Tarihçi-Araştırmacı

Tarihçi-Araştırmacı/Historian-Researcher/مورخ و محقق


Bloqa Xoş Gəlmişsiniz/Bloga Hoşgeldiniz/Welcome to the Blog/به بلوگ خوش آمدید/بلوقا خوش گلمیشسیز/


20 Kasım 2010 Cumartesi



ANA HATLARIYLA İRAN TARİHİ




Bilindiği üzere İran çoğu zaman kavimlerin batıya doğru olan göçlerinde güzergah olarak kullanılmıştır. Bu coğrafyanın ortasındaki yaşamaya elverişsiz büyük çöl ve yağmurun azlığı bu konuda en önemli etkenlerden olmuştur. Bu çöl iki sıradağları ile sarılmıştır.  Kuzeydeki sıradağları Alborz, güneyden gelip de kuzeyde Azerbaycan’da Alborz’a kavuşan sıradağları ise Zagros’tur. Bu iki sıradağları Türkiye’nin sıradağları olan Karadeniz ve Toroslarla, en yüksek zirvesi Ağrı Dağı olan yerde kavuşurlar.
M. Ö.  4000-3000 yılları arasınada İran’daki yerleşim merkezleri bu sıradağlarının her iki yamacında bulunmuştur. Ancak bu merkezler birbirinden ayrı ve bağımsız küçük birer vaha kültürü şeklinde gelişmiştir. Bu tarihten sonraki yerleşim merkezleri güçlü devletlerin kurulduğu dönemlere denk geldiği için artık bağımsız kültürlere rastlanmamakta ve diğer kültürlerin izleri iyice ayırd edilebilmektedir. Bu vaha kültürlerinden Tepe Hisar, Silk’in ilk iki evresi, Firuzabad vb. örnek göstermek olur. Sonraki aşamaya ise Tepe Giyan, Silk’in üçüncü ve üzeri evreleri, Tepe İblis, Tepe Şehdad vb. gösterilebilir. M. Ö. 3. binyıldan itibaren Elam’da devletlerin ortaya çıktığı görülmektedir.

Elam
Elam dili ve kültürü eskiçağ İran’ının temel taşıdır. İran’adki kültürler derinlemesine bu kültürden etkilenmişlerdir. Bu kültürün etkileri batıda Mezopotamya’daki Uruk, kuzeyde İran’ın ortasındaki Silk, güneyde Basra Körfezi kıyıları ve doğuda Hindistan'a kadar ulaşmıştır. Çivi yazının kabulünden önce kullanılan eski Elam linear yazısı bu bölgelerde bulunan tabletlerde görülmüş ve Elam açık sarı keramiği de bu yerleşim merkezlerinde bulunmuştur. Kısacası Elam kültürü İran’ı kültürel hegemonyası altına almış ve yüksek kültürünü her yerde hissettirmiştir.
Elam dili Türkçe’nin de dahil olduğu bitişken diller ailesine mensuptur. Elam kültüründe bir takım Türk kültür öğeleri tespit edilmiştir. Kut, ata, kik(gök), utta(etti), bari(böri) vs.
Elam’da devlet, M. Ö. 2750 yıllarında Avan sülalesiyle başlamış ve Asurlular tarafından M. Ö. 640 yılında siyasi mevcudiyetlerine son verilene dek değişik sülalelerle ve değişik yerlerde varlıklarını devam ettirmişlerdir. Elam devleti en parlak dönemini M. Ö. 1200-1100 yılları arasında hüküm süren Şutrukidler sülalesi zamanında yaşamıştır. Bu sülalenin en önemli kralı ise Şilhak-İnşuşinak olmuş ve Elam sınırlarını epeyce genişletmiştir.

Kut’lar(Gut’lar)
Elam ve Akad devletlerini yenip bu topraklarda 90 yıl (M. Ö. 2150-2060) hüküm süren bu kavim Benno Landsberger, Kemal Balkan ve M. T. Zehtabi gibi bilim adamlarına göre eskiçağın Türkleri olarak tanıtılmıştır. Bu bilim adamları Kut kavim adı ve kral adlarının Türklükle ilgileri üzerine dikkat çekmeye çalışmışlardır. Ayrıca adlarının Türk "kut" kelimesiyle aynı olduğu da ileri sürülmüştür. Bunlarla aynı zamanda ve yakın bölgede oturan Lulubi kavmi adına da rastlanır. Bu kvimlerin Elamlılarla akraba olduğu ileri sürülmüştür.

Kas’lar
Elam'ın kuzey bölgelerinde oturan ve Elamlılarla akraba olduğu öne sürülen bu kavim M. Ö. 17. yüzyılın ortalarında Babil’i istila etmiş ve orayı 570 yıl boyunca hakimiyeti altına almıştır. Bu sülale M. Ö. 1150 civarlarında Elam kralı Kutir-Nahunte tarafından ortadan kaldırılmıştır. Bu sülalenin panteonunda bazı Elam Tanrıları da görülmektedir. Bu kavmin panteonunda bazı İndo-Avrupa unsurlarının bulunduğu ileri sürülmüşse de kesin bir sonuca varılamamıştır. Kasların ise İndo-Germen ırkından olmadıkları bir çok bilim adamı tarafından ileri sürülmüştür. Dillerinin Elam diline çok yakın oldukları ve etnik açıdan Elamlılara yakın bir kavim oldukları da çok fazla iddia edilen bir savdır. Yüksek sanat eserleri olan Luristan tunçlarının bu kavmin sanat eserleri olduğu ileri sürülmüştür.  Bu eserlerde bozkır hayvan üslubuna yakın bir tarzda hayvanların mücadeleleri işlenmiştir. Bu kavmin adının Kaşkay veya Kazak kelimeleriyle ilgili olduğu da ileri sürülmüştür.

Manna Devleti
Bugünkü İran Azerbaycan’ı topraklarında kurulmuş olan bu devlet bölgesel küçük bağımsız boylar ve mahalli idarelerin birleştirilmesinden meydana gelmiştir. Kimi zaman Asur, kimi zaman da Urartu devletinin vassalı olmuş ve M. Ö. 8. yüzyılın sonlarında Asurlular tarafından ortadan kaldırılmıştır. Mana kralları ömürlerinin çoğunu Asur ve Urartu devletleriyle savaşmaya geçirmişlerdir. M. Ö. 8. yüzyılın son çeyreğinde Manna devleti Asurlulara tabi kılınmıştır. Asur devletinin egemenliği zayıflayınca da boylar kendi bağımsızlıklarına kavuşmuşlardır.
Manna medeniyetinden hiç bir yazılı belge ele geçmemiştir. Ele geçen ufak bir kaç tabletse Asur diliyle ve çiviyazısıyla yazılmıştır. Ancak Azerbaycan’ın bir kaç höyüğünde ele geçen altın, tunç ve keramikleri Manna halkının  bu sanat dalında çok fazla gelişme gösterdiklerini kanıtlamaktadır. 

Medler
Herodot’a göre Medler altı boydan oluşmaktaydı: Magoy, Partakena, Ari-Zantu, Strohat, Bodaie ve Bosaie. Bu altı boydan Ari-Zantu’nun  kesin bir şekilde Ari kavmi olduğu ve Ari kabilesi anlamına geldiği ileri sürülmüştür. Diğer dört boyun adına zorlamalarla etimolojik kökler bulunmaya çalışılsa da doyurucu bir görüş birliği sağlanamamıştır. Homojen bir bölgede etnik açıdan farklı bir boyun  ve yerleştiği yerin adı bölgenin diğer ahalisi tarafından ayırt edilir ve bu da diğer ahalinin yerli ve farklı olduğu ve çoğunluğu ifade  etttiği anlamına gelir. O açıdan Ari-Zantu boyunun adının zikredilmesi diğer boyların Ari olmadığını gösteren bir kanıttır. Mesela Azerbaycan’daki Ermeni Kendi, Tat Kendi vs. Med boylarından  Muğan kelimesine ise İndo-Avrupa dillerinde etimolojik bir kök bulunmamıştır. Med adının da bu dillerde tatmin edici bir kökü bulunmamaktadır.
Bu sülaleyi Diok kurdu, ama kısa bir süre sonra İskitlerin hücumuna maruz kalan bu sülale 28 yıl (M. Ö. 653-625)hakimiyeti onlara bırakmak zorunda kaldı. Ancak Diok onları kovmayı başardı. Medler en azemetli dönemini Kiaksar zamanında yaşadı. Bu kralın döneminde Babil ile ittifak kurularak M. Ö. 612 yılında Asur gibi güçlü bir devlet ortadan kaldırıldı. Ayrıca Kiaksar Anadolu devletlerinden Lidya ile altı yıl süren bir savaş yaptı. Bu savaş güneşin tutulması ve kötüye yorumlanması nedeniyle M. Ö. 585’te Babil kralının aracılığıyla barışla sonuçlandı. Son kral olan Astiyag, Akamenit sülalesinin kurucusu kendi torunu Kuraş tarafından ortadan kaldırılarak Med sülalesine son verildi.

Akamenit Sülalesi
Kuraş, Medlerin son kralı ve annesi Mandana’nın babası olan Astiyag’ı öldürerek Medlerin hakimiyetine son verdi ve Akamenit sülalesini tesis etti. Kuraş Massagetlerle savaşırken öldü, ama onun yerine oturan Kambiz Mısır’ı kontrolu altına aldı. Kambiz’in yerine geçen Darius döneminde Akamenit devleti sınırlarını çok genişletmiş ve batıda Akdeniz, güneyde Mısır, kuzeyda Orta Asya ve doğuda ise Hindistan’a kadar olan arazileri istila etmişti.
M. Ö. 334 yılında Akamenit kralı 3. Darius döneminde Akamenit devleti Makedonyalı İskender’in hücumuna maruz kalarak yıkıldı ve tarih sahnesinden silindi.
220 yıl civarında hüküm süren Akamenit sülalesi döneminde çiviyazısı alfabe ve fonetik yazıya bir adım daha yaklaşıldı ve Behistun kaya kitabesi ve tabletlerde görüldüğü gibi bir az daha basitleşti. Kültür açısından Akamenit dönemine baktığımız zaman tam olarak Elam ve Sümer medeniyetinin yankısını bulmaktayız. Sülalenin kurucusunun adı Kuraş ve dedesi Çiş-Piş’in adı Elamca adlardır.

Selukidler
İskender’in ölümünden sonra Seleokos adlı kumandanı bölgenin büyük bir kısmını ele geçirerek Selukidler sülalesini kurdu. Bu sülale tam olarak bir Yunan devleti olduğuna göre Yunan dili ve alfabesini kullanmıştır. Bu döneme ait Yunan sanat eserleri bulunmuştur.  Bu sülale 100 yılı aşkın bir süre devam etmiş ve M. Ö. 225 c.varlarında Partlar tarafından ortadan kaldırılmıştır.

Part Devleti
Bu sülalenin İskitlerin bir kolu olduğu ileri sürülmüştür. Onlar Hazar’ın doğu ve güney bölgeleri, Dahistan mıntıkasında oturmakta idiler ve Selukid sülalesini devirerek İran’a hakim olmuşlardır.Bütün kralları birinci krallarının adı Arşak’ı lakap aldıkları için Aşkani veya Arsakid adıyla da tanınmaktadırlar. Bu sülale 450 yıl civarında hüküm sürmüş ve M. S. 220 yılına kadar Roma imparatorluğu gibi güçlü devlet ile baş etmeyi başarmışlardı. Ancak bu yılda Sasani sülalesinin kurucusu Ardeşir’e yenilerek yıkılmış ve hakimiyeti sasanilere bırakmışlardır.
Kültür açısından baktığımızda ciddi bir şekilde Yunan ve Selukid kültürlerinin etkisi görülmektedir. Dil ve yazıda bile Yunan dili ve yazısını kullanmışlar. Sadece çok az sayıda Arami dili ve yazısıyla tabletler bulunmuştur.

Sasaniler Devleti
Zerdüşti bir din adamının oğlu olan Ardeşir M. S. 220 civarlarında son Part kralı Artaban’ı yenerek Partları devirmiş ve Sasani sülalesini kurmuştur. Bu sülale döneminde  İpek Yolu ticaret yolunu kontrol etme rekabeti çok kızışmış; Bizans, Sasani ve Akhunlar birbiriyle çekişmeye başlamışlardır. Gök-Türk devletinin güçlenmesinden sonra Sasaniler onlarla ittifaka geçerek Akhun devletini ortadan kaldırmışlar. Bu ittifak siyasi evlenmeler ile de pekiştirilmiştir. İstemi Yabgu’nun kızı Sasani sarayına gelin gelmiş ve onun oğlu 4. Hürmüz babasının yerine tahta geçmiştir. Sasani döneminin en güçlü kralı Anuşirevan ve Hüsrev Parviz olmuştur. İslamiyet’in yayılışıyla Arap orduları 670 yılı civarında Nihavend Savaşı’nda Sasani kralı 3. Yazdgerd’in ordusunu yenerek bu sülalenin hakimiyetine son noktayı koymuşlardır. Aslında şiddetli sınıfsal baskılardan dolayı çok bunalan ve zülum altında olan millet arasında meşruiyetini kaybetmiş olan Sasani devleti son dönemlerinde fazla zayıflamıştı. Kaçışta olan son kral 3. Yazdgerd bir vatandaş tarafından öldürülmüş ve sülale ortadan kalkmıştır.
Sasani sülalesi döneminde Zerdüştilik ülkenin resmi dini ilan edilmiştir. Sınıfsal düzeni olan Sasanilerde din adamları çok fazla nüfuza sahip idiler ve bazı dönemlerde bile yetkileri kralın yetkilerini geçmekteydi. Mani ve Mazdek bu sülale döneminde ortaya çıkmış ve dinlerini yaymaya çalışmışlardır. Ama bir süre sonra Zerdüşti din adamlarının artan nüfuzundan dolayı her iki dinin İran'daki varlığı feci bir şekilde noktalanmıştır. Her iki dinin taraftarları katledilmiştir.

Arap İstilası Döneminde İran
Sasanilerden sonra özellikle batı İran uzun zaman Arap istilasına maruz kaldı. Dört halife döneminde İran’ın bütünü istila edilmişti. Bu dönemden sonra hakimiyeti ele geçiren Emevi sülalesi döneminde de İran’da Arap istilası devam etti. Ancak Abbasiler sülalesinin güçlenmesinden sonra hükümranlığı Emevilerden devralan bu sülale döneminde Horasan başta olmakla İran’ın doğu ve güney tarafında ilk başta hilafete bağlı olmak koşuluyla yavaş yavaş mahalli devletlerin ortaya çıktığı görülür. Tahiriler, Saffariler, Samaniler, Buveyhiler vs. Bu devletler kendi aralarında sürekli savaş halinde idiler ve bu çatışmalar ve savaşlar halifeler tarafından kızıştırılmaktaydı. Zaman zaman bu devletler güçlenmişler ve Bağdat hükümetine tehlike oluşturmaktaydılar. Hatta şii Buveyhiler Bağdat’ta bile otoritelerini hissettirmişlerdi ve halife kimi zaman onların emrini yerine getirmek zorunda kalırdı. Gazneli hükümeti döneminde İran’ın ortalarına kadar olan topraklar bu devletin kontrolu altında idi. Selçuklular zamanında ise bütün bölge onların hükmü altına geçti ve halifeler bu toprakların din adamı olmakla yetinmek zorunda kaldılar. Onlar Buveyhileri yenerek Abbasi hanedanını onların sultasından kurtarmışlar ve bu nedenden dolayı Tuğrul Bey halifeden dünya sultanı lakabını almıştı. Ancak bazı Abbasi halifeleri eski siyasetlerine devam etmekte ve siyasal iktidarı tekrar ellerine geçirmek için Harezmşahları Selçukluların aleyhine tahrik etmekteydiler. Moğolların gelişi bu sülalenin 550 yıllık hakimiyetine son verdi. İlhanlı devletinin kurucusu Hülagü Han son Abbasi halifesi Al-Mustasım öldürterek bu sülalenin varlığına son noktayı koydu.
Abbasiler döneminde İran’ın farklı yerlerinde dini ve içtimai isyanlar baş vermiştir. Azerbaycan’da Hurremdinler, Mazenderan’da Maziyar gibi isyanlar Arap istilasına karşı yapılmış isyanlardı. Özellikle Hürremdinlerin güçlendiği Babek zamanında 20 yılı aşkın bir süre hilafet ordularının karşısında dayanmışlar ve nihayet Türk asıllı Mutasam hilafeti zamanında Abbasi ordusu Türk kumandan ve askerlerinin sayesinde bu isyanı bastırmayı başarabilmiştir.

Gazneliler Devleti
Gazneliler devleti bugünkü İran topraklarının tümüne hüküm sürmese de İran'ın büyük bir kısmına hakim olduğundan dolayı İran Türk sülaleleri açısından büyük önem taşımaktadır. Bu sülaleyi kuran Alp Tigin Samani sülalesinin Horasan'daki bölge komutanı idi. Daha sonra makamından uzaklaştırılan Alp Tigin Gazne'ye geldi. Çok çatışma ve savaşlardan sonra orada Gazneliler devletinin temelini atmış oldu. Samanilerle bazen savaş bazen barış içinde olan bu devlet başlangıçta küçük bir mahalli hakimiyet olup kaimiyet alanı bugünkü Afganistan'ın bir kısmına mahdut idi. Alp Tigin'in ölümünden sonra (963 M.) yerine geçen oğlu İbrahim babası kadar güçlü ve becerikli olmadığı için sadece 3 yıl hüküm sürebildi. Oğlu olmayan İbrahim'den sonra Bilge Tigin adlı bir kumandan tahta çıkarıldı. O ise 10 yıl Gazneliler hükümdarlığını yaptıktan sonra 975 yılında bir savaşta öldürüldü. Bilge Tigin'in de oğlu olmadığı için yerine Böri Tigin adlı bir kumandan tahta çıkarıldı. Adil olmayan Böri Tigin, Kabul hakimi Levik'e karşı koyamayınca ve bu şahsın isyanı ve saldırısı başka bir Türk kumandan Sebük Tigin tarafından önlenince halk Böri Tigin'i tahttan indirip yerine Gaznelilerin becerikli hakimi Sebük Tigin'i tahta çıkardılar. Sebük Tigin Hindistan'a seferler düzenledi. Bölgedeki gücü arttıkça kuzeye doğru genişleyen Sebük Tigin Samanilerin bir kısım topraklarını da işgal etti. Horasan'ı da kontrolü altına alan bu sultan Samanilere bağlı olmasına reğmen gerçekte Samanileri kendine bağlı duruma getirip her sözünü Samani hükümdarı Emir 2. Nuh'a (976-997) geçer kılmıştı. Samanilerin giderek güşlenen düşmanları Karahanlılar karşısında son dayanağı olan Gazneliler devleti, bu sülaleyi yıkılıncaya kadar düşmanlarından mümkün oldukça korumaya çalıştı.
997 yılında ölen Sebük Tigin'in yerine oğlu İsmail geçti. Ama saltanat üstünde ağabeyi Mahmut ile aralarında giden savaşı kaybedip Gazneliler tahtına bu sülalenin en güçlü ve becerikli sultanı Mahmut oturdu (998). Onun döneminde Rey, İsfahan, Cibal ve Sistan yani İran'ın büyük bir kısmı Gazneliler hakimiyetine geçirilip oğlu Mesut ise Rey valisi olarak atanmıştı. Sultan Mahmut çok sayıda Hindistan'a askeri seferler yapmıştır. Ayrıca Selçuklular, Karahanlılar, Gurlular ve Afganlar ile yaptığı savaşlarda hep galip gelmiş ve bölgenin en güçlü hakimi olarak toprak sınırlarını Çin'den Irak'a kadar genişletmiştir.
1030'da ölen Sultan Mahmut'un iki oğlu Muhammet ve Mesut arasında taht kavgası ve savaş başlamıştır. Bu savaşı kazanan Mesut Gazneliler tahtına oturmuştur. Babası kadar becerikli olmayan Mesut özellikle 1040'ta Dandanakan'da Selçuklular tarafından ağır bir yenilgiye uğradıktan sonra bu imparatorluğun gücü azalmaya başlamış ve İran üzerindeki egenmiliğini kaybederek orayı Selçuklulara bırakmak zorunda kalmıştır.
Bundan sonra İran tarihinde yeni bir dönem ve yeni bir Türk sülalesinin hakimiyetinin başladığı görülmektedir.


Selçuklular Devleti
Selçuklular Oğuzların Kınık boyundandır. Bu boy 10 yy'da Ceyhun vadisinde yaşamaktaydı. Müslümanlığı kabul etmiş olan Selçuklular 1040 yılında Mari (Merv) kenti yakınlığında Gaznelilere ordusunu yenip batıya yöneldiler ve Horasan'ı aldılar. Gaznelilere karşı zafer kazanılan Dandanakan savaşı yani 1040 yılı Selçuklu devletinin İran'daki başlangıcı sayılır. Bu devletin kurulması için yıllarca mücadele eden Selçuk'un torunları Tuğrul ve Çağrı kardeşleri emeklerinin sonucunu alıp Nişabur başkent olarak üzere Horasan'da küçük kardeş Tuğrul'un hükümdarlığında Selçuklu devletini kurmuş oldular. Devletin doğu bölgesi hükümdarlığını yapan Çağrı Bey Belh, Cüzcan, Badgis, Hutlalan ve diğer Toharistan kentleri ile Harezm'i fethettikten sonra 1044'de hastalanmış ve devlet işlerini oğlu Alp Arslan'a bırakmıştır. Alp Arslan ise ilk savaşı sayılan Gazneliler karşısında maharetler ve yetenekler göstererek onları geri oturtmuştur. Çağrı'nın diğer oğlu Kara Arslan Kavurd Kirman bölgesini zapetmiş ve orayı Selçuklu devletine tabi etmiştir. Alp Arslan ise Fars bölgesini alarak şii büveyhileri oradan uzaklaştırmıştır. Sistan ise Yusuf Yınal'ın oğlu ve İbrahim Yınal'ın kardeşi Ertaş tarafından alınarak Selçuklulara tabi edilmiştir. Bu futuhattan sonra Çağrı Bey 1060'ta öldü.
Devletin batı sınırlarını ise Sultan Tuğrul genişletmekteydi. O, Rey kentini aldıktan sonra başkent yapmış ve oradan da Azerbaycan ve Doğu Anadoluyu fethetmiştir. Şii Büveyhilerin elinde oyuncak olan Abbasi halife el-Kerim be Emrullah'ın davetiyle Bağdad'a yürüyen Tuğrul Bey Büveyhilerin kumandanını esir alıp öldürmüş ve onların 120 yıllık hakimiyetine son vermiştir. Böylece Irak da Selçukluların hakimiyetine geçmiştir. Halife tarafından taçlandırılan Tuğrul Bey dünya sultanı, bütün Müslümanların ve İslam dünyasının hükümdarı ilan edilmiştir.
Sultan Tuğrul ömrünün sonlarında daha önce isyanını bastırıp kendisini de idam ettirdiği İbrahim Yınal'ın müttefiki Kutalmış'ın isyanıyla karşılaştı. Onun isyanını bastırmaya giderken başkenti Rey'de hastalandı ve 1063'te 70 yaşında iken öldü.
Sultan Tuğrul'un oğlu olmadığı için yeğeni Alp Arslan 1064'te tahtı ele geçirdi ve Nizam ül-Mülk'ü veziri olarak atadı. Onun hakimiyeti döneminde de Rey başken idi.
Alp Arslan ülke sınırları içindeki karışıklıkları hallederken kardeşi Yakuti'nim emrindeki başbuğlar Doğu Anadolu'yu Sivas'a kadar istila etmişlerdi.
Alp Arslan 1065'te doğu seferine çıkmış ve Türkistan'a girmiştir. Harezm'e kadar ilerleyen Alp Arslan bu bölgeleri Selçuklu imparatorluğuna tabi etmiştir.
Şüphesiz Alp Arslan'ın en büyük zaferi 1071'de Malazgirt'te Bizans İmparatorluğu'na karşı kazandığı zaferidir. Bu zaferden sonra Orta Anadolu'ya kadar olan arazi onun hakimiyetine geçti.
!072'de Harezm'de hançerlenip ölen Alp Arslan'ın yerine oğlu Melikşah geçti. O, ilk başta amcası Kavurd'un çıkardığı isyanı bastırdıktan sonra Gazneliler ve Karahanlılar meselesini halledip doğu sınırlarını emniyete aldı.Nizam ül-Mülk'ü vezirkikte saklayan Melkişah başkenti Rey'den İsfahan'a taşıdı. Onun zamanında Anadolu'nun takriben bütünü fethedildi. Kutalmış'ın oğlu SüleymanşahÜsküdar'a kadar ilerleyerek Anadolu'yu kontrol altına alıp Selçuklu İmparatorluğu adına idare etmeye başladı.
Sultan Melikşah'ın önemli işlerinden biri şiiliğin merkezi ve destekçisi sayılan Mısır Fatimilerle mücadele etmekti. Bu amaçla batıya doğru gönderilen kardeşi Tutuş Suriye kadar olan toprakları fethetmeyi başarmıştır (1077). Kafkasya'da ise fetihler yapan Melikşah bütün Azerbaycan, Gürcistan, Ermenistan ve Kuzeydoğu Anadolu'yu fethetmiş ve oranın hakimiyetini amcası Yakuti'nin oğlu Kutbüddin İsmail'e verdi.
Bu zamanlar Anadolu Selçuklu hakimi Süleymanşah Melikşah'ın kardeşi Tutuş ile anlaşmazlığa girip aralarında vukubulan savaşta Süleymanşah yenilip öldürüldü.
Melikşah döneminde Hicaz, Yemen ve Aden bölgeleri de imparatorluğun terkibine alınıp Fatimilerin eli oralardan kısaltıldı. Böylece imparatorluğun sınırı doğuda Kaşgar'dan batıda Boğaziçi'ne, kuzeyde Kafkaslar ve Aral Gölü'nden güneyde Hindistan'a kadar genişlemiştir.
Aşağı yukarı 30 yıl boyunca Selçuklu vezirliğini yapan meşhur Siyasetname'nin yazarı Nizam ül-Mülk'ün Batiniler tarafından öldürülmesinden bir ay sonra büyük sultan, Melikşah'ın da vefatı üzere (1092) önü alınamayan taht mücadeleleri yüzünden imparatorluk kargaşa içine düştü ve dört kısma ayrıldı:
1. Irak ve Horasan Selçukluları; 1092-1194 (bu devlet büyük Selçuklu İmparatorluğu'nun devamı sayılır).
2. Kirman Selçukluları 1092-1117
3. Suriye Selçukluları 1092-1117
4. Anadolu Seçukluları 1092-1308
Konumuz itibariyle burada sadece ilk iki devlete değinilecektir.

Horasan ve Irak Selçukluları
Melikşah'ın ölümünden sonra çıkan ciddi iç çekişmele ve taht kavgalarından sonra oğlu Berkyaruk rakiplerine galip gelerek tahta oturdu, ama ülkedeki iç birliği tam olarak sağlayamadı. Kirman'da Kavurd oğulları, Anadolu'da Süleymanşah'ın oğlu 1. Kılıç Arslan ve Suriye'de Tutuş'un oğulları bağımsızlıklarını ilan edip kendi adlarına hutbe okutmaya başladılar. Dolayısıyla Berkyaruk'a Azerbaycan, Horasan, Irak-ı Acem ve Irak- Arap kalmıştı.
Berkyaruk kardeşi Sencer'i Horasan valisi atadıktan sonra Azerbaycan Valisi olan diğer kardeşi Muhammet Tapar isyan etmiş ve bazı zaferler kazanmıştır. Aralarında geçen  bir kaç savaştan sonra Berkyaruk'un hastalanıp ölmesinden sonra taht ı kardeşi Muhammet Tapar ele geçirip Selçuklu sultanı oldu.
Muhammet Tapar'ın dönemi Haçlı savaşların kızıştığı ve şiddetlendiği dönem idi. Onun zamanında Kudüs, Anadolu'nun bir kısmı ve Suriye Haçlıların eline geçip oralarda bir takım Hıristiyan krallık ve prenslikler kuruldu. Muhammet Tapar Haçlıları oralardan söküp atmaya çok uğraştıysa da başarılı olamayıp 1118'de öldü.
Muhammet Tapar'dan sonra tahtı ele geçiren kardeşi Sencer Selçuklu sultanlarının sonuncu büyük devlet adamı ve hükümdarı sayılır. O, çeşitli yerlere ordu yollayarak babası Melikşah'ın hakim olduğu topraklar kadar geniş bir ülkeye sahip olmuş, düşmanları ve asileri yenip başkenti Merv olan Selçuklu İmparatorluğu'na tabi etmiştir.
Bu zaman Irak-ı Acem'in başkenti olan İsfahan'da Sultan Mahmut hüküm sürmekteydi. Sencer'den itaat etmediği için Sultan Sencer onun üzerine yürümüş ve Save'de aralarında geçen savaşta onu mağlup etmişti. Aralarında yapılan anlaşmaya göre sultan unvanını taşımış, ama Sencer'e bağlı kalıp başkentini ise İsfahan'dan Hemedan'a taşımıştır.
1131'de ölen Sultan Mahmut'un yerine Sencer onun Tuğrul adındaki oğlunu 2. Tuğrul adıyla Irak Selçukluları tahtına çıkarmıştır. Üç yıl sonra ölen bu sultanın yerine ise kardeşi Mesut geçmiştir. Bu becerikli sultanın ömrü Abbasi halifeleri ve asi kumandanlarıyla savaşmakla geçmiştir. O, 1152'de öldü.
Sultan Sencer batıda, Irak-Arap'taki Abbasi halife ile Arak-ı Acem'deki Selçuklu sultanları arasındaki çekişmeleri takip ederken Gurlular, Batiniler, Karluklar ve Harezmşahlarla savaşarak yenmiş ve imparatorluğun doğu sınırlarını emniyete almıştır. Ama Ortaasya sahnesinde yeni zahir olmuş Kara Hitaylara yenilmiş ve Maveraünnehir'in hakimiyetini kaybetmiştir. 1155'te Oğuz boylarının isyanını bastıramayan Sultan Sencer onlara yenilmiştir. Bu yenilgiden sonra imparatorluğunu bir daha toparlayamayan Sultan Sencer 1157'de öldü.
Sultan Sencer'den sonra Irak'ta ve Azerbaycan'da Selçuklular arasında ciddi ihtilaflar yaranmıştır. Halife de bu arada bu çekişmelere karışarak istediğini Irak_ı Acem'in tahtına çıkarmaya çalışmıştır. Doğuda ise Atsız ve oğlunun hakimiyeti döneminden epeyce güçlenen Harezmşahlar ve Gurlular bağımsızlığını bildirmişlerdir. Bu arada Horasan ise Oğuzların eline geçmiştir.
Irak Selçukluları devletinin son sultanları 2. Tuğrul'un oğlu Arslanşah ve onun oğlu 3. Tuğrul'dur. 1155'te babasının yerine geçen 3. Tuğrul da ülkeyi feraset ve kabiliyetle idare etmiştir. 1194'te Harezmşah Tekiş'e Rey'de yenilen bu sultan ile Irak Selçukluları hanedanı da son bulmuş ve bölge Harezmşahların kontrolüne geçmiştir.
Kirman Selçukluları (1092-1117)
Çağrı'nın oğlu Kara Arslan Kavurd, Kirman'ı fethettikten sonra oranın hakimi olmuştur. Daha sonra isyan edip bağımsızlığını bildirdiği dolayısıyla Sultan Melikşah tarafından öldürülmüştür. Onun ailesi ve oğulları Kirman Selçuklularını oluşturdular.
Melikşah döneminde ona bağlı olan Kavurd'un oğlu Sultanşah, amcası oğlu öldükten sonra parçalanan imparatorluk topraklarında Kirman Selçuklularını kurmuştur. Ondan sonra tahta geçen kardeşi Turanşah ise Fars bölgesini zaptetmiştir. Bu sülale içinde de taht kavgaları başlamış ve bir ara Gurlulara, bir ara da Horasan Oğuzları Kumandanı Dinar Bey'e bağlanıp bağımsızlıklarını kaybetmişlerdir ve toprakları ise Oğuzlar tarafından işgal edilmiştir.

Harezmşahlar Devleti
Gazneliler gibi Harezmşahların da başkenti bugünkü İran toprakları içinde değildi. Ancak belli bir dönem İran'a hakim olmuşlardı. Bu sülalenin başında Selçuklular tarafından Harezm'i onların adına idare eden Anuş Tigin gelmekteydi. Onun oğlu Kutbüddin Muhammet (1097-1128) ise babasının çizgisinde hareket etmiş ve Harezm'i Selçuklular adına idare etmiştir. Ancak Kutbüddin Muhammet'in çok becerikli oğlu Atsız zor şartlar altında bağımsız bir devlet kurmayı amaçlamış ve ömrünün sonuna kadar bu amaç uğrunda çalışmıştır. Ondan sonra İl Arslan döneminde bu devlet büyüme çağını yaşamış ve hududunu genişletmiştir. İl arslan'dan sonra Harezmşahlar sülalesinin en becerikli ve mümtaz siması Alaeddin Tekiş (1172-1200) gelmektedir. O, kendi döneminde kardeşi Sultanşah ile uğraşmasına rağmen Irak, Horasan ve Kirman Selçukluları devletini kendine tabi edip topraklarını zaptetmiş ve bu şekilde batı sınırlarını hayli genişletmiştir. Oğlu Muhammet Harezmşah (1200-1220) babasının yerine geçtikten sonra Gurlular, Karahanlılar ve Kara Hitaylarla mücadele etmiş, Onları yenerek topraklarını zaptetmiş ve doğu sınırlarının genişlemesiyle dönemin en güçlü devleti olacak Moğollarla komşu olmuştu. Bu zaman Çin'den Irak'a kadar ve Aral'dan Hint Okyanus'na kadar olan topraklar Harezmşahlar hakimiyetinde idi.
Moğollarla araları bozulan Harezşah çok geçmeden onların hücumlarına maruz kaldı. Onun yanlış tutumu, yetersiz önlemleri ve kötü savaş taktikleri büyük bir imparatorluğun dağılmasına ve son bulmasına neden oldu. Daha sonra oğlu Celalettin merkezi Tebriz olmak üzere Azerbaycan'da küçük ve kısa ömürlü bir hükümet kurup Moğollara karşı koymaya çalışsa da başarılı olamadı ve hükümeti Moğol orduları vasıtasıyla dağıdıldı. Böylece 1022'de Anuş Tigin ile başlayan Harezşahlar sülalesi 1221'de Celalettin Harezmşah ile son buldu.

İlhanlılar Devleti
Cengiz Han'ın Küçük oğlu Tuluy'un oğlu Mengü (Möngke) Han Tahta oturur oturmaz Küçük kardeşleri Kubalay ve Hülegü'yü sırasıyla Çin ve İran'a gönderip oraları Moğol imparatorluğu adına idare etmelerini istedi.  Hülegü'nün batıya ve İran'a gelmesiyle bu topraklarda İlhanlılar devletinin temeli atılmış oldu. Megü Han, Hülegü'den Batiniler, Abbasiler ve Mısır Memlükleri meselesine son verip bölgeyi kontrol altına almasını istemiştir. Azerbaycan'ın Muğan bölgesinde yerleşen Hülegü Batiniler gailesine son verip Abbasi sülalesini ortadan kaldırdı. Batinilerin lideri ve Abbasi Halifesi de öldürüldü. Ama kardeşi Mengü'nün ölümünü duyup ordusunun büyük bir kısmıyla geri dönen ve ondan dolayı Memlükler karşısına küçük bir ordu gönderen Hülegü'nün ordusu Mısır Memlüklerinin güçlü ordusu karşısında dayanamaayıp yenildi ve ordu komutanı Kit Boğa ise katledildi. Bu savaşta Suriye beylikleri ve Altın Orda devletinin yardımını alan Memlükler bu yenilgiyle Moğol ordusunun kazandığı yenilmez vasfını ortadan kaldırırken Suriye ise Moğolların kontrolünden çıkıp Memlüklerin hakimiyetine geçti.
İran İlhanlıları'na bağlı olan Ortaasya ve Anadolu'da ise zaman zaman karışıklıklar ortaya çıkmaktaydı. Özellikle 1265'te Hülegü'nün ölümünden sonra bu son iki bölgede İlhanlıların nüfuzu azalmaya başlamıştır.
Hülegü'nün yerine geçen büyük oğlu Abaka Bizans ile dostane ilişkiler kurdu ve imparatorun kızıyla evlendi. Daha sonra Derbend'e kadar sokulan Altın Orda ordusu ile savaşıp onları geri püskürttü. Ortaasya'nın asi hükümdarı Borak ile yaptığı ilk savaşı kaybeden Abaka bir savaş taktiği ve hile ile Borak'ı yenip Horasan'ı ve Maveraünnehir'i geri aldı.
Doğu sınırlarını bu şekilde emniyete alan Abaka batı cephesinde Memlükler karşısında o kadar da başarılı olamadı. 1272'de aralarında geçen savaşta İlhanlılar ordusu yenilerek ordu komutanı ise öldürüldü.
Bu zaferden sonra cesaretlenip ihtiyatsız bir şekilde Anadolu'ya kadar ilerleyen Memlük sultanı Baybars 1277'de İlhanlılar tarafından ağır bir mağlubiyete uğratıldı. Sultan Baybars ise geri dönüşte öldü.
Doğudaki valilerin başkaldırmalarını bastırırken Suriye hükümdarı olan kardeşi bozguna uğrayıp öldürüldü. Oraya yol alırken kendisini ifrat derecede içkiye kaptıran Abaka 1282'de Hemedan'da öldü.
Abaka'nın yerine Hülegü'nün yedinci oğlu olan Tekudar seçildi. O, Müslüman olarak Ahmet adını aldı. Müslüman olduktan sonra Memlüklerle barışmak istedi. Bu işi Memlükler atarfından hoş karşılanmadı ve araları yine soğuk idi. Müslüman olmayan ve Müslümanlığa hoş bakmayan Moğolların başında gelen Abaka'nın oğlu Argun da onun aleyhine hareket ediyordu. Ahmet Tekudar, Kongratay liderliğinde çıkan Küçük Asya isyanını bastırıp kendisini de idam ettirdi. Bu arada Argun ile de savaşmak zorunda kaln Ahmet onu da yenmeyi başardı. Ama başkentte değişen durum ve Moğol büyüklerinin ilhan aleyhine hareket edip onu hükümdarlıktan azletmeleri dolayısıyla başkentten kaçmak zorunda kaldı, ama yakalanarak Kongratay oğullarına teslim edilen Ahmet 1284'te idam edildi.
Ahmet'in yerine tahta geçen Argun ilk başta bazı muhaliflerini affetmekle barış ve sukunete doğru gitmişti. İç isyanları bastıran Argun Anadolu'da Giyaseddin Keyhüsrev'in ortadan kalkması ve Giyaseddin Mesut'un tahta çıkmasına yardım etmekle o toprakları kendine tabi etmişti. Gürcistan ve Ermenistan'da da isyanları bastırıp durumu kontrol altına alabildi.
Bağnaz bir Budist olan Argun hakimiyetinin son yıllarında anti İslam tavrını iyice sergilemeye başlamıştı. Bu dönemde o, Müslümanlara karşı bazı hareketlerde bulunurdu.
Argun 1291'de öldü. Devri daha çok sessiz geçen Argun'un dış münasebetleri az ve Mahdut idi.
Argun'un yerine Küçük Asya valisi olan Kardeşi Geyhatu seçildi. Eğlenceye düşkün, beceriksiz ve aşırı israfkar olan Geyhatu asla bir hükümdarın sahip olması gereken vasıflara sahip değildi. Kabiliyetsiliği sonucunda fena bir durumu düşen ülkede halk isyanı başlama tehlikesi vardı. Devletin hazinesine aşırı yükler ve masraflar getiren bu hükümdar döneminde ülkenin ekonomik durumu vahim bir haldeydi. Onun zayıf durumunu gören Bağdat Valisi Baydu, Geyhatu'nun üzerine yürüyerek onu yendi ve idam ettirdi (1295).
Tahtı ele geçiren Baydu saltanatının başlangıcında ciddi bir düşmen ile karşılaştı. Argun'un oğlu ve İlhanlıların en büyük ve becerikli sultanı olacak Gazan Han amcası Geyhatu'nun öcünü almak için ordu toplamaktaydı. Lıyakatlı birisi olduğu için Baydu'nun etrafındaki bazı adamları ve kumandanları da Gazan'ın tarafına geçtiler. Aralarında geçen savaşta dayanacak gücü olmayan ve ordusu perişan olan Baydu Azerbaycan'a kaçarken yakalandı ve 1295'te idam edildi. Gazan Han Tebriz'i fethederek aynı yılda tahta çıktı.
Gazan Han tahta oturduğu zaman halkla devletin arası iyice açılmıştı. Gazan Han bu aranı kapatmak için İslam dinini kabul edip veziri Reşidüddin ile birlikte bir takım esasi reformlar yaptı. Bu reformlar sayesinde ülkenin ortamı bir az yumuşaldı.
Babasının yerine İlhanlılar tahtına geçen Olcaytu da aynu süreci ve faaliyetleri devam ettirdi. 75 metre yüksekliğe sahip büyük Sultaniye türbesi onun eseri ve mezarıdır.
1316'da Olcaytu'nun yerine geçen oğlu Abu Sait döneminde de ülke kısmen huzzur içinde idi. O, Memlüklerle barış imzaladı ve bu girişimle ülkenin huzuru daha da artmış oldu. Abu Sait'in dönemi İlhanlılar döneminin en görkemli çağı ve ekonominin patlak verdiği bir dönem olarak bilinmektedir.
Abu Sait'in oğlu yoktu. 1335 yılında öldükten sonra İlhanlı tahtı boş kaldı ve İlhanlılar dönemi kapanmış oldu. Müslüman olan Moğollar orada hayatını devam ettiler, Müslaman olmayanların bir kısmı ise başka yerlere göç ettiler.

Celayirliler  ve Timurlular Devleti
1335 yılında İlhanlı devletinin sona ermesiyle bölgede bir süre karışıklık ve kargaşa hüküm sürmekteydi. 1358 yılında Irak-ı Arap hakimi Sultan Üveys Celayir doğuda İran'ın ortalarına kadar olan Irak-ı Acem ve kuzeyde Kür ırmağına kadar olan toprakları ele geçirip Celayirliler hakimiyetini kurdu. Bu devletin başkenti Tebriz idi. 1364 yılında Musul ve Diyarbakır'ı ele geçiren Sultan Üveys Celayir topraklarının sınırını Anadolu'nun ortalarına kadar uaztmış oldu.
1385 yılında Tebriz'e doğru iki güç ilerlemekteydi. Bunların birincisi ilk olarak Tebriz'i işgal eden Altın Orda devletinin hükümdarı Toktamış Han idi. Diğeri ise hükümetünün temelini o yıllarda atmış olan Topal Timur idi. Toktamış Han Tebriz'i işgal etmekle Celayirlilerin bu bölgelere hakim olmalarına son koymuştu. Ama aynı yılda Timur Ordusuna yenilen Altın Orda ordusu bu önemli kenti Timurlulara bırakmak zorunda kaldı.
 Daha sonra 1402 yılında Anadolu'ya hakim Osmanlı ordusuyla Ankara yakınlarında savaşan Timur Osmanlı sultanı Yıldırım Bayazıt'ı yenmiş ve bu tarafların emniyetini bir daha temin etmiş ve kontrolü sağlamıştır.
Timur'un ölümü yani 1405 yılına kadar bu topraklar Timurlular devletine bağlı idi. Timur'un ölümü, Miranşah'ın babası kadar güçlü bir hükümdar olmadığı için otorite zayıflığı bölgede bazı hareketlerin başlanmasına neden oldu. Celayirli Sultan Üveys'e bağlı Karakoyunlu aşiretinin reisi Bayram Hoca ve Timurlularla dostane ilişkisi olan Akkoyunlu aşretinin reisi Kara Osman yeni bir sülalenin  başlangıcı idiler.

Karakoyunlular Devleti
Karakoyunlular oğuz boylarındandır. Moğol hücumu zamanında bu aşiret Ön Asya'ya göçüp Fırat ve Dicle'nin yukarı vadilerinde yerleşmişlerdi. 14. yüzyılın sonlarında ortaya çıkan Karakoyunlu beyliğinin temelini Celayirli Sultan Üveys'in emirlerinden Bayram Hoca ile oğlu veya yeğeni Kara Mehmet koymuştu. Bayram Hoca Karakoyunluların reisi olmuş ve Musul'u fethederek bazı futuhat hareketinde bulunmuştur. Ama ömrünün sonuna kadar Celayirlilere bağlı kalmıştır. Sultan Üveys'in ölümünden sonra ise Erciş ve Sincar'ı zaptedip beyliğini büyütmüştür.
1380 yılında Bayram Hoca'nın ölümünden sonra yerine geçen Kara Mehmet babasının çizgisinde devam etmiş Celayirlilere kızını vermek suretiyle daha yakın bir irtibat kurmuştur. Bir ara Tebrize bile yürüyüp alan Kara Mehmet orayı tekrar Timurlulara bırakmak zorunda kalmıştır.
1390 yılında Kara Mehmet'in ölümünden sonra yerine geçen oğlu Kara Yusuf bağımsız Karakoyunlu devletini meydana getiren bu sülaleninen büyük  sultanıdır. O, Timur'un oğlu Miranşah'ı savaşta yenerek öldürdü ve Tebriz dahil İran'ın ortalarına kadar olan Irak-ı Acem'i ele geçirdi. Celayirlilerin hakimiyetine de son koyan Kara Yusuf Irak-ı Arap'ı da topraklarına kattı. Böylece Doğu Anadolu, Irak-ı Arap ve Irak-ı Acem'de önemli bir devlet kurmuş oldu.
Timur'un yerine geçen oğlu Şahruh batıdaki topraklarının kaybı nedeniyle Kara Yusuf'un üzerine yürüdü (1420), ama Karakoyunlu hükümdarının sefer yolunda ciddi bir biçimde hastalanıp ölmesinden sonra ordusu dağıldı ve geri çekilmek zorunda kaldılar. Babasından sonra Karakoyunlu hükümdarlığını yürüten İskender Mirza topladığı orduyla Şahruh'un karşısında dayanamayıp yenildi. Tebriz Şahruh'un eline geçti, ama o, geri döndükten sonra İskender Mirza tekrar Tebriz'i alıp Bitlis ve Ahlat taraflarına kadar olan toprakları hakimiyeti altına aldı.
Şahruh ile ikinci savaşında Osmanlılar sığınan İskender Mirza'dan sonra Karakoyunlu hükümdarlığı kardeşi Cihanşah'a verildi (1434). Bu dönemden Şahruh'un ölümüne kadar olan sürede Karakoyunlu devleti Timurlulara tabi idi.
Büyük bir Karakoyunlu sultanı olan Cihanşah Gürcüleri yenip topraklarını hakimiyetine geçirdi, Irak-ı Acem'i de topraklarına kattı. Şahruh'un ölümünden sonra çıkan taht kavgasından yararlanarak Fars, Kirman, Horasan ve Herat'ı işgal etti (1457). Bağdat'ı da fethederek Irak-ı Arap'a da hakim oldu. Böylece büyük bir imparatorluk meydana getirmiş oldu.
Yakın bölgelerde oturan ve farklı mezheplere inanan Karakoyunlular ve Akkoyunların arasında her zaman çekişmeler ve çatışmar vukubulmaktaydı. Timurlularla Karakoyunlular arasında geçen savaşlarda da Akkoyunlular Timur oğullarına yardım ediyorlardı. Cihanşah'ın en güçlü döneminde Akkoyunlular Diyarbakır ve Erzincan taraflarında oturmaktaydılar. Cihanşah hakimiyetini Akkoyunlulara kabul ettirmek niyetinde idi, ama tedbirsizliği yüzünden Akkoyunlu sultanı Uzun Hasan'ın ani bir hücumuna maruz kalan Cihanşah savaşı kaybedip öldürüldü (1467). Yerine geçen oğlu Hasan Ali de 1468 yılında Uzun Hasan'a yenildi ve böylece Karakoyunlu devletinin ömrü sona ermiş oldu. 

Akkoyunlular Devleti
Akkoyunlu devletinin kurucusu Kara Osman Bey'dir. Bayındır boyuna mensup olan bu aşiret İlhanlı Argun Han zamanında Horasan'dan Azerbaycan'a göç etmişlerdi. O zamanlar bu aşiretin reisi Tur Ali Bey  ve ondan sonra oğlu Kutlu Bey idi. Kutlu Bey'in yerine ise oğlu Ahmet Bey geçmiştir. Bunların döneminde Akkoyunlular Diyarbakır taraflarında küçük aşiret düzenine sahip olarak yaşamakta ve giderek gücü artırmaktaydılar.
Timur'a hizmet ettiği için Diyarbakır ve yöresinin hakimiyetini kazanan Ahmet Bey'in kardeşi Kara Osman bu şekilde Akkoyunlu devletinin temelini koymuş oldu. Ama Karakoyunlu Kara Yusuf ile oğlu İskender Mirza'nın güçlü olmalarından dolayı devletini büyütemedi. Şahruh'un desteğini alan Kara Osman, İskender Mirza ile yaptığı bir savaşta yaralanıp öldü.
Taht kavgasına tutuşan oğulları arasından Hamza, ağabeyi Ali'yi tahttan indirerek yerine geçmiştir, ama Ali'nin oğulları Cihangir ve Uzun Hasan ile uğraşmak durumunda kalmıştır. 1444 yılında ölen Hamza'nın yerine Cihangir oturmuştur. Karakoyunlu Cihanşah ile savaşmak zorunda kalan Cihangir savaşı barış anlaşmasıyla bitirse de Karakoyunlu Cihanşah'a tabi duruma gelmiştir. 1453'te hükümdarlığı kardeşinden zorla alan Uzun Hasan 30 yıl hakimiyet etmiş ve Akkoyunluların altın devrini yaşatmıştır. 1453'te yalnız Diyarbakır beyi olan Uzun Hasan Anadolu'nun doğu kesimini, Irak-ı Arap, Irak-ı Acem, İran ve Horasan'ı zaptederek büyük bir imparatorluk kurmuştur. Dulgadir beyliği ve Gürcülere savaşta galip gelen Uzun Hasan Trabzon Rum devletiyle anlaşmış ve kızıyla evlenerek dostane münasebetlerini geliştirmiştir. Kayınbabasının devletini Anadolu'yu fetheden Osmanlı padişahı Sultan Mehmet karşısında koruyan Uzun Hasan yenilip geri çekilmiş ve Osmanlılar, Trabzon devletine son vermişlerdir.
1466-1567 yıllarında Karakoyunluları savaşta yenip bu sülalenin güçlü sultanı Cihanşah'ı öldüren Uzun Hasan'ın karşısına çıkacak gücü olmayan Karakoyunlu Hasan Ali Timurlu Ebu Sait'ten yardım istemiştir. Ebu Sait ise büyük bir orduyu Uzun Hasan'ın karşısına gönderdi. Uzun Hasan tarafından ağır bir mağlubiyete uğrayan bu ordu perişan olmuş ve bu savaştan sonra Herat ve Ortaasya'ya kadar olan arazi Akkoyunluların hakimiyetine geçmiştir.
Her zaman kardeş kavgası ve kardeş boylar savaşı yüzünden çok çeken ve ağır bedeller ödeyen Türkler bu dönemde aynı şeyleri yaşamışlardır. Ancak bu defa mezhep farklılıkları ve yüreklerinden, giderek büyüyen Osmanlı İmparatorluğun korkusu eksik olmayan Avrupalıların tahriki damgasını vurmuştur. Yani Türkleri birbirinin eliyle ezmek.
Akkoyunluların müttefiki Karaman beyliği büyüyen Osmanlı imparatorluğu karşısında tehlikelerle karşılaşmıştır. Bu beyliği korumak için Osmanlılarla başlatılan savaşı önce Uzun Hasan Kazansa da sonunda Fatih Sultan Mehmet'e yenik düşmüş ve devletin batı topraklarının bir kısmını onlara bırakmak zorunda kalmıştır.
1478 yılında ölen Uzun Hasan'ın son girişimi 1476'da Gürcüleri yenip isyanlarını yatırmaktı. Yerine geçen oğlu Halil Sultan sadece altı ay hüküm sürebildi. Diyarbakır Valisi Yakup Bey ile aralarında geçen savaşta yenilip öldürüldü. Hükümet ise Yakup Bey'e intikal etmiş oldu.
Babası Uzun Hasan'dan sonra Akkoyunluların en önemli hükümdarı olan Yakup, Memlüklere savaşta galip geldi (1480). Gürcüleri geri püskürtmeye muvaffak oldu. Ayrıca şiiliği yayan Şah İsmail'in babası Şeyh Haydar ile yaptığı savaşta galip gelip onu ve İsmail'den başka bütün oğullarını öldürttü.
1490'da genç yaşta ölen Yakup, babası Uzun Hasan gibi sanatsever, edip ve şairdi. Ölümünden sonra yine şiddetli taht kavgaları başlamış ve Akkoyunlu devleti çok zayıf bir hale gelmiştir. Çok kısa bir sürede tahta çok sayıda sultan çıkmış ve nihayet imparatorluk parçalanarak her parçasına bir hükümdar hakim olmuştur. Kızılbaş boylarının yardımıyla güçlenen İsmail bu duruma son verip Safevi devletinin temelini atmıştır.

Safevi Devleti
Etrafına toplanan Kızılbaş boylarıyla güçlenen İsmail Erdebil'den Erzincan'a gelişiyle etrafında epeyce asker toplanmıştı. Bunlardan güçlü bir ordu oluşturan İsmail Azerbaycan devleti Şirvanşahlara karşı savaşa girip zafer kazandı. Bu devletin başkenti Bakü'yü de işgal etti (1500).
Bir yıl sonra Akkoyunlu hükümdarı Elvend ile savaşıp onu da yendi. Bu savaştan sonra Tebriz'e giren İsmail Safevi devletini başlatmış oldu. İki yıl sonra 1503 yılında Akkoyunlu Murat ile savaşa girişen Şah İsmail onu ağır bir mağlubiyete uğrattı. Böylece hakimiyetinin temelini sağlamlaştırmış oldu.
Şah İsmail babası Şeyh Haydar'ın başlattığı şiilik propagandasını daha da ciddi bir biçimde devam ettirdi. Bu propagandalar Safevi devleti ile komşusu sünni Osmanlıların aralarını açmaya neden oldu. Osmanlı Yavuz Sultan Selim'ın baskıları dolayısıyla şiilerin çok sıkıntılı bir gün geçirdiği, bazı aşiretlerin İran'a sığınıp canlarını kurtardığı ve geri verilmeleri isteğine rağmen geri verilmemeleri bu mezhep farklılığı sonucunda çıkan anlaşmazlığı daha da körüklemiştir.
Sürekli anlaşmazlıklar yaşayan Safevi ve Osmanlı sonunda 1514'te Çaldıran'da karşı karşıya geldiler. Bu savaşı Yavuz kazadı ve Tebriz Osmanlıların eline geçip yağmalandı. Ama büyük aşiretlerin isyanı korkusundan ve Şah İsmail'in asker toplamasıyla orayı uzun süre elinde tutamadı ve terke mecbur oldu.
Bu savaştan sonra Özbekler ve Şirvanşahlar ile savaşan İsmail onları yenmeyi ve Özbek sultanı Şeybek Han'ı öldürmeyi başarmıştır. Şah İsmail 1524'te genç yaşta hastalanıp öldü. Oğlu Tahmasp onun yerine Safeviler tahtına oturdu.
Şah Tahmasp'ın ilk işi başkenti Osmanlı tehlikesine yakın olan Tebriz'den Kazvin'e nakletmek oldu. Onun hükümdarlığını tehdit eden en büyük tehlike yine Osmanlı imparatorluğu tarafından idi. Tahmasp'ın çağdaşı Kanuni Sultan Süleyman dört defa Azerbaycan ve İran üzerine yürümüştür (1534, 1535, 1548, 1554). Babasına göre daha hazırlıklı olan Tahmasp savaşta daha çok gerilla taktiği kullanmıştır. Bazen coğrafi şartlar ve soğuk kış koşulları Osmanlıları geri oturtmak için Safevi hükümdarına yardım etmiştir.
Şirvanşahlar sülalesine son koyup arazilerini Safevi ülkesine katan Şah Tahmasp, bu girişiminden sonra ömrünün sonuna kadar Şirvan beylerinin isyanlarıyla uğraşmıştır.
Şah Tahmasp döneminde Azerbaycan'ı alıp saklamaktan ümitsiz olan Sultan Suleyman Kanuni ile aralarında 1555'te Amasya'da aynı adla bir barış antlaşması yapıldı.
Şah İsmail döneminde olduğu gibi Tahmasp döneminde de Osmanlı İmparatorluğu'nun gücünden korkan Avrupalılar Safevileri tahrik etmekle bu iki Türk devletini birbirinin canına salmak için uğraşıyorlardı. Bu tahrik etme işinde özellikle Venedik devleti önemli rol oynuyordu.
1576 yılında Şah Tahmasp'ın ölümünden sonra yerine 2. İsmail geçti. Onun kısa süreli hakimiyeti daha çok reformlar yapmakla geçti. Tahmasp'ın  hakimiyetinin son yıllarında perişan bir durumda olan halkın olası isyanını yatırmak için bir takım reformlar gerçekleştirdi. Öncelikle sünni komşusu Osmanlı İmparatorluğu ile yapılmış Amasya barış antlaşması çerçevesinde ilk üç halifenin lanetlenmemesi gerektiği üzere sünniliğin lehine bir takım olumlu girişimlerde bulundu. 2. İsmail'in bu dini reformları büyük olasılıkla onun canına mal oldu. 1577 yılında şii Kızılbaşların bir suikasdına kurban gitti.
2. İsmail'in yerine kardeşi Muhammet tayin edildi. Muhammet Şiraz'da ikamet etmekteydi. Beceriksiz ve zayıf karakterli olduğu için devlete  Kazvin'de kızkardeşi Perihan, Şiraz'da ise eşi Hayrünnisa hüküm sürmekteydi.
Bu hükümdarın hakimiyeti devrinde ülkenin durumu yine kötü bir hal aldı. 1577'de Kürt isyanı vukubuldu ve Urmiye ile Salmas Kürtlerin eline geçti. Şirvan'da Ebubekir'in ayaklanması oldu ve Şirvan'ın zaptıyla sonuçlandı. 1578 yılında Osmanlılar Güney Kafkas'a girdiler ve Çıldır savaşı baş verdi. Bu savaşta Osmanlı ordusu galip geldi. Osmanlılar Gürcistan'a girdiler ve Şirvan'a baskın düzenleyip orayı da aldılar. Bu zamanda Safevilerin içinde de ciddi bir iç çekişme yaşanmaktaydı ve Kızılbaş aşiret reisleri devlet işlerine karışıyorlardı. Zayıf karakterlere sahip olan Muhammet Hudabende de bu çekişmeleri önleyebilecek bir güçte değildi. Osmanlıların gittikçe artan baskıları ve ve seferleri sonucunda devlet gitgide zayıf bir duruma itilmekteydi.
1586-1589 yıllarında Kazvin'de tahta çıkan 1. Şah Abbas ilk olarak Osmanlılarla barış antlaşması imzaladı. 1590 İstanbul Barış Antlaşması adlanan bu antlaşmaya göre Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan ve İran'ın batı tarafları Osmanlılara verildi. Sonra Şah Abbas ülkenin her tarafında baş alıp giden isyanlar, çekişmeler ve çatışmaları bastırdı. O, 1598 yılında başkenti Kazvin'den İsfahan'a nakettirdi. Avrupalılarla yaptığı antlaşmalar sonucunda onlardan iyi bir ateş gücü alıp güçlü bir ordu hazırladı. Bu ordu ile Osmanlılara savaş başlatan Şah Abbas onları geri oturtup alınan toprakların hepsini geri aldı.
1629 yılına kadar tahtta kalan Şah Abbas döneminde ülkede bazı idari reformlar yapılmış ve ülke düzenli bir hal almıştır. O, Azerbaycan'ı dört beylerbeyliğine bölmüştür.
1. Şah Abbas'ın yerine geçen Şah Safi döneminin en önemli meseleleri ise iç savaşlar ile Osmanlı İmparatorluğu ile yapılan savaşlar oldu. Babası Şah Abbas kadar güçlü olmayan Şah Safi iç çekişmeleri kısmen bastırabildi, ama 1639'da Osmanlı ordusuna yenildi ve yapılan Kasr-ı Şirin Antlaşmasına göre durumunu bugün de aşağı yukarı koruyan İran-Osmanlı hududuna son şekli verilmiş oldu.
Safevi Sülalesinin son sultanı Hüseyin zamanında Afganlar Eşref kumandanlığında İran'a saldırdılar. Sefevilerin başkenti İsfahan'ı işgal eden Eşref Sultan Hüseyin'i tahttan indirip hükümete başladı. Sultan Hüseyin'in oğlu 2. Tahmasp adıyla kızılbaşlar tarafından babasının yerine sultan olarak ilan edildi ve Eşref Afgan yenilerek öldürüldü. . Bu zaman ordu komutanlığını Afşar  boyundan olan Nadir yürütmekteydi. İran'ın batı kısmı Şah Safi döneminden Osmanlıların eline geçmişti. Nadir Osmanlılara saldırarak onları Bağdat'a kadar geri oturttu. Afganların Horasan'da ayaklanmalarını duyan ve hemen oraya doğru yola çıkan Nadir'in ardından 2. Tahmasp Nadir'in gölgesinde kaldığı için kendi yetenek ve becerileri göstermek için Osmanlılara karşı giriştiği savaşı kaybetti ve yapılan antlaşmaya göre Aras'ın yukarısında olan bütün Kafkası ve İran'ın batı kesimini Osmanlılara bırakmak zorunda kaldı (1732).
Afganların isyanlarını bastıran Nadir geri dönüşünde 2. Şah Tahmasp'ı tahttan indirip küçük yaştaki oğlu 2. Şah Abbas'ı tahta geçirdi.
Sonra Osmanlılarla savaşa girişen Nadir tekrar kaybedilen toprakları geri alıp Osmanlı ordusunu Bağdat'a kadar geri oturttu.
Azerbaycan ve Derbent'e kadar sokulan Rusya ve Rus orduları ise Nadir'in ultimatumları sonucunda geri çekilmeyi kabul ettiler (1733).

Afşar Devleti
Nadir ülkede baş vermiş isyanları bastırıp Osmanlı ordusunu ülkenin sınırlarından geri oturttuktan ve ülkeye huzur ve düzen getirdikten sonra kükümeti ele geçirip idare etmek  amacını uygulamak fikrinde idi. Bu amaç için 1736 yılında sülale ve devlet büyüklerini Muğan'da bir araya toplayan Nadir ülkenin sultanı seçilerek taç giydi ve Afşar sülalesini bu şekilde başlatmış oldu. Bu işi Safevi sülalesinin sonu demek idi. Nadir Şah Safevilerin yarattığı düzeni yıkıp yani baştan bir düzen yarattı. O, Erivan'dan Derbent'e kadar olan araziyi Azerbaycan adı altında tek bir eyalet olarak düzenledi
Nadir Şah'ın hükümdarlığı kısa sürdü. Yaptığı bazı dini reformlar bazı kesimlerin hoşuna getmediği için öldürüldü (1747).

Zend Devleti
Nadir Şah'ın ölümünden sonra İran'da bir daha şiddetli iç çekişmeler yaşandı. Nadir'in Fars kökenli kumandanlarından Kerim Han Şiraz kentinde Zend sülalesini kurup İran'ın bir kısmını ele geçirerek hükümdarlığa başladı. Böylece çok uzun bir aradan sonra İran’da bir Fars devleti kuruldu. Ancak bu sülalenin ömrü çok kısa oldu. Bu dönemde Azerbaycan hanlıklara bölünmüştü.
Kerim Han Esterabat'ta yerleşen Türk oymağı Kaçarlar ile yaptığı savaşta galip gelip aşiretin reisi Muhammet Hasan Han'ı öldürmüştü. Oğlu Ağa Muhammet Hanı ise sarayında esir olarak tutmuştu. Zend sülalesinin son hakimi Lütfali Han zamanında kaçıp Esterabat'a giden Ağa Muhammet Han kardeşleri ve amcasının yardımıyla asker ve ordu topladı ve Lutfali Han ile savaşarak mağlup etti ve Zend sülalesine son verdi (1794). Bu şekilde İran'da yeni bir Türk sülalesinin hakimiyeti başlamış oldu.

Kaçar Devleti
Kaçar sülalesinin kurucusu Ağa Muhammet Han 1794 yılında Fars kökenli Zend sülalesinin hakimiyetine son verdikten sonra Rusya himayesine sığınmış olan Gürcistan ve Osmanlı devletiyle dostane münasebetleri olan Azerbaycan hanlıkllarını itaat altına almak için harekete geçti. 1795'te ordu maiyetinde bu bölgelere gelen Ağa Muhammet Han Osmanlı ve Rusya'nın mudahelesi olmadan kolay bir şekilde bu bölgeleri zaptedip itaat altına aldı.
Bu seferin geri dönüşünde başkent seçtiği Tahran'da tahta oturup Kaçar sülalesinin kurulduğunu ilan eden Ağa Muhammet Han kısa bir süre sonra Horasan ve Afganistan'ı da kendine tabi etti. Acımasız bir sultan olan Ağa Muhammet Han Gürcistan'a yaptığı ikinci seferinde hizmetkarları tarafından öldürüldü.
Ağa Muhammet'in ölümünden sonra yeğeni Fathali Han tahta oturdu. Eğlenceye düşkün ve zayıf iradeli olan Fathali Han döneminde Rusya ile iki kez savaşa girişen İran (1813 ve 1828) her defasında bir kısım topraklarını Rusya'ya bırakmak zorunda kaldı. O iki savaşta Gürcistan ve Azerbaycan Rusya'ya verildi.
Fathali Şah'tan sonra 1834 yılında hükümdar olan oğlu Muhammet Şah döneminin ciddi meselesi Rusya'ya yakınlaşma siyaseti dolayısıyla Osmanlı ve bölgede yavaş yavaş güçlenmeye başlayan İngiltere'nin bu sülale aleyhine ortak hareket etmeleri ve İngiltere'nin Afganistan'daki athrikatı idi. Osmanlı-İran sınır sorunları ile Irak'taki şiilerin meselesi 1847'de bağlanan Erzurum antlaşmasıyla çözüldü. Muhammet Şah 1848'de öldü.
Muhammet Şah'ın yerine oğlu Nasıreddin Şah tahta çıkarıldı. Ağa Muhammet Han'dan sonra ülkede baş alıp giden karışıklık ve felaket yeni sultanın döneminde de yüksek bie düzeyde idi. Horasan'da Salar'ın isyanı vukubulmuştu. Nasıreddin Şah daha sonra bazı hain saray ehlinin tahriki ile katlettirecek olan becerikli ve laik veziri Mirza Taki Han (Emir Kebir)'ın yardımıyla duruma ve ülkeye hakim olmayı başardı.
Yarım asırlık uzun hakimiyet döneminde önce Herat'ı ordu gücüyle alan Nasıreddin Şah daha sonra İngiltere'nin komploları, Afganların kışkırtılarak bağımsızlık istemeleri ve İngiltere'nin de onlara destek vermelerinden dolayı Afganistan bu devletin elinden çıkarıldı.
Osmanlı İmparatorluğu ile 1847 antlaşmasıyla aralarındaki anlaşmazlıkları kısmen gideren Kaçar devleti, Osmanlılarla Irak-ı Arap üzerindeki anlaşmazlıklarla uğraştılar. Hudut boyunca oturan aşiretlerin durumu ve bunlardan alınacak vergiler bu anlaşmazlıkların en önemlilerinden birisi idi.
Nasıreddin Şah'ın saltanatının sonlarına doğru Cemalettin Afgani (Asedabadi) tarafından ortaya atılan Osmanlı imparatorluğu bayrağı altında İslam dünyasının birleşmesi düşüncesi Nasıreddin Şah tarafından kabul edilmedi.
Nasıreddin Şah zamanında Rusya ve İngiltere'nin İran'daki nüfuzu epeyce artmıştı. O kadar ki bazen Kaçar sultanı ülkenin yüksek seviyeli makamlarının atanmasında bu iki sömürgeci ülkenin görüşünü almak zorunda kalırdı.
1896'da babasının yerine Kaçar tahtına oturan Muzaffereddin Şah bilgisiz ve beceriksiz bir padişahtı. Giderek artan Rusya ve İngiltere'nin nüfuzu ile baş edemeyen bu padişah İran'ı bu iki ülkenin direktifleri ile yönetmekte idi.
Muzaffereddin Şah'ın döneminde İran'da Batı ve Osmanlı'dan etkilenerek Meşrutiyet harekatı başlanmıştır. Meşrutiyetçilerin baskılarına dayanamayan Muzaffereddin Şah Meşrutiyet fermanını 1904'te onaylamıştır.
1906'da babasının yerine tahta oturan Muhammet Ali Şah müstebit birisi ve meşrutiyete karşı idi. O, babasının onayladığı Meşrutiyet fermanıyla oluşturulmuş meclisi Rusya'nın da desteğini alarak topa tuttu; meclisi dağıttı; Meşrutiyetçilerin bir kısmını idam ettirip bir kısmını da hapsettirdi. Ama özellikle Azerbaycan'da Sattar Han'ın önderliğinde başlayan direniş harekatı ve ondan sonra bütün İran'a yayılmasıyla, ayrıca Rusya lehine bir siyaset sergileyen Muhammet Ali Şah'ın aleyhine bu harekata destek veren İngiltere'nin yardımlarıyla Muhammet Ali Şah'ın dönemi sona ermiş oldu.. Başta Azerbaycanlı Sattar Han olmak üzere Meşrutiyetçiler Tahran'ı fethettiler ve Muhammet Ali Şah'ın hakimiyetine son verdiler. O, 1911'de ülkeyi terk edip Rusya'ya gitmek zorunda kaldı. Sattar Han ise Ermenilerin ve emperyalist güçlerin desteğiyle Tahran'da ortadan kaldırıldı.
1911'de Babasının yerine geçen Ahmet Şah Kaçar sülalesinin son padişahıdır. O, 17 yaşında iken 1916'da taç giydi. Onun döneminde sovet sistemin kurulmasından dolayı Rusya, ordularını İran'dan geri çekmişti. Yani İran sadece diğer sömürgeci ülke İngiltere'nin nüfüz alanına olmuştu. Bu da onun bol imtiyazlar almasına neden olmuştu.
İngiltere özellikle 1919'da Azerbaycanlı Şeyh Muhammet Hiyabani'nin ciddi itirazları sonucunda bu sömürgeci ülkenin çok yararına olan 1919 antlaşmasının feshedilmesinden sonra İran'da Fars kökenli merkeziyetçi bir hükümetin yaratması düşüncesine doğru hareket etmekteydi.  Bu amaca doğru harekatte İngiltere'nin dayatmaları sonucunda Kaçar devletinin genelkurmay başkanlığına atanan Pehlevi Rıza(1920) bir süre sonra askeri darbe ile Kaçar sülalesine son verip İran'da Pehlevi sülalesini kurmuştur. (1924).

Pehlevi Sülalesi
1924 yılında İngiltere'nin desteğiyle Rıza Pehlevi'nin hakimiyete gelmesiyle, Selçukluların İran'ı fethetmesiyle başlayan Türk devletleri hakimiyetlerine son verilmiş oldu ve İran'da yeni bir devir başlamış oldu. Bu sülale ülkede Fars şovenizmini başlatmış ve diğer etniklerin bütün haklarını çiğnemiştir. Okullarda diğer bütün dillerin konuşulması bile yasaklanmış ve bu yasağı çiğneyenlere cezalar konulmuştur. Ayrıca başka milliyetlere ağır hakaretler de sözkonusu olmuştur. Bu istikametlerin tutulmasında İngiltere'nin direktifleri önemli rol oynamıştır. Hayali İndo-Avrupa ortak kökene ait olmayı öne sürerek bu sülaleyi kendine yaklaştırmaya çalışıp daha iyi sömürü yapmayı planlayan İngiltere, kendine bağlı güçlü bir merkezi hükümet kurmakla daha önce görülen 1919 antlaşmasının feshi gibi olayların da önüne geçmek istiyordu. Bu yılda İran'ın ciddi bir şekilde zararına olan ve onu İngiltere'ye bağımlı hale getiren ve bir nevi bağımsızlığını bile zedeleyen 1919 İran_İngiltere antlaşması Azerbaycan'ın önde giden şahsiyeti Hiyabani'nin itirazlarıyla feshedilmiştir.
 Şovenizmi ve despotluğu iyi bir şekilde uygulayan Rıza Şah, İkinci Dünya Savaşı'nın başlamasıyla Almanlara yakınlaştı ve bu da onun sonunu beraberinde getirdi. Tarafsız ülke ilan edilmesine rağmen 1941'de İran'ın müttefikler tarafından işgaliyle Rıza Şah hakimiyetten alındı ve sürgüne gönderildi. Yerine tahta çıkarılan oğlu Muhammet Rıza Şah babasının çizgisini devam ettirdi. Zaten başka çizgi izlemesine olanak yoktu.
1945'te Güney Azerbaycan başka bir milli harekete sahne oldu. Bu yıl Pişeveri önderliğinde Azerbaycan Demokrat Fırkası Azerbaycan'da özerk bir hükümet kurmayı başardı. Milli bir veçhe taşıyan bu hükümet döneminde Güney Azerbaycan okullarında "Ana Dili" adı altında Türkçe okutulmaya başlanmış ve merkezi hükümetin müdahalesi kesilmiştir. Ne yazık ki tam bir yıl süren bu hükümet, İngiltere ve yeni yükselen güç Amerika'nın Muhammet Rıza Şah'a verdikleri tam destekleri yüzünden yıkılmıştır ve ciddi bir katliam yaşanmıştır. Pişeveri ise Kuzey Azerbaycan (Sovyetler Birliği)'a gitmiş ve bir yıl sonra Komünist merkezi hükümetin entrikasıyla bir araba kazası sonucunda öldürülmüştür.
Muhammet Rıza Şah dönemi petrolün millileştirilmesi ve olaylı bir dönemin yaşanmasıdır. İran'ın zengin kaynaklarından vazgeçmek istemeyen İngiltere ve Amerika, Bu hareketin karşısında durmaya çalışmış ve dönemin başbakanı ve hareketin önderi Musaddik'i bile devirmişlerdir. Ancak petrol millileştirme yasası 1950'de meclisin onayından geçmiş ve böylece emperyalist güçler tamah dişlerini geri çekmeye mecbur kalmışlardır. 1962'de Humeyni'nin genç bir din adamı olarak Muhammet Rıza Şah'a başkaldırması ve hemen sürgüne gönderilmesiyle başlayan süreç 1979'da Pehlevi sülalesinin devrilmesiyle sonlanmış ve İran'da İslam Cumhuriyeti rejimi kurulmuştur. zikredilmelidir ki Humeyni 1976-7'ye kadar Pehlevi rejimini devirmek gibi bir niyeti yoktu ve muhalefetini sadece reform amacıyla yapmaktaydı. Ayrıca bu isyanlar ve başkaldırmalarda yine Azerbaycanlıların rolü büyüktü. Yürüyüşler ve protestolar 18 Şubat 1978 Tebriz hareketinden sonra daha düzenli ve sürekli hal almıştı. Ne yazık ki Azerbaycanlılar bu hareketlerinde de umduklarını ve aradıklarını bulamadılar. Devrimden önce İran'ın siyasi ve dini sahnesinde büyük rolü olan ve devrimden sonra ise Azerbaycanlıların insani ve kültürel haklarının verilmesinde olumlu görüşlere sahip büyük din adamları Şeriatmedari de Humeyni ve yandaşları tarafından sahneden uzaklaştırılmış ve 1984'te ev hapsi yaşarken bir komplo sonucunda öldürülmüştür.
Bu durum artık İran çerçevesinde Azerbaycanlılar dahil bütün etnik unsurların milli haklarının verilmeyeceğini göstermiştir. Yüz bin Ermeni kendi dillerinde okuma ve yazma hakkına sahipken resmi ama şüpheli istatistiklere göre toplam İran nüfusunun %18- ki bu da 15 milyon demektir-, gayri resmi ama daha doğru olarak akla gelen istatistikler ve tahminlere göre nüfusun yarısından fazlasını- 30 milyonu aşkın- oluşturan Türkler 21. yüzyılda bile en temel insani hakları olan ana dillerinde okuma-yazmadan mahrum bırakılmış bir durumdalar. İslam Cumhuriyeti son zamanlarda göstermelik olarak iki üniversitede Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü açmaktan başka her hangi bir iş yapmış değildir. Azerbaycanlılar ise haklarını almakta kararlı görünmektedirler. Son yıllarda yükselen protestolar da bunu göstermektedir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder