dönemine ait bazı eserler
bulunmuştur. Bunlar arsında en ilginç eser altından yapılmış kanatları açık bir
kartaldır. Susa'da bulunan bu eserin kanatları üzerine mavi cisimler takılmıştır.
Bu kartalın pençelerinin özel duruşu binyıl sonra Güney Azerbaycan'da olan
Hasanlu'da altın bir kap ve tunç hançerde ve aynı zamanda Silk'te bir kap
üstünde işlenmiştir (İktidari, 1996: 201). Bu kuşun kuyruğu ve kanatları iki
parçadan yapılmıştır: Altta düz bir metal parçası ve onun üstünde mavi cisimlerin
takılabilmesi için delikli bir metal parçası. Bu tekniğin Ur mezarlığında
bulunan eserlerde işlendiği de görülmüştür. Aynı tekniği Akamenitler de devam
ettirmişlerdir (Porada, 1978: 245). (levha 21)
Bu dönemin eserleri arasında
arabaya binmiş bir tanrı, arkasına kabartma yılanları olan bir tahtın üzerinde
oturarak bir eliyle bir yılanı tutan kral veya tanrı da bulunmaktadır.
Birincisinde tanrının kulakları boğa kulağına benzemektedir. İkincisinde ise
tanrının entari gibi bir giysi giydiği görülmektedir. Her iki eser tunçtan
yapılmıştır. Tunç, eritilerek kalıba dökülmüştür; kalıptan çıkarıkdıktan sonra
yüzeyi işlenmiştir (Amiyet, 1970: Res. 65, 66). Kuşa benzer bir balta da bu
dönemin ilginçeserlerinden biridir. (levha 22)
6.4.3. Orta Elam Döneminin
Maden Sanatı
6.4.3.1. Hafttepe Maden sanatı
Orta Elam döneminin madeni
eşya ve aletleri hakkında en iyi bilgi eski Kapnak olan Hafttepe kazılarından
edinilmektedir. Gerçi bu yerleşim merkezinde madeni eşyanın oranı taş eşya ve
çanak çömleğe göre çok azdır, ama yine çok sayıda tunç ve bakır eşya
bulunmuştur. Bu eşya hançer, ok ucu, mıh, tek başlı balta, iğne, düğme ve bakır
bir testeredir. Bu araç ve gereçler çeşitli boyutlarda yapılmış ve bazılarının
üzerinde nakışlar işlenmiştir. Burada bulunmuş hançerler Hazar denizinin
güneybatısında olan Marlik ve Hazar’ın batısında olan Talış bölgesinin
hançerleriyle yakın benzerlik arzetmektedir. Bir baltanın üzerinde ise
çiviyazısıyla sahibinin adı yazılmıştır (Negahban, 1993: 192-198).
6.4.3.2. Elam Maden Sanatının Zirvesi
Elam’ın imparatorluk dönemi
maden işleme sanatının zirvesi sayılmaktadır. Önceki sayfalarda bahsedilen
Napir-asu heykelinin 1.29 metre boyu ve 0.73 metre eni vardır; Bu eser M.Ö. 13.
yüzyılda yapılmıştır. !750 kilogramlık bir heykelin madenini hazırlamak, onları
eriterek bir araya getirmek, kalıp hazırlamak, eritip dökmek ve üzerindeki
nakışları çizmek beceri, uzmanlık ve teknolojik
ilerlemeyi göstermektedir (Labat, 1963: 23). Bu heykel önceden bilinen kaybolan
mum tekniği ile yapılmıştır. İlk önce kalıb hazırlanmıştır; sonra iki aşamada
dökülüp yüzeyi dikkatlice perdahlanmıştır (Hinz, 1992: 197). (levha 17)
Bu dönemin sonlarına ait
altın, gümüş ve tunç heykeller ise bu gelişmenin diğer örnekleridir. Heykeller
dışında şaheser olarak tanınan bir eser tanç bir sunaktır. 1.58 metre boyu ve 0.705 eni olan bu sunakta
kurban kanlarının dışarıya akması için delikler yapılmıştır. Sunağın beş payesi
vardır ve bu payeler bir kabı göğüslerinde tutan tanrıçalar biçimindedir.
Sunağın üzerine iki yılan kabartması işlenmiştir (Mecidzade, 1991: 86).
Bu dönemin en önemli ve
emsalsiz madeni eseri bir dini ritüelin canlandırıldığı tunçtan yapılmış üç
boyutlu makettir. Bu makette güneş doğmadan önce temizlik merasimi
gösterilmektedir. Çömelmiş çıplak bir yardımcı, çıplak bir rahibin eline su
dökmektedir. Bunların dışında bir ziggurat, bir tapınak, bir masa veya sunak,
iki sütun, havuz, küp, ve birkaç ağaç bulunmaktadır. Yapım tekniği açısından
basit olarak görülmektedir, ama doğal boyutlarda yapılmışlar ve maketin
üzerinde kazınmış bir kitabe bu temizlik törenini ve maketin Şilhak-inşuşinak
için yapıldığını anlatmaktadır (Roaf, 1996: 74). (levha 3)
6.4.3.3. Luristan Tunçları
Bu dönemde Luristan’da yani
Simaş sülalesinin muhtemel kalkış yeri sayılan Susa’nın doğu ve kuzeydoğu
bölgelerinde tunç sanatı zirveye ulaşmıştır. Luristan tunçları adı altında
meşhur olan bu bölgenin eserleri M.Ö. 2. binyılın ikinci yarısına tarihlenmiştir.
Bu tunç eserler zarafetiyle tanınmakta ve bu da maden işleme sanatının bu
bölgelerde eskiden yapıldığını ortaya koymaktadır. Bol sayıda bulunmuş bu
eserlerin üzerinde ve destelerinde insan, hayvan, bitki şekilleri ve hayali
yaratıklar kabartmaları işlenmiştir (Roaf,
1996: 174). Simetrik olan ve bazılarının stilize edildiği bu eserler, üzerinde hayal ürünü olan insan-hayvan ve
hayvanlar terkibinden oluşan yaratıkların şekillerinin işlendiği kılıç, ok ucu,
balta ve hançer gibi savaş araçları, üzerinde savaş sahneleri bulunan at
eyerleri ve diğer koşum araçları, ayna, yüzük, bilezik, hayvan biçiminde takılar
ve başka süs eşyaları, uzun bir madeni çubuğun bir başına oturtulmuş çemberler
ve bu çemberlerin içinde yapılmış hayvan figürinleri ve sivri tabanlı kaplardan
oluşmaktadır. Bunlar arasında demir hançer, orak ve bazı küçük eşyalar da bulunmaktadır.
Bunların çoğu kaçak yollarla bulunup satıldığı için tarihleri ancak bölgede bulunmuş bir takım başka araç
gereçlerle karşılaştırmak yoluyla saptanabilmiş ve M.Ö. 2. binyılın
ortalarından M.Ö. 1. binyılın ortalarına tarihlenmiştir. Örneğin orada bulunmuş
bir balta Şilhak-inşuşinak’a ait bir baltanın çok yakın bir benzeridir. Bu
baltalar tıpatıp aynı özellikleri göstermektedir ve ondan dolayı bu balta M.Ö.
12. asra tarihlendirilmiştir. Bazı bilim adamları, üzerinde adının da yazılı
olduğu şilhak-inşuşinak'ın baltasının bu
bölgede yapııdığını ileri sürmektedirler (Vandenberg, 1969: 91-92). (levha 25,
alttaki tasvir)
Luristan tunçları oldukça
zengin bir topluluktır ve döneminin ve bölgenin maden işleme sanatını göstermek
açısından son derece değerlidir. Böyle bir yüksek düzeyde olan sanatın güçlü
tabanı olduğu ve eskilere indiği kuşku götürmez bir vakadır. Bütün İran’da,
Kafkaslar ve Mezopotamya’da bu eserlere benzer eserler bulunmuştur (Girishman,
1970: 106-108). Bu tunç eserlerle Avesta'nın bazı mitolojik öğeleri arasında
bağıntılar olduğu ileri sürülmüştür (Diakonov, 2000: 129).
Elam maden işleme sanatının
karakteristik bir özelliği kaplara yapışık
olan hayvan başlarıdır. Hayvanın bedeni kabartma olarak kabın üzerine
işlenmiş ama başı ayrı yapılarak ince bir şekilde kabın üstüne takılmıştır. Sanki
kap hayvanın bedeninin içinde yapılmıştır. Bu eserler M.Ö. 2. binyılın
başlarında asfalttan yapılmıştır. Binyılın sonlarına doğru tunçtan da
yapıldıkları görülmektedir. Bu nevi sanatsal eserlerin de geniş yayıldığı görülmektedir.
Hazar’ın çevresinde olan ve M.Ö. 1. binyılın ilk yarısına tarihlendirilen
Marlik ve Kalardeşt höyüklerinde bulunan eserlerde Elam etkisi ciddi olarak
görülmektedir (Negahban, 1964: 45). (levha 23 ve 24)
Kral Untaş-napirişa’nın
baltası bu dönemin önemli eserlerindendir. Balta gümüşten yapılmış ve üzerine
beyaz altından yapılan bir yaban domuzu takılmıştır. Bu baltanın kesici ağzı
bir aslanın ağzından çıkmış bir biçimde yapılmıştır . Üzerinde ise "ben
Untaş-napirişa" ibaresi kazınmıştır (Mecidzade, 1991: 85). (levha 25,
üstteki tasvir)
6.4.3.4. Yeni Elam Döneminin Maden
Sanatı
Bölgenin medeniyet ışığını
söndüren Akamenitlerin gelişi ve Asur-Elam çekişmeleri ve savaşlarının sonucu
olan kargaşalar Elam’ı her yönden yoksul ve yoksun hale getirmiştir (Purpirar,
2000: 40, 46). Savaşların ve kargaşanın, sanat anlayışını da ciddi biçimde
etkilediği görülmektedir. Bu döneme ait pek fazla eser bulunmamıştır. Gözleri
sedef ve fil dişinden yapılmış bir gümüş maske, yumruk biçiminde iki el, altın
yaldızlı tunç mıhlar ve sırlı bezekli bir peruk bulunmuştur. Bazılarına göre
bunlar bir ölünün bedenine takılmıştır. Ama mezarda bulunmuş demir bentlerden
onların bir tahta kutu içinde olduğu ve zamanla tahtanın çürüyüp yokolduğu
görüşü de ileri sürülmüştür (İktidari, 1996: 217-218).
Bir diğer eser olasılıkla
insan eli ve parmaklarına göre yapılmış bir kabın kulplarıdır. Dört parmağın
yerleştiği bu kulplar tunçtan yapılmış ve çerçevenin içinde parmak yerlerinin
altına bir boğa heykeli yapıştırılmıştır. M.Ö. 1. binyılın başlarında bu
eserlerin örneğine Marlik'te de rastlanmıştır (Mecidzade, 1991: 91). (levha 26,
alttaki tasvir)
Yüksek sanatsal değer taşıyan
bu dönemin bir diğer eseri salkım şeklinde yapılmış küpelerdir. Aynı eserler
Marlik’te, Hasanlu'da ve Silk'te de görülmektedir (Amiyet, 1970: Res. 112). (levha
26, üstteki tasvir)
Demir çağında, yani M.Ö. 2. binyılın
ikinci yarısında bazı küçük demir eşyaya rast gelinmiştir. Bu ise onların
demiri bildiklerini ve kullandıklarını oysa demirin henüz geniş bir kullanım alanı
bulmadığını göstermektedir (Girishman, 1970: 72).
6.5. Kabartma
En eski kabartma eserleri
mühürlerdir. Bu mühürlerin baskıları ise kabartma eserlerdir .
6.5.1. Eski Elam Döneminin
Kabartma Sanatı
Elam’ın tarihi devirlerinin başlangıcı
yani M.Ö. 2700'lere ait iyi korunmamış az sayıda kabartmalar bulunmuştur.
Bunların birinde bir boğa ve yavrusu birer yavarlak sırada kırık bir konik
cismin üzerinde betimlenmiştir. Bu konik cisim ziftten yapılmış ve üzerindeki
tasvirler silindir mühürlerdeki tasvirlere benzemektedir (Amiyet, 1970: Res. 40).
Diğer eski bir kabartma iki
çıplak adamı ibadet ederken göstermektedir. Aralarında oğlağa benzer bir hayvan
ve başları üstünde birbirine dolaşmış iki yılan tasviri görülmektedir. M.Ö.
2700’lere tarihlendirilen bu kabartma taştan yapılmış ve Susa’da Nin-hursag
tapınağında bulunmuştur (Amiyet, 1970: Res.
41). Şüphesiz bu dönemin en iyi kabartma eseri kral Kutik-inşuşinak devrine
aittir. Burada boynuzlu şapka takan bir kişi sütuna benzer büyük tahta bir çiviyi
iki eliyle tutmuştur. Arkasında başka biri durmakta ve başı üstünde bir yılan
tasviri görülmektedir. Üzerindeki linear Elamca kitabede bu eserin tanrı
İnşuşinak’a armağan edildiği yazılıdır. Tasvirdekinin tanrı İnşuşinak olduğu ve
bir tapınağın temellerini sağlamlaştırmak için o çiviyi yere çaktığı öne
sürülmüştür (Roaf, 1996: 74). Oysa onların kral Kutik-inşuşinak ve eşi olduğunu
ileri sürenler de vardır. Bu eserde Sumer etkileri ciddi olarak görülmektedir
(Mecidzade, 1991: 69). (levha 27, üstteki tasvir)
M.Ö. 2. binyılda kabartama
sanatında büyük ilerlemeler kattedilmiştir. Taş kabartmalar daha da kabarıklık
ve daha da zarafet kazanmakta ve çeşitli sahneler tasvir edilmekteydi. Asfalt
ve kil kabartmalar ise artık yontma ve basma yoluyla değil hazırlanmış kalıplarda
hazırlanıp kabartılmış hale getirilmekteydi. Bu yöntemde ilk önce taş ve belki
madenin üzeri istenilen nakış gibi kazınmakta ve kazınmış yerlere asfalt ve kil
doldurulmaktaydı. Malzeme kazınmış nakışın biçimini iyice aldıktan sonra
koparılıp pişirilmekteydi. Bu yöntemle yapılan ve M.Ö. 2. binyıla tarihlenen
bir dizi eserler bulunmuştur. Bunların birkaçı bir ana ve kucağındaki çocuğunu
kabartma olarak betimlemekte ve birinde ise ana, çocuğunu emzirmektedir. Bu
yöntemle yapılmış diğer kabartma eserlerde çalgıcılar (Azeri Müzik enstrumanı
tar ve Ortaasya'nın bazı telli enstrumanları tasvirdeki gibi bugün bile göğsün
üstünde çalınır.)(levha 28), eliyle bir kabı tutan çıplak bir insan, Gilgameş
destanındaki Humbaba’nın tasviri, Kucağında oğlak olan bir kişi, bir evlilik
töreni (olasılıla kutsal evlilik) gibi çeşitli tasvirler görülmektedir (Mecidzade,
1991: 72-73).
1924 yılında Hertzfeld
tarafından bulunan ve M.Ö. 3. binyılın sonları ve 2. binyılın başlarına
tarihlendirilen Kurangan kaya kabartmasına dini bağlamda işaret edilmiştir. Anşan'ın
civar bölgesinde bulunan bu kabartma,
karmaşık bir tasvir içermekle beraber yapımına fazla dikkat edilmemiştir. Bu
sahne ellerinde hayat suyu olan bir çift tanrı, hizmetlerinde duran kral ve
ailesi ve onlara doğru yürümekte olan yaklaşık kırk kişi ve onların önlerinde yürüyen
iki rahip tasvirinden oluşmaktadır. Tanrının başında boynuzlu şapka bulunmakta
ve bir tahtın üzerinde oturmaktadır. Tahtın altında bir yılan görülmektedir. Kral,
bir eliyle yılanın başını tutmaktadır; diğer elindeki kaptan iki tarafa hayat
suyu akmaktadır (Hinz, 1992: 59-61). (levha 29)
6.5.1.1. Sukkalmahlar Döneminin Kabartma Sanatı
Sukkalmahlar dönemine tarihlenen siyah
taştan yapılmış bir diğer kabartmada üç tasvir betimlenmiştir. Ortada Elam
kralı olması muhtemel bir şahıs bir tanrıçanın önünde durmaktadır; alt kısımda
düşman askeri çıplak olarak düşmektedir ve yukarıda aslana benzer bir hayvan
soldan sağa hareket etmektedir. Bu eser büyük olasılıkla düşmanını yendikten
sonra şükür ve ibadet niyetiyle tanrıçanın huzuruna gelen Elam kralını göstermektedir.
Burada Babil sanatının etkisi görülmektedir (Mecidzade, 1991: 73). Ama Amiyet
kabartmadaki o iki kişinin kutsal evlilik yapacak iki insan olduğunu öne
sürmektedir (Amiyet, 1970: Res. 64).
6.5.2. Orta Elam Döneminin
Kabartma Sanatı
Elam’ın en güçlü dönemi
sayılan klasik çağına ait bir takım kabartma eser bulunmuştur. Bunların en
önemlisi Untaş-napirişa’nın Susa akropolünde bulunan taştan yapılmış anıtıdır.
Üzerinde bir kitabe bulunduran bu anıt Asur-banipal’ın M.Ö. 640’taki Susa
fethinde ciddi hasar görmüş ve bazı yerleri anlaşılmaz duruma gelmiştir. Dört
sahneyi betimleyen bu anıt olasılıkla içeriği itibariyle Untaş-napirişa’nın
tahta oturduğu munasebetiyle yapılmıştır. Bu anıtta Elam özellikleri ve Mezopotamya
etkileri görülmektedir. Yılan, tanrıdan sıçrayan hayat suyu ve ayakta duran keçi
Elam sanatının özellikleridir. İnek-insan terkibinden yaranan yaratıklar ise
Mezopotamya etkisi olarak ileri sürülmektedir. Untaş-napirişa’nın krallık göstergesini
tanrıdan almasının bir Mezopotamya etkisi olarak ileri sürülüşü zayıf bir
ihtimaldir. Bu sahnenin Elamlılara özgü tanrıdan kut veya kiten almanın
betimlenmesi olduğu ileri sürülmektedir. Buna benzer eserler Mari kralı
Zimrilim’in taştan yapılmış kabartmasıdır. Orta Asur dönemine ait benzer
kabartmalar da bulunmuştur (Porada, 1978: 81).
Elam’ın son binyılında çeşitli
bölgelerde kayalar üzerinde yapılmış bir dizi kaya kabartmalar bulunmuştur.
Tabiat, savaş ve dinsel sahneler, hayvanlar ve hayali yaratıkların tasvirleri
bu kabartmaların genel konularını oluşturmaktadır. Persepolis yakınlığındaki
Nakş-i Rüstem bunların bir örneğidir. Bu kabartmanın bir kısmı M.Ö. 2. binyıla
ve bir kısmı Yeni Elam dönemine aittir. Yeni kısmı eski kısımların üzerine
yapılmıştır ve daha sonra Sasaniler döneminde yine bazı sahneler ilave
edilmiştir. Yeni Elam kısmı ayakta duran bir kralın resmini göstermektedir
(Amiyet, 1970: Res. 129).
6.5.3. Yeni Elam Döneminin
Kabartma Sanatı
Yeni Elam döneminin en güzel
eserlerinden biri asfalt üzerine yapılan ip eğiren kadın kabartmasıdır. Bu
kadın bir iskemlenin üstünde oturmakta ve arkasında duran bir hizmetçi ise bir
yelpaze ile onu serinletmektedir. Kadının önünde bir sehpa üzerinde çeşitli
meyveler ve balık bulunmaktadır. Bu kabartmada işlenen elbiseler, süs eşyası,
saç modeli ve sahnenin detayları büyük bir becerinin ürünü olarak görülmektedir
(porada, 1978: Res. 23-25).
Bu sanat dalı diğer dallara
rağmen bu dönemde giderek daha gelişmiştir.
Bunun en bariz örneği Elam sanatçılarının eseri olan Persepolis ve Taht-ı
Cemşit’tir. Bunlar Akamenit krallarının oturdukları şehir ve saray olarak
bilinmektedirler (Roaf, 1996: 218-219).
6.6.
Elam Yerleşmeleri ve Mimarisi
Elam’ın tarihöncesi ve hatta
tarihi devrinin başlangıcından bin yıl sonrasına dek mimari özelliklerine ışık
tutabilecek iyi korunmuş bir yapı bulunmamıştır. Arkeolojik kazılar bu
dönemlere ait yeterince bilgi verememiştir.
6.6.1. Susa 1 Döneminin Mimari
Özellikleri
Susa 1 döneminde evlerin
güneşte kurutulmuş büyük dikdörtgen kerpiçlerden yapıldığı sanılmaktadır.
Gitgide kerpiçler küçülmeye başlamıştır. Duvarlar kalın ve sağlamdır (Le Brun,
1997: 51).
6.6.2. Susa 2 döneminin Mimari
Özellikleri
Susa 2 döneminde odalar küçük
ve yan yana yapılmış kare veya dikdörtgen şeklinde olmuştur. Kerpiçler yine
güneşte kurutulup boyutları önceki döneme göre küçülmüştür (Le Brun, 1997: 52).
6.6.3. Eski Elam Dönemi
Mimarisi
M.Ö. 3. binyılın ortalarına
gelindiği zaman saman ile balçığın karışımından yapılmış tavanlar ve tabanlar görülmektedir.
Ayrıca çakılla döşenmiş tabanlar da bulunmuştur (Carter, 1997: 73).
Önceki sayfalarda anılan yeni
bulunan en eski Silk zigguratı, döneminin bazı mimari özelliklerini ortaya
koymaktadır. M.Ö. 2850 yılı civarına tarihlenen bu ziggurat içi dolu üç katlı
platform ve yok olmuş kukkunu (ulhi de denir) veya zirvedeki
odadan oluşmuştur. Bu ziggurat güneşte kurutulan ve boyutları 35x35x15
santimetre olan kerpiçlerden yapılmıştır. Bu zigguratın ilk katı 45x45x4 metre,
ikinci katı 35x35x4 metre ve üçüncü katı 25x25x4 metre boyutlarındadır
(Şehmirzadi, 2002: 2).
Bu dönemin mühürleri ve
baskıları, mimari hakkında bilgi vermemektedir. Avan ve Simaş şehirlerinin
bulunmaması ise bu bilgi kıtlığının önemli nedenlerinden sayılmaktadır. O
sülalelerin Susa kentinde yaptığı tapınaklar da bilinmemektedir. Bu konuda İlk
güvenilir bilgiler M.Ö. 2. binyılın ortalarından edinilmektedir.
6.6.4. Orta Elam Döneminin
Mimarisi
6.6.4.1. Hafttepe'nin Mimarisi
M.Ö. 15. yüzyıla tarihlenen ve
bugün Hafttepe adıyla tanınan eski Kapnak yerleşim merkezinde bir takım iyi
korunmuş binalar bulunmuştur. Buradan edinilmiş mimari özellikleri
aşağıdakilerden ibarettir:
1- Bu kentin yapılarının
çoğunluğu bir kalkınma süresi içinde yapılmış ve tabanlar ile duvarlarda onarım
amacıyla yeni katmanlar ilave edilmiştir.
2- Bu kentin bütün evleri çok
az sapmalarla takriben aynı yönde yapılmıştır. Bu konuda çeşitli fikirler ileri
sürülmüştür. Bu bir dinsel inanç neticesi veya iklim şartlarından dolayı
olabilir.
3- Odaların tavanında tahta
direkler kullanılmıştır.
4- Odalar çeşitli uzunluklarda
yapılmıştır, ama odaların eni altı metreyi geçmemektedir. Bunun nedeni tahta
direklerin dayanabilme kuvvetidir. Ayrıca duvarların açıları tam 90 derecedir
ve duvarlar dümdüz yapılmıştır. Bu ise ilerlemiş mimarlık ve usta mimarların
varlığını göstermektedir.
5- Tahta direklerin üzerine
hasır, saz ve başka bitki yığını koyulup üzerleri balçıkla örtülmüştür.
6- Duvarların yüzeyi alçıyla
sıvanıp üzerinde geometrik ve renkli şekiller çizilmiştir.
7- Hafttepe’de çok büyük binalar
bulunmuştur. Bu binalar birbirine bitişik olmayan ve temas çizgisinde sert bir
şekilde tutturulmayan bölümlerden oluşmaktadır.
8- Binaların büyük kısmı
kerpiçten yapılmıştır. Yağış aşınmasına maruz kalabilecek duvarlar tuğlayla
örtülmüştür. Su kanallarında da tuğla kullanılmıştır.
9- Zigguratın kerpiçlerinin
boyutları 40x40x12 santimetre ve tuğlaların boyutları 38x38x8 ve 35x35x6 olmak
üzere üç çeşittir.
10- Kerpiçlerin arası sıradan
balçık, ama tuğlaların arası çok dayanıklı bir harçla doldurulmuştur. Bu harcın
dayanıklılığı modern aygıtlarla ölçülmüştür. O zamanın harcının dayanıklılığı
bugünün standartlarına uygundur.
11- Kerpiçle yapılmış tavanlar
ağaçla takviye edildiklerine göre düz, ama tuğlayla yapılmış tavanlar kubbelidir.
Bu kubbeli tavanlar Elam mimarisinin karakteristik özelliği sayılmaktadır.
12- Kerpiçle yapılmış evlerin
tabanı balçıktan, tuğlayla yapılmış evlerin tabanı ise tuğladan yapılmıştır.
Bazı binalarda ise bu tuğla tabanın üzerinde 2-3 santimetre kalınlığında bir
alçı tabakası vardır (Negahban, 1993: 69-75).
Bu komplekste ortaya çıkan kubbeli
tavan türünün ilk örneklerinden sayılmakta ve mimaride haksız olarak Rumi tavan
adı verilmektedir. Bu tavan hiçbir sütun kullanılmadan büyük bir odanın üstüne
örülmüştür ve bu da mimaride önemli bir gelişme olarak görülmektedir (Mecidzade,
1991: 75).
6.6.4.2. Hafttepe kompleksi
Bu kompleks Elam kralı
Tepti-ahar dönemine tarihlenmekte ve bu binaları içermektedir:
1. Tepti-ahar’ın mezarlığı
1. 1. Tepti-ahar’ın mezarı
1. 2. Toplu mezar(23 ceset)
1. 3. Mezarlığın tapınağı
1. 3. 1. Tepti-ahar’ın mezarının
yanındaki salon
1. 3. 2. Toplu mezarın yanındaki
salon
1. 3. 3. Uzun koridor
1. 3. 4. Merkezi avlu
1. 4. bu mecmuayı çeviren duvar
2. Ziggurat 1
2. 1. Platform
2. 2. Platformun kuzeyindeki büyük altı
salon
2. 3. avlular
3. Ziggurat 2
Bu komplekste dikkat çeken bir
başka özellik bazen altmış metreye ulaşan uzun duvarların düm düz yapılması ve
hiçbir yerde ciddi eğrilik göstermemesidir (Negahban, 1993: 75-97).
6.6.4.3. Çoğa-zenbil'in Mimarisi
Untaş-napirişa devri bir çok
konuda olduğu gibi özellikle mimarinin zirveye ulaştığı dönem de sayılmaktadır.
Bütün Elam tarihinin en önemli yapısı olan Çoğa-zenbil zigguratı onun zamanında
yapılmıştır. Bu ziggurat Elam
mimarisinin özelliklerini yansıtan en önemli binalardan biri sayılmaktadır. Bu
dönemde geniş bir tapınak inşaatı ve restorasyonu yapılmış ve o tapınakların
bazıları günümüze kadar kalmıştır. Bu faaliyetler ondan önceki dönemlerde de
yapılmaktaydı. Örneğin Babilli Ammi-şaduka'nın çağdaşı olan Kuk-naşur,
kerpiçten yapılmış bir kukkunuyu restore ettiğini ileri sürmüştür.
Humban-numena ise Liyan’da tanrı Humban ve eşi Kiririşa için bir tapınak inşa
ettiğini açıklamıştır. Untaş-napirişa yirmi mabedin inşa ve restore edildiğini iddia etmiştir. O,
Çoğa-zenbil’in bulunduğu şehri yaptırmış ve kendi adını oraya vermiştir (Dur-untaş)
(Mecidzade, 1991: 78).
Çoğa-zenbil o çağın şartlarına
göre muhteşem ve muazzem bir yapı olarak görülmektedir. İlk önce milyonlarca
kerpiç hazırlanmıştır, onların hazırlanmasına gereken su oradan 1.5 kilometre
mesafede olan İdide (bugünkü Dez) ırmağından getirilmiştir. Tuğlaların
pişirilmesi için gereken yakıt bölgenin kaynaklarından temin edilmekteydi.
Direk ve kerestelerin bir kısmı etraf bölgelerden, bir miktarı da Luristan
ormanlarından kesilip hayvanlarla İdide’ye götürülerek ırmakla
Dur-untaş’a getirilmekteydi. Çok sayıda işçi, mimar, katip, ressam ve oymacı bu
binanın yapımında çalışmıştır (Hinz, 1992: 198).
Bu dönemin tapınak
duvarlarında çok sayıda yazılı tuğla bulunmuştur. Tuğlaların boyutları önceki
dönemlere göre daha küçük, daha pişmiş ve daha kalitelidir. Yazılı tuğlalar
binanın yüksekliği oranıyla kullanılmıştır. Binalarda birkaç kat normal
kerpiçten sonra bir kat yazılı tuğla konulmuştur. Yüksek binalarda normal
kerpiçlerin katları çoğaltılmıştır. Bu yazılı tuğlalar Elam’ın her tarafından
olan tapınaklardan toplanmıştır. Ondan dolayı üzerlerinde tapınağın
yaptırıcısının adı, soyu, sülalesi ve tapınağın hangi tanrı için inşa edildiği
yazılmıştır. Bazı kerpiçlerde ise binayı tahrip edip ona hor bakana tanrıların
bedduası ve binayı yapana insanların ve tanrıların rahmet ve hayır duaları
istenmiştir. Dur-untaş ve Susa tapınaklarında bol sayıda yazılı tuğla bulunmuştur
(Labat, 1963: 13-14).
Susa zigguratı tamamiyle
Mezopotamya tapınaklarının aynısıdır ve onlara çok yakın mimari özellikleri
sergilemektedir. Bir mühür izinden onun yerinde daha önce, M.Ö. 4. binyılda
başka bir tapınağın var olduğu bilinmektedir. Geriye gittiğimiz zaman Mezopotamya
etkisinin azaldığı düşünülmektedir. Ondan dolayı o ilk tapınağın daha çok yerli
özellikler taşıdığı ileri sürülmektedir. Ama aynı kültür veya yakın kültürlerde
kutsal yer her zaman kutsaldır ve ondan dolayı eski tapınağın yerine yenisi
inşa edilmiştir (Mecidzade, 1991: 78).
Dur-untaş kenti Susa’nın otuz
kilometre mesafe ile güneybatısı istikametindedir. 1200x800 boyutlarında
dikdörtgen bir hisar kenti kuşatmaktadır. Kentin içinde 400x400 boyutlarında
başka bir hisar da vardır ve o küçük hisarın içinde zigguratı kuşatan başka bir
küçük hisar daha vardır, yani iç içe üç hisar bulunmaktadır. Orta ve küçük
hisarın arasında bir takım tapınaklar bulunmaktadır. En küçük hisarın yedi
kapısı vardır. Bu kapıların birinden ziggurata kadar yontulmuş taşlar döşenmiş
ve taşların arasındaki çukurlar asfaltla doldurulmuştur. Diğer altı yola kerpiç
döşenmiştir. Kapıların biri arabalar ve kurbanlık hayvanların getirilmesi için
kullanılmaktaydı. Bu yolların hepsi eğri yapılmıştır. En önemli yol ise kral kapısının yoludur (Labat, 1963: 17).
Arkeolojik kazılarda Susa
zigguratında olduğu gibi Çoğa-zenbil’in inşasından önce orasının bir tapınak
olduğu ve daha sonra bu tapınağın ziggurata dönüştürüldüğü ortaya çıkmıştır (İktidari,
1996: 173-174).
Çoğa-zenbil tapınağının iki
aşamada inşa edildiği ileri sürülmektedir. Birinci aşamada zigguratın birinci
katının etrafında avluyu kuşatan kare biçiminde odalar dizisi inşa edilmiştir.
100x100 metre olan bu avlunun etrafındaki odaların, avlunun üç tarafında tek
sıralı, ama kuzeybatı cephesinde çift sıralı oldukları görülmektedir. Üç
cephenin kalınlığı sekiz metre ve bu çift sıralı odaları olan kuzeybatı cephesinin
kalınlığı on iki metredir. Tek sıralı odalara avludan girilmekte oysa çift
sıralı odaların arkadaki odalarına damdan bir merdiven ile inilmekteydi. Sadece
avlu girişinin yanındaki (sağında ve solundaki) odalara giriş kapının yanındaki
koridordan girilmekteydi. Bu ilk tapınak kerpiçten yapılmış ve oda duvarları iyice
badanalanmıştır (Hinz, 1992: 203).
Avluya, tapınağın her dört kenarının
ortasındaki taş döşemeli girişlerle girilmekteydi. Güneydoğu girişinin iki yanındaki
odasında bulunan tabletlere göre bunların tanrı İnşuşinak için yapıldığı öne
sürülmektedir. Diğer odaların hangi tanrılara ait olduğu ve ne amaçla kullanıldığı
bilinmemektedir. Merdivenli odaların tanrılara adaklar koymak için kullanıldığı
ve diğer odaların kral mezarı olarak kullanıldığı ileri sürülmektedir
(Vandenberg, 1969: 71).
Bu tapınak ziggurata
dönüştürüldüğünde avlunun ortasında 35x35 metre, yani zigguratın beşinci katı olan
kukkununun tabanı boyutlarında kerpiçle
içi dolu bir sütun yapılmıştır. Bu sütunun yüksekliği dört katın toplamı
kadardır. 11.5 metre ondan kısa olan üçüncü kat sütunu sarmış ve ona bitişik bir biçimde yine içi dolu olarak kerpiçten
yapılmıştır. 11.5 metre üçüncü kattan kısa olan ikinci kat ise üçüncü katı
sarmış ve üçüncü katın aynısı olarak yapılmıştır, sadece ondan 11.5 metre kısa ve
eni ile boyu ise ondan büyüktür. Eski tapınağın odaları kullanıma uygun bulunmayıp
kerpiçle doldurularak zigguratın birinci katını oluşturmuştur. Sadece birkaç
odanın içi doldurulmamış ve onların kullanımına devam edilmiştir. Bu zigguratın
her katı alttaki katın üstüne inşa edilmemiş ve alt kat üst kat için bir
platform mahiyetinde olmamıştır. Her katın temeli yere dayanmaktadır. Dördüncü
katın üzerinde ise kukkunu inşa edilmiştir. O odanın, tanrının oturduğu,
kralın oraya yükselerek halktan kopup tanrılara yaklaştığı ve kutsal evliliğin
yapıldığı oda olduğu ileri sürülmektedir (Mecidzade, 1991: 79). (levha 30,
üstteki tasvir)
Bugün Çoğa-zenbil
zigguratından sadece 25 metre yüksekliğinde olan birinci ve ikinci katın tümü ve üçüncü katın ise bir
kısmı kalmıştır. Birinci ve ikinci katın yüksekliği 8 ve 11.5 metredir, üçüncü
ve dördüncü katın yüksekliğinin 11.5 metre olduğu tahmin edilmektedir. Kukkununun
boyutlarının ise 10x10x10 metre olduğu tahmin edilmektedir. Yüksekliğinin 10
metre olması bazı hesaplamalar sonucunda ortaya çıkmıştır. Bu hesaplara göre
zigguratın yüksekliği uzunluğunun yarısı kadar olmuştur. Bu hesaplamalar onun
yüksekliğini 52.5 metre olarak göstermektedir (Labat, 1963:18).
Enkaz içinde bulunan sırlı tuğlalar
kukkununun iyi süslenmiş olduğu kanaatini vermektedir. 2., 3. ve 4. katın dış
yüzeyleri tuğlayla örtülmüştür. Bulunan tabletlere göre zirvedeki oda Humban ve
İnşuşinak’ın tapınağı idi. Bu tuğlaların Elam’a özgü bir özelliği bulunmaktadır.
Bu kerpiçlerin üstünde ona tutunmak, adak olarak bir şey bağlamak veya başka
bilinmeyen bir nedenden ötrü yarım konik çıkıntılar bulunmaktadır (Amiyet,
1970: Res. 78). (levha 30, alttaki tasvir)
Zigguratın en önemli Elam’a
özgü özelliği onun merdivenleridir. Mezopotamya zigguratlarının zirvesindeki
odalarına bir taraftan çıkılmaktaydı (Roaf, 1996: 104-105). Babil kulesinde ise
bu merdivenler zigguratın etrafını dolaşarak zirveye çıkılmaktaydı (Herodot, 76).
Çoğa-zenbil’in her dört tarafında merdivenler vardır, ama bunların üçü birinci
katta son bulmuştur. Güneybatı cephesindeki merdiven ise ikinci kata kadar
çıkmıştır. Üçüncü ve dördüncü katlara ise güneydoğu cephesinde olan merdiven, yani sadece kralın yükselebileceği
merdivenden tırmanılmaktaydı. Halk kitlesinin zigguratın etrafı ve özellikle kukkununun
girişinin olduğu doğu tarafını doldurduğu; saray ehli ile şehzadelerin ise
düzeylerine göre birinci ve ikinci katlara yükseldikleri sanılmaktadır. Üçüncü
ve dördüncü kat ve nihayet baş odaya ise sadece kralın yükselme hakkı vardı. Ayrıca
merdivenlerin üstü Mezopotamya merdivenleri gibi açıkta ve tavansız değidir. Bazı
yerlerde kubbeli tavanlarla örtülmüştür. Kral zirveye yükseldiğinde yukarıya
doğru yükselen ve bazı yerleri açık bazı yerleri tavanlı bir geçidin içinden
geçmekteydi (İktidari, 1996: 175-176).
Kralın, zirvedeki odaya ulaşmak
için düz bir çizgide hareket etmemesi ve dolaşması gerektiği için tapınağın
merdivenlerinin direkt zirveye yapılmadığı ileri sürülmektedir. Bu bilim
adamlarına göre kral herkesten önce güneydoğu kapısından girip birinci kata çıkardı.
Oradan güneybatıya dönerek ikinci kata tırmanırdı. Tekrar güneydoğu veya doğu
cephesine dönerek üçüncü, dördüncü ve nihayet kukkunuya çıkardı. Orada
tanrı İnşuşinak ve Humban’ın huzuruna gelirdi (Hinz, 1992:208-209).
Zigguratın etrafını kuşatmış
hisarın yüksekliği 1 metre ve kalınlığı üç metredir. Bu hisarın öncede
söylendiği gibi yedi girişi vardır ve güneydoğu veya doğu girişine, büyük ve
süslü olduğuna göre kraliyet yolu adı verilmiştir (Hinz, 1992: 200).
Dışarıda kral girişinin sağında ve solunda
başı kesik piramit biçiminde büyük
kerpiçlerden yapılmış bir sıra sunaklar konulmuştur. Bu sunakların kralın geliş
zamanında ona kurbanlıklar sunmak için olduğu ileri sürülmektedir. Kanın akıp
gitmesi için masaların arasındaki yerlerde kazılan kanallar ise bunu
göstermektedir (Mecidzade, 1991: 80)
Zigguratın diğer üç girişinde
kralın heykelleri konulmuştur. Olasılıkla bu heykeller diğer üç kapıda kralı
temsil etmekte ve önlerinde kurbanlıklar kesilmekteydi (Hinz, 1992: 201).
Zigguratın merdivenlerinin iki
yanında bir sıra hayvan heykelleri konulurmuşr. Bunların mabedin koruyucusu
olduğu ve mabedi tanrıların gizemli kiten gücüyle korudukları ileri sürülmektedir
(Labat, 1963: 22-23). Bu konuda kiten ile hayvanın bağlantısı açıklanmamıştır.
Kitenin hayvanlara verilmesi konusu şüpheli görülmektedir. Bugün bu hayvan
heykellerinin sadece izleri kalmıştır.
Birinci hisarla ikincinin
arasında bazı tanrılar için tapınaklar inşa edilmiştir. Bu tapınaklar Pinikir,
Kiririşa, Şala, Simut ile NİN-URU’nin ortak tapınağı, Napratep, Hişmitik ile
Ruhuratir’in ortak tapınağı, İşme-karab ve Nabu’ya aittir. Zigguratın
kuzeybatısında Elam’ın büyük tanrısı Humban'a küçük bir tapınak adanmıştır.
Onun batısında bulunan T şeklindeki iki bitişik tapınaktan oluşan mabet ise
Kiririşa ve İşme-karab’ın tapınaklarıdır. Bu üç tapınağın benzer yönleri vardır
(Roaf, 1996: 143).
Birinci hisarın dışında ve
güneyinde yazılı tuğlaları olan bir kule bulunmaktadır. Büyük bir kısmı zamanın
tahribatından kurtularak zamanımıza ulaşan bu kule bazı araştırmacılara göre dünyanın
dört yönünün ışığı anlamına gelen Akadca "Nur Kibrati" adlanmaktaydı
(Labat, 1963: 15).
Bu komplekste ziggurat ve
tapınaklar dışında üç saray ve bir de sıradan bir ev bulunmuştur. Küçük ve Orta
hisarın arasında olan bu saraylar ve ev tuğla ve asfalt-toprak karışımı olan
bir harçtan yapılmıştır. Bu sarayların bodrumunda önce de söylendiği gibi Elam
tarihinin ilk ve tek kremasyon örneği ortaya çıkmıştır (Mecidzade, 1991: 81).
Elam’ın bu döneminde epeyce
yaygın olan ve tapınak binalarında çok kullanılan iyice pişirilmiş sırlı
tuğlalardır. Özellikle Untaş-napirişa devrinde bu tuğlaların çok kullandığı
görülmektedir. Bütün tapınaklar ve saraylar çeşitli renklerle boyanan bu sırlı
tuğlalarla bezenmiştir. Bu dönemin kerpiçleri genelde mavi, yeşil ve beyazın
terkibinden oluşmaktadır. Çoğu bezemesizdir. Susa akropolünde kral
Şutruk-nahunte’ye ait dikdörtgen, renkli, tabiat manzaraları işlenen ve
üzerinde çiviyazılı metinleri olan tuğlalar bulunmuştur. Az bir zaman sonra bu tuğlalar
kabarık nakışlarla karşımıza çıkmaktadır (Porada, 1978: 161).
7. BÖLÜM
ELAM SOSYO-EKONOMİK YAPISI
7.1. Epipaleolitik Çağ
Yerleşik hayat öncesinde tarımın
başlanması ve belli bir düzeye gelmesinden önce birbirinden bağımsız evlerden
oluşan yerleşmelere rastlanmaktadır. Her ev yemek ve diğer ihtiyaçlarını
kendisi temin etmekteydi. Avcı-toplayıcılıkla geçinen aileler muhtaç oldukları
araç ve gereçleri de taş ve kemikten yontup kendi hayatını idare etmeye çalışmaktaydı.
7.2. Neolitik Çağ
Neolitik dönemde Bereketli
Hilal bölgesinde tarımın başlanması giderek büyüyen değişiklikler yaratmıştır. Bunu
başaranların Natuf kültürü insanları olduğu söylenmektedir. Arkeolojik bulgular
onların avcı-toplayıcılıktan tarıma geçiş sürecinin ilk adımını attıklarını
ortaya çıkarmıştır (Roaf, 1996: 27). Bundan sonra, M.Ö. 7. binyılda bazı olası
yerlerle birlikte Bereketli Hilal’ın en doğusu yani Zagros sıradağlarının batı
yamaçlarında bu geçişin başlandığı görülmektedir. Tarımın yanı sıra hayvanların
evcilleştirilmesi ve ilksel hayvancılığın temelleri de atılmaya başlanmıştır. Genc-i
Dara, Şanidar ve Alikoş bu geçişin ilk aşamasında yer almaktadır. Aynı zamanda
çanak çömlekçilik ve ilk köy adlandırabileceğimiz toplu, bitişik, küçük ve
kerpiçle yapılmış evlerin yapımına da başlanmıştır. Eskiden mevcut olan taş
aletler bu dönemde daha dikkatli yapılıp parlatılarak yüksek bir düzeye
getirilmiştir (Lahici, 1998: 66-67).
7.3. İran'ın Coğrafi Koşulları
ve Bu Koşulların Toplum ve Kent Üzerindeki Etkisi
İran platosunun büyük bir
kısmı dağlar ve çöllerle kaplandığı için Şuşin'in dışında büyük bir yerleşim
merkezi bulunmamaktadır. İnsanlar küçük topluluklar halinde küçük vahalarda,
dağların yamaçlarındaki uygun yerlerde yaşamaktaydılar. Eskiçağ İran’ında
Alborz ve Zagros’un her iki tarafında yerleşen topluluklar bir yarım daire
oluşturmuşlardır. Bu yarım daire İran’ın kuzeydoğusundan başlayarak batıya
uzanmış ve oradan da güneydoğu istikametine yönelmiştir. Bu yarım daire, ortada
olan çöllerin etrafında oluşmuştur. Onun için de Eskiçağ İran’ında Şuşin hariç
büyük tarımcı topluluklar görülmemektedir (Cameron, 1986: 5-9). Büyük tarımcı
toplulukların olmadığı yerlerde ise çeşitli mesleki mesleki katmanlar ciddi
olarak ortaya çıkmamaktadır. Çünkü vahalarda yaşayan insanların arasındaki
irtibatın az olması ve merkezi otoritenin oluşmaması; kanun ve hukuk
anlayışının düşük düzeylerde kalıp az gelişmesi ve kentleşme sürecinin
gelişiminin yavaş olmasını beraberinde getirmektedir. Oysa büyük tarımcı
toplulukların elde ettiği artı ürün, toplumsal mesleki katmanların ortaya çıkmasına
neden olup kentleşme sürecinde ciddi rol oynamıştır (Childe, 1998: 58, 69, 72).
Tarımın başlangıç dönemi veya
az sonrasına ait bazı madeni aletler, çanak çömlek ve ana tanrıça figürinleri
bulunmuştur. Ancak bunlar yukarıda söylendiği gibi her evin az sayıda yaptığı
eşyalardan oluşmakta ve böyle
katmanların ortaya çıkmasına bir süre daha zaman gerekmekteydi.
7.4. Tarihöncesi Şuşin'inde
Kent ve Toplum
Eskiçağ İran’ının önemli
istisnası sayılan Şuşin ovası üç büyük ve kurumayan ırmağı ve onların oluşturduğu
alüvyon topraklar sayesinde tarıma geçiş yolunda hızlı adımlar atmaktaydı. M.Ö.
6. binyılın başlarında bu bölgenin bu süreçte iyice ilerlediği arkeolojik
kazılarda ortaya çıkmıştır (Wright, 1997: 134). Ayrıca M.Ö. 5. binyıla ait
geniş ve büyük sulama kanallarının ortaya çıkması bu görüşün güçlü
detekleyicisidir (Negahban, 1993: 466)
Tarımın iyice yaygınlaşması
evlerin bağımsızlığını alıp götürmüştür. Kendi yiyeceğini yetiştiren, kendi
kaplarını yapan, kendi giysilerini diken ve diğer bütün eşya ve araç
gereçlerini yapan aileler kaybolmaya başlamıştır (Childe, 1998: 57).
Şuşin tarıma çok elverişli
olduğu ve büyük tarımcı bir topluluk yetişdirdiği için ilk sekenesinin küçük
köylerde oturduğu ve tarım ile meşgul olduğu öne sürülmektedir. Bu köylüler daha
sonra çanak çömlek yapımına da başlamış ve belli bir süre sonra eskiçağ
dünyasının en ince ve emsalsiz çanak çömleğini yaratmışlardır (Amiyet, 1970:
19-20).
Madenin ciddi olarak
insanların hayatına girmesinden sonra özellikle madenlere yakın oturan topluluklarda
bir madenci sınıfının ortaya çıktığı görülmektedir. Bu grubun en bariz örneği Şuşin'in
doğusunda Proto Elam yazısının bulunduğu Tepe İblis ve Tepe Şahdad bölgesinin
kazılarında ortaya çıkmıştır (Hakemi, 1972: 46). Ayrıca Tepe Yahya'daki büyük
taş işlemeciliğinin ortaya çıkışı burada taş üzerinde çalışan büyük bir grubun
varlığını gün ışığına çıkarmıştır (Mecidzade, 1991: 2).
Bazı eşyanın, bölgede
bulunmayan bir malzemelerden yapılması,
tüccar sınıfının ortaya çıktığını göstermektedir. Kentlerin giderek
kompleksleşmesi ve bölgede kaynağı olmamasına rağmen çeşitli materyallerin bulunması
bu mesleki sınıfın daha da önem kazandığı göstermektedir.
7.5. Eski Elam Topluluğu
Bölge, tarihi dönemlerinin
başlangıcına, yani M.Ö. 3. binyıla yaklaşık böyle bir tablo ile girmiştir. Yazının
başlaması ve kaydedebilme olanağı eski toplulukların daha da karmaşık ilişkşler
kurmalarına ve kentleşme sürecinin daha da hızlanmasına neden olmuştur. Bu
süreç içinde öğretmenler ve katipler sınıfı da ortaya çıkmaktaydı. Bu dönemin
mühürleri topluluğun günlük hayatı, mesleki grupları ve bazı toplumsal
katmanları hakkında bilgi vermektedir. Bu mühürler üzerinde etrafı sazlarla
çevrilmiş su kanalları ve içinde yüzen balıklar, ağaçlar altında otlamakta olan
çeşitli hayvan sürüleri, ok ve mızraklarla avlanmaya çalışan Elamlılar, büyük
kaplumbağaları sahile çekmeye çalışan balıkçılar, süt sağan köylüler,
tarlalarda çalışan işçiler ve meyve toplamakta olan kadınlar gibi kent dışı
faaliyetleri betimlenmiştir (Mecidzade, 1991: 66).
Kentin içinde ise çok geniş
etkinlikler yürütülmekteydi. Bu etkinlikleri betimleyen mühürlerde bunlar
tasvir edilmiştir: bir töreni yürürken yapmakta olan bir grubun arkasında çalışmakta
olan işçiler, büyük bir küpün üzerinde
çalışmakta olan çanak çömlekçiler ve kap kacakları parlatmakta olan işçiler, iskemleler
üzerinde oturup dokumacılık, aşçılık ve çanak çömlek yapan kadınlar, tahıl
ambarlarına tahıl taşımakta olan kişiler, ambarların yanında yere oturup
tahılın miktarını kaydeden yazmanlar, getirilen kabın ağzını kapatıp mühürleyen
memurlar vs (Hinz, 1992: 31-32).
7.6. Eski Elam'da Mesleki
Sınıflar
Bu mühürlerin baskıları az da
olsa M.Ö. 3. binyılda Elam’ın sosyo-ekonomik yapısı hakkında bilgi vermektedir.
Bu çağda burada tarım, balıkçılık, bahçecilik, madencilik, marangozluk, çanak
çömlekçilik, ticaret, katiplik, kahinlik, rahiplik, hayvancılık gibi mesleklerin
var olduğu öğrenilmektedir (Mecidzade, 1991: 67).
7.7. Elam'da Okul, Öğretmenler
ve Öğrenciler
M.Ö. 3. binyılın sonu ve 2. binyılın
başlarında artık okul ve öğretim sistemi tam olarak yerini bulmuş vaziyetteydi.
Katip tepir ve öğrenciler ise puhu-teppi adını taşımaktaydılar.
Burada ülkenin çeşitli tapınaklarına ve saraya gereken yazmanlar yetiştirilmekteydi
(Hinz, 1992: 101). Amiyet M.Ö. 2. binyılın başlarında Susa'da Akadca Eğitimi
veren daimi okulların varlığından söz etmektedir (Amiyet, 1970: 49)
Dinin hakim olduğu bütün eski
topluluklarda dinadamları, büyücüler ve kahinlerin ön planda olması gayet
normaldir. Bunlar hakkında bilinmemiş mesele ilk devirlerde bunların atama
yoksa veraset yoluyla bu makama geldikleri idi (Wright, 1997: 135). Acaba daha
sonraki Med’lerde olduğu gibi bunlarda da bir ruhani kabilesi mi vardı? (Diakonov,
2000: 346). Hele tanrılar ülkesi olarak tanınan Elam ve Susa’nın dini yönü daha
da kabarık bir şekilde idi ve ölü gömme merasimi, tapınaklarda öğretilen
kitabet işi, tapınak ambarları ve depolama işleri ve bunlar gibi dini işleri
yönlendirecek dinadamları sınıfı toplumun şahdamarını ellerinde tutmaktaydılar.
7.8. Elam'da Kraliyet ve
Ortaya Çıkışı
M.Ö. 4. binyılın başlarında Şuşin'de
hakimiyetin varlığı hakkında iki fikir ileri sürülmüştür: birincisinde merkezi
bir otoritenin varlığından söz edilmekte, diğerinde ise mahalli reis ve
muhtarlar söz konusu olmaktadır (Hole, 1997: 150) . Her iki durumda da seçkin
bir sınıfın varlığı bilinmektedir. Kral, ailesi, şehzadeler ve saray ehli, yani elit bir
sınıfın varlığı en az M.Ö. 3. binyılın kayıtlarından bilinmektedir. Sosyal ve
ekonomik yapılarından bir şey bilmediğimiz Avan ve Hamasi sülalelerinin varlığı
Mezopotamya kayıtlarından bilinmektedir (Jacobsen, 1939: 97-98). Bu devirde
bunların sadece kral mı yoksa kral-rahip görevi yürüttüğü meselesi iyi
bilinmemektedir. Her ikisi hakkında deliller bulunmaktadır. Komşu Mezopotamya’da
M.Ö. 3. binyılın ortalarında artık bu ikisinin birbirinden ayrıldığı görülmektedir
(Kınal, 1983: 51). Ama M.Ö. 2. binyılda hüküm sürmüş sukkalmahlar
sülalesinin krallarına verilen büyük peygamberler lakabından onların bu binyılda
iki görevi bir arada yürüttüğü anlaşılmaktadır (Cameron, 1986: 55-56). Elam'da M.Ö. 3. binyılda bu iki görevin bir
kişinin elinde olduğu tahmin edilir.
Siyasal tarihi aleyhine
yapılmış savaşlarla başlayan Elam'ın bir asker sınıfının olması gayet
normaldır. Batı komşusuyla sürekli savaşmakta olan bu ülkenin servetlerini
korumak ve komşusunun biriktirdiği zenginlikleri buraya intikal etmek için
düzenli bir ordunun hazır olması gerekmekteydi. Bazı seramik tasvirleri ok ve
yay gibi silahların tarihöncesinden Elamlılar tarafından bilindiğini göstermektedir
(Girishman, 1970: 24; Amiyet, 1970: Res. 2), ama M.Ö. 3. binyılda Elam ordusu
hakkında hiçbir bilgi yoktur.
7.9. Elam Toplumu Üzerinde
Mezarlardan Edinilen Bilgiler
M.Ö. 3. binyıla ait mezarlar
bu dönemin toplumsal yapısı hakkında bazı bilgiler vermektedir. İyi işlenmiş
bol sayıda bakır, tunç ve gümüş eşyanın bulunduğu mezarlar toplumun elit
kesiminin mezarlarıdır. Bunlarla birlikte bu mezarlarda bol miktarda çok ince seramik
eşya da bulunmuştur. Madeni eşyası az ama kaba seramik kabı çok olan mezarların
sıradan kişilere; madeni eşyası olmayan ve kaba seramik kapları az olan
mezarların ise çocuklara ait olduğu
ileri sürülmektedir (Carter, 1997: 185; Hole, 1997: 151).
Birden fazla iskeletin
bulunduğu mezarlar elit tabakanın mezarlarıdır. Elam’da öbür dünyada
efendisinin hizmetinde olmak için onunla gömülen insan veya insanlar geleneği
var idi. Kral Tepti-ahar’ın toplu mezarı (Negahban, 1993: 119) ve Susa’da
bulunan iki ve üç iskeletli mezarlar buna bir örnek sayılmaktadır (Carter,
1997: 75).
Simaş sülalesi devrine, yani M.Ö.
3. binyılın sonları ve 2. binyılın başlarına tarihlendirilen mezarların durumu
aşağı yukarı aynıdır. Topluluğun seçkin sınıfına ait insanların mezarı orada
bulunan tunç eşya ile tanınmaktadır. Bazı mezarlarda mühür de bulunmaktadır (Carter,
1997: 185). Bu mezarlardan daha fazla bilgi edinmek mümkün olacaktı eğer 60
yıla yakın bir sürede inhisari olarak Susa’da kazı yapan Fransız ekip daha
dikkatli olup neyin nerede bulunduğunu ve neyin nereden alındığı kayda
geçirseydi. Özellikle De Meqneum ve De Morgan bu konuda en büyük yanlışları
yapmışlardır.
7.10. Elam'da Ticaret ve
Tüccarlar
M.Ö. 2. binyılda Susa çok
genişleyip bölgenin merkezi haline gelmiştir. Bu dönemde ticaret özellikle
uluslararası ticaretin epeyce yaygın ve geniş olduğuna dair belgeler bulunmaktadır.
İdari ve iktisadi tabletler insanların çok büyük bir mal varlığından ve takas
yoluyla alışveriş yaptıklarından bahsetmektedir (Negahban, 1996: 112).
Bu dönemde büyük binaların
ortaya çıkması usta mimarların varlığına işaret etmektedir. Bu alanın diğer
meslekleri ise kerpiç, kereste, harç ve asfalt hazırlayan, taşıyan ve
kullananlardır (Negahban, 1993: 70).
Tapınaklar ve sarayın gücü ise tarlalarının
işletilmesine bağlı idi. Wineberg üretimi engelleyen manilerin, ürünlerin
satılması yolundaki engellerin ve dış tehditlerin ortadan kaldırılması için sukkalmahlar
tarafından uğraşıldığını ve bölgenin
kalkınması ve tarlaların iyice işlenmesi için zirai yerlerin ekinciler arasında
bölüştürüldüğünü ileri sürmektedir. O bu dönemde ortaya çıkmış bazı yerleşim
merkezini bu yer bölüştürmeden doğan rekabetin sonucu olarak yorumlamaktadır
(Carter, 1997: 185).
SONUÇ
Elam tarihi bugünkü İran'ın
önemli miktarda yazılı belgeler bırakan en eski toplulukların tarihi, bölge
halkları içinde en uzun ömürlü siyasal hakimiyeti kuran toplulukların
tarihidir. 2000 yılı aşkın bir süre boyunca varlığını devam ettiren bu
medeniyetin yaratıcıları, sonunda yarattıkları, buldukları ve icat ettikleri
her şeyi gelecek nesillere yadigar bırakıp tarih sahnesinden çekilmişlerdir.
Türklerle ciddi bağları olan olan bu medeniyetin yaratıcıları bütün tarihleri
boyunca bütün komşuları ile ciddi ilişkiler içinde olmuşlardır. Bu ilişkiler
batı komşularıyla çoğu zaman düşmanca iken plato içindeki komşuları ile
karşılıklı olarak dostça münasebetler halinde sürdürülmekteydi. Batı komşuları
Mezopotamya ile olan ilişkileri Mezopotamyalıların kayıtlarına geçtiği için
Elam tarihinin kurulmasında çok yardımcı olmaktadır. Bu ilişkilerin mahiyetine
baktığımızda bu bilgilerin süzgeçten geçirilmesi gerekliliğini de unutmamak
gerekir.
Elam'a bakıldığı zaman iki
medeniyetin izleri görülmektedir:
1. Yaratılmasında kendilerinin
de çok büyük katkısı olduğu plato içi medeniyeti.
2. Komşuları Mezopotamya'dan
aldıkları etkiler ve o medeniyeti yansıtan izler. Gerçi hiçbir zaman bu
medeniyet akımı ve etki tek taraflı olmamıştır; Elam kültürünün izleri bütün
komşularında görülmektedir. Plato içindeki geniş ve önemli etkileri başta olmak
üzere Elam medeniyetinin izleri doğuda İndus vadisinden batıda Filistin ve
Mısır'a kadar görülmektedir. Bu izler kuzey doğrultusunda ise Hazar'ın
güneyinde (Hisar, Kalardeşt, Marlik), doğusunda (Ano'da) ve batısında
(Azerbaycan Cumhuriyeti'nin Talış bölgesinde) görülmektedir.
Elam-Türk akrabalığının ciddi
ölçülerde olduğu sanılmaktadır. Bu bağın iyice ortaya koyulması, çoğu
araştırmacılara göre Elamlılarla akraba sayılan Kas, Kut, Lullubi, Ellipi,
Tukriş gibi komşu halkların da Turani kavimler oldukları görüşünü güçlendirecektir.
Özellikle dillerinin yapısı ve ortak sözcüklerle gramer açısından bu ilişkilere
baktığımız zaman Elamlıların Turani bir kavim oldukları ortaya çıkmaktadır.
Diğer alanlardaki bağları da bu dil bağına eklediğimiz zaman aralarında ilişkinin
daha güçlendiği görülmektedir.
KAYNAKÇA
ABULGASEMİ,
Mohsen
1996
Zebanha-ye Bastani-ye İran, Tahran
AFŞAR, İrec
1987
Negahi be İlam, Honer Yayınları., Tahran
ALİZADE, Abbas;
Y. MECİDZADE; S. M. ŞEHMİRZADİ
1999 Bastanşenasi ve Honer-e İran, Merkez-e Neşr-e Daneşgahi
Yayınları, Tahran
AMİYET, Piere
1970 İlam, Çev: Şirin BEYANİ, Tahran
Üniversitesi Yayınları, Tahran
1997 "Sohani der Bare-ye
Karbord ve Tasvirşenasi-ye Mohrha-ye Şuş"
Şuş ve Cunub-e Garbi-ye
İran, Çev: Hayede EGBAL, İranşenasi-
ye Feranse Yayınları, Tahran
BAHAR, Mehrdad
1997
Pejuheşi der Asatir-e İran, Agah Yayınları, Tahran
BAHTİYARİ, Said
2000
Atlas, Giytaşenasi Yayınları, Tahran
BALKAN, Kemal
1992 Eski
Önasya'da Kut Halkının Dili ile
Eski Türkçe
Arasındaki
Benzerlik, 16. Erdem
dergisinden ayrıbasım, Atatürk
Kültür
Merkezi Yayınları, Ankara
BAŞER, Sait
1990
Kutadgu Bilig'de Kut ve Töre, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara
BEHMANEŞ, Ahmad
1986
Tarih- Melal-e Asiya-ye Garbi, Agah Yayınları, Tahran
BEYANİ, Şirin
1973 Haşt Magale der zemine-ye
Tarih, Haydari Yayınları, Tahran
BOYCE, Marry
1995 Tarih-e Kiş-e Zertoşt, C. 1, Çev:
Homayun SANATİZADE, Tus
Yayınları, Tahran
CAMERON, G.
Geoege
1948 Persepolis
Treasury Tablets, Chicago University Press, İllinois
1986 İran der Sepidedem-e
Tarih,
Çev: Hasan ANUŞE,
Elmi ve
Ferhengi Yayınları, Tahran
CAMPBELL, Joseph
1998
Doğu Mitolojisi, Çev: Kudret EMİROĞLU, İmge Yayınları, Ankara
CANAL, D.
1997 "Seffe-ye Mortafa-e
Akropol-e Şuş", Şuş ve
Cunub-e Garbi-ye
İran,
Çev: Hayede EGBAL, İranşenasi-ye Feranse Yayınları,
Tahran
CARTER,
Elizabeth
1984 Elam, Survey of
Political History and Archaeology, California
University Press, Los Angeles
1996 Excavation at Anshan
(Tal-i Malyan), The Middle Elamite Period,
Science Pres, Pennsylvania
1997 "Şuş, Şehr-e Şahi", Şuş ve Cunub-e Garbi-ye İran,
Çev: Hayede
EGBAL, İranşenasi-ye Feranse Yayınları,
Tahran
1997 "Yaddaşti Derbare-ye Bastanşenasi
ve
Tarih-e
Ectemai ve
Egtesadi-ye Şuşan",
Şuş ve Cunub-e Garbi-ye
İran, Çev:
Hayede EGBAL, İranşenasi
Feranse Yayınları, Tahran
CHİLDE, Gordon
1998 Tarihte Neler Oldu, Çev:
Mete TUNÇAY, Alaettin ŞENEL, Alan
Yayınları, İstanbul
CONTENAU,
Georges
1964 Temeddonha-ye Bastani,
Çev: Aliasger SURUŞ, Ketabha-ye Cibi
Yayınları, Tahran
ÇIĞ, Muazzez
İlmiye
2000 Sumerli Ludingirra, Kaynak Yayınları, İstanbul
2000 Kur'an, İncil
ve Tevrat'ın
Sumer'deki Kökeni, Kaynak
Yayınları, İstanbul
ÇORUHLU, Yaşar
2002
Türk Mitolojisinin Anahatları, Kabalcı Yayınları, İstanbul
DİAKONOV, İ. M.
2000 Tarih-e Mad, Çev: Kerim
KEŞAVERZ,
Elmi ve Ferhengi
Yayınları, Tahran
DİKER, Selahi
2000
Türk Dilinin Beş Bin yaşı, Oral Matbaası, İzmir
DOLFUSS, G.
1997 "Caferabat, Cevi, Bendbal,
Gami der Pişbord-e
Beresi-ye
Mantege-ye Şuşan der Hezare-ye
Pencom ve Ağaz-e
Hezare-ye Çaharom", Şuş ve Cunub-e
Gabi-ye
İran, Çev:
Hayede EGBAL, İranşenasi-ye
Feranse Yayınları, Tahran
DURANT, Will
1986 Tarih-e Temeddon, Maşreg Zemin
Gahvare-ye Temeddon, C. 1
Çev: Ahmad
ARAM,
Amuzeş-e Engeleb-e Eslami
Yayınları,
Tahran
ELİADE, Mircea
1999 Şamanizm,
Çev: İsmet BİRKAN, İmge Yayınları, Ankara
2003
Dinler Tarihine Giriş,
Çev: Lale ARSLAN,
Kabalcı Yayınları,
İstanbul
FARAHVEŞİ,
Behram
1995 İranvic,
Tahran Üniversitesi Yayınları, Tahran
FRANKFORT,
Henry
1989
Uygarlığın Doğuşu, Çev: Alaeddin
ŞENEL, V ve İmge Yayınları,
Ankara
FREUD, Sigmund
1998 Totem ve Tabu, Çev: Niyazi BERKES,
Cumhuriyet Yayınları,
İstanbul
GİRİSHMAN,
Roman
1970 İran ez
Ağaz ta Eslam,
Çev: Mohammad MOİN,
Bongah-e
Tercome ve Neşr-e Ketab Yayınları,
Tahran
GÜNALTAY,
Şemsettin
1987 İran Tarihi, En Eskiçağlardan İskender'in
Asya Seferine Kadar, C.
1,
TTKY, Ankara
1987 Yakın
Şark, Elam ve Mezopotamya, TTKY, Ankara
HAKEMİ, Ali
1972 Hafriyet-e Tepe Şehdad,
Tahran
HEYET, Cevat
2001 Tarikh-e
Zeban ve Lehceha-ye Torki, Peykan Yayınları, Tahran
HERODOT
2002 Herodot
Tarihi, Çev: Müntekim
ÖKMEN, Türkiye İş
Bankası
Kültür Yayınları, İstanbul
HİNZ,
Walter
1963 Persia,
c. 2400-1800 B. C.,
Cambridge University
Press,
Cambridge
1964 Persia,
c. 1800-1550 B. C.,
Cambridge University Press,
Cambridge
1992 Donya-ye Gomşode-ye İlam, Çev: Firuz
FİRUZNİA,
Elmi
ve
Ferhengi Yayınları, Tahran
HOLE, Frank
1984 "Tahlil-e Sahtar
ve Nuguş-e Sofalha-ye Piş
ez Tarih",
Bastanşenasi ve
Tarih Dergisi, Çev: Kamyar ABDİ, Neşr-e
Daneşgahi
Yayınları, Tahran
1997 "Sazman ve Teşkilat-e Camee-ye
Şuşan", Şuş ve Cunub-e Garbi-
ye İran, Çev: Hayede EGBAL, İranşenasi-ye
Feranse Yayınları,
Tahran
İKTİDARİ, Ahmad
1996 Asar
ve Benaha-ye Tarihi-ye
Huzestan, C. 1, Eşare Yayınları,
Tahran
İNAN, Abdulkadir
1998 Makaleler
ve İncelemeler, C. 1, TTKY, Ankara
JACOBSEN, Th.
1939 The
Sumerian King List, Chicago University Press, Chicago
KINAL, Furuzan
1983 Eski
Mezopotamya Tarihi, AÜDTCF Yayınları, Ankara
KLENGEL, Horst
2001 Kral
Hammurabi ve Babil
Günlüğü, Çev: Nesrin
ORAL, Telos
Yayınları, İstanbul
KOŞAY, Hamit Zübeyr
1937 Elamca-Türkçe
Dilakrabalığı, Çankaya Matbaası, Ankara
KÖNİG, F. W.
1965 Archiv Für Orientforschung, Die Elamischen
Königschriften, İm
Selbstverlege des
Herausgebers, Graz
KRAMER, Samuel Noah
1998 Tarih
Sumer'de Başlar, Çev:
Hamide KOYUKAN, Kabalcı
Yayınları,
İstanbul
1999 Sumer
Mitolojisi, Çev: Hamide
KOYUKAN, Kabalcı Yayınları,
İstanbul
LABAT, Rene
1963 Elam c.
1600-1200 B.C., Cambridge University Press, Cambridge
LAHİCİ, Şehla; M. KAR
1997 Şenaht-e Hoviyet-e Zan-e İrani, der
Gostere-ye Piş Tarih ve Tarih
Roşengeren Yayınları, Tahran
LANDSBERGER, Benno
1937
"Önasya Tarihinin Esas Meseleleri", 2. TTKB, İstanbul
LE BRUN, Alen
1997 "Şuş, Akropol 1", Şuş ve Cunub-e Garbi-ye
İran, Çev: Hayede
EGBAL, İranşenasi-ye Feranse Yayınları,
Tahran
MALLOWAN, M. E. L.
1993 Beynonnehreyn ve İran-e Bastan, Çev: Reza
MOSTOFİ, Tahran
Üniversitesi Yayınları,
Tahran
MECİDZADE, Yesef
1991 Tarih ve Temeddon-e İlam,
Neşr-e Daneşgahi Yayınları, Tahran
MİROSCHEDJİ, Piere
1997 "Layenegari-ye İlam-e Cedid der Şuş", Şuş ve Cunub-e Garbi-ye
İran,
Çev: Hayede EGBAL, İranşenasi-ye Feranse
Yayınları,
Tahran
MORDTMANN, Andreas David
1870 "Über die Keilinschriften Zweiter
Gattung", Zeitschriften
Deutschen Morgenlandischen
Gesellschaft,
Leipzig
NASR, Seyit Tagi
1976 Ebediyet-e İran, C. 1,
Tahran
NEGAHBAN, Ezat O.
1964 Marlik, Vezaret-e Ferheng Yayınları,
Tahran
1993 Haffari-ye
Hafttepe-ye Deşt-e Huzestan,
Tahran Üniversitesi
Yayınları,
Tahran
1996 Şuş,
Kohanterin Merkez-e Şehrneşini-ye Cahan,
Miras-e
Ferhengi-ye Yayınları, Tahran
ÖGEL, Bahaeddin
1995 Türk Mitolojisi, C. 2,
TTKY, Ankara
PAPER, Herbert H.
1955 The
Phonology and Morphology
of Royal Achaemenid Elamite,
The University of Michigan
Press, An Arbor
PİRNİA, Hasan
1987 Tarih-e
İran-e Bastan, C. 1, Donya-ye Ketab Yayınları, Tahran
PORADA, Edith
1979 Honer-e
İran-e Bastan, Çev:
yusef MECİDZADE, Tahran
Üniversitesi Yayınları, Tahran
POTTS, Daniel T.
1999 The Archaeology of Elam, Formation and
Transformation of an
Ancient İranian State, Cambridge University Press, Cambridge
2000 Devazdeh Garn Sukut, C.
1, Kareng Yayınları, Tahran
RAD, Naser
1995 Tarih-e Serzemin-e İlam,
Erğenun Yayınları, Tahran
RAZİ, Haşem
1964 Din-e Gadim-e İrani, ez Ağaz ta Zuhur-e
Zertoşt, Asya Yayınları,
Tahran
REİNER, Erica
1965 "The Earliest Elamite
İnscription", Journal of Near Eastern Studies
Sa.
24, Chicago
1966 "Elamite Language", Altkleinasiatische
Sprachen, E. J.
Brill
Yayınları, Leiden
RAOF, Michael
1996 Mezopotamya ve Eski
Yakındoğu, Çev: Zülal
KILIÇ, İletişim
Yayınları, İstanbul
ROHZADPUR, Abdollah
1996 Tarih-e Kamel-e İran,
Moslem Yayınları, Tahran
SAYILI, Aydın
1991 Mısırlılarda ve Mezopotamyalılarda
Matematik, Tıp ve Astronomi,
Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara
SEYİDOV, Mirali
1989 Azerbaycan Khalgının Soykökünü Düşünerken,
Gençlik Yayınları,
Bakü
1994 Gam Şaman, Gençlik Yayınları,
Bakü
SİNUHE
2000 Sinuhe, Mısır Hieroglifinden Çev: Mika
WALTARİ, Çev: Zabihullah
MANSURİ, Roşengeran Yayınları,
Tahran
STOLPER, Matthew W.
1984 Elam, Survey of Polotical History and
Archaeology, University of
California Press, Los Angles
ŞEHMİRZADİ, Sadeg Melek
2002 "Zigurat-e
Silk", Asr-e Azadi Gazetesi, Sa. 254, Tahran
VALLAT, F.
1997 "Holase-yi ez
Avamel-e Coğrafiye-ye İran",
Şuş ve Cunub-e
Garbi-ye İran,
Çev: Hayede EGBAL,
İranşenasi-ye Feranse
Yayınları, Tahran
VANDENBERG, L.
1969 Bastanşenasye İran-e
Bastan, Çev: İsa
BEHNAM, Tahran
Üniversitesi Yayınları,
Tahran
WATERS, Matthew W.
1999 "Teumman in
the Neo-Assyrian Correspondence", Journal
of
American Oriental Society, Sa. 119
WRİGHT, H.
1997 "Ez
Cevame-e Rustayi-ye Pişrefte
ta Nezam-e Hukumetha-ye
Nohostin", Şuş ve Cunub-e Garbi-ye İran, Çev:
Hayede EGBAL,
İranşenasi-ye Feranse Yayınları, Tahran
YUSİFOV, Yusif B.
1994 "Çivi
yazılı Kaynaklarda
Eski Türklerin İzleri", 11. TTKB, C. 1
Ankara
1993 "Proto Türklerin
İlk Vatanının Önasya'da Olması Barede",
UÜTKSB, C. 1,
Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara
1993 Gadim Şarg Tarihi, Bakü
Üniversitesi Yayınları, Bakü
ZEHTABİ, M.
1996 İran Türklerinin Eski Tarihi, Ahter Yayınları,
Tebriz
2001 İran Türklerinin Dili ve
Edebiyatı, Ahter Yayınları, Tebriz
**********
1992 Karşılaştırmalı Türk Lehçeleri Sözlüğü,
Kültür Bakanlığı Yayınları,
Ankara
ÖZET
Elam
bugünkü İran'ın güneybatısında olan küçücük bir eyalettir. Eski Elam çok daha
geniş bir alana sahipti ve sınırları İran'ın ortaları ve doğusuna kadar uzanmaktaydı.
Çoğu zaman onun bir parçası olan Susa, Mezopotamya ile komşu ve onunla aynı
coğrafi şartlara sahip olmuştur. Güçlü bir Elam devleti ancak Susa, doğusunda
ve kuzeyindeki yüksek bölgeleri bir arada tutup hüküm sürmekle tahakkuk bulmaktaydı.
Elam
kelimesi yerli kaynaklarda Haltamti olarak yazılmıştır. Bu sözcük iki
Türkçe hisseden (hal/al + tam/tan) oluşmakta ve tanrıların yüksek
mekanı anlamına gelmektedir.
Elamlılar
yazılı belgeler itibariyle en az M.Ö. 3. binyılın başlarından siyasi hakimiyetlerini
kurup 2000 yılı aşkın bir süre onu devam ettirmişlerdir. Bu ülke bazen Akad,
Kut, 3. Ur sülalesi ve Kaslar istilasına uğrayıp bir süreliğine küçük mahalli
güçlere bölünmüştür, ama tekrar baş kaldırıp eski gücüne kavuşmuştur. En güçlü
dönemlerinde ise çok geniş araziye sahip olup 3. Ur sülalesi ve Kaslar gibi
güçlü komşularını devirmeyi başarmıştır.
Elam
dininin tabiat kuvvelerine tapma dini olduğu ileri sürülmüştür. İçeriği tam
olarak bilinmemektedir, ama bir takım öğelerinde Ortaasya Şamanizmi ve
Zerdüştilik ile ortak yanları vardır. Daha eski olduğu itibariyle onlara etki
ettiği sanılmaktadır. Ayrıca Elam dininin iki karakteristik özelliği kadın ve
yılana olan çok saygılı ve tuhaf münasebetleridir. Bu ikisinin etkisini Elam'ın
siyasal hakimiyeti ve sanatının derinliklerinde görmek kabildir.
Elam
dili araştırmacıların büyük çoğunluğuna göre bitişken bir yapıya sahiptir ve
Azyanik diller kategorisine aittir. Konuşulduğu bölge ve içeriği itibariyle de
Türkçe ile ortak yanları ve akrabalığı vardır. Elam dilinde bügün bile yaşayan
bir takım Türkçe kelimeler saptanmıştır.
Elam'ın
özgün sarımtırak seramiği eskiçağ dünyasında geniş bir alana yayılmıştır. Elam
sanatının izi İndus vadisinden Akdeniz ve Mısır'a kadar tespit edilmiştir. Susa
1 adıyla tanınan Elam'ın tarihöncesi seramiği eskiçağ dünyasında asla örnekleri
bulunmayan sanat eserleridir. Elam sanatı çoğu dallarda klasik devrinde
zirvesine ulaşmıştır.
Elamlılar
Mezopotamyalılarla birlikte bir takım ilkleri gerçekleştirmişlerdir. İlk
gelişmiş fırın, ilk maden eritme, ilk tekerlek ve ilk seramik çarkının bu
topraklarda icat edildiği ileri sürülmüştür.
Mimaride
de Elamlıların büyük başarıları olmuştur. Mimari alanında özellikle M.Ö. 2. binyılın
ortalarından sonra büyük binaların yapımı görülmektedir. Çoğa-zenbil ise Elam
tapınakları ve zigguratlarının başında gelmektedir. M.Ö. 2. binyılın ortalarına
ait kemer ve kubbeli tavanların ilk örneklerinden biri bu topraklarda
bulunmuştur.
Susa
kenti tarımı ve ticaretiyle büyük bir merkeze dönüşmüştür. Bu büyük merkezde
ise çeşitli sosyal ve mesleki sınıflar ortaya çıkmıştır. Coğrafi koşulları
itibariyle ortaya çıkan ilk tarımcılar ve çanak çölekçilerin yanında avcılar,
rahipler, kral ve şehzadeler, tüccarlar, mimarlar, işçiler ve başka sınıflar
oluşup bu topluluğu meydana getirmişlerdir.
Bu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSil