ELAMLILARDA, İRANÎ KAVİMLERDE
VE TÜRKLERDE KUT ANLAYIŞI VE KÖKENİ MESELESİ
Dr. Hasan Gülmuhammet
Özet
Bilindiği üzere “kut”
anlayışı önemli bir Türk kültür ürünüdür. Bu anlayış karizmatik hâkimiyet
olduğu ileri sürülen[2]
Türk egemenlik ve devlet düşüncesinin önemli öğelerinden biri olmuş ve değişik
anlamlarla günümüze kadar gelebilmiştir. Türk “charisma”sı yani kut sahibi
olmak bir nevi insanüstülük, ilahi lütuf ve inayetle donatılmış olmaktır[3].
Bu düşünce biçimi sadece Orta Asya Türklerine mahsus olmamıştır. Onun varlığı Elam,
Akad, Pers, Arami, Yunan, Soğd ve başka kültürlerde de görülmüştür. Biz burada
ilk önce bu kavram ve düşüncenin ortaya çıkış yerlerinden birisi olan Elam kut
anlayışını inceleyeceğiz, sonra Türk kut anlayışıyla kıyaslayıp ikisinin de çok
benzer yönleri olduğunu ispatlamaya çalışacağız; son olarak da Pers kut
anlayışı üzerine eğilip kaynağını ve kökenini belirlemeye çalışacağız.
Anahtar Kelimeler: Kut, Farrah,
Türkler, Elam, İranî Kavimler.
Abstract
“Kut” as an
element of Turkic culture, has played an important role in aspects of Turkic
charismatic sovereignty. It has been evolved to the present era with different
means and conceptions. Turkic “charisma” or “kut” means to equip with celestial
favor, and extra-ordinary characteristics. This type of opinion has not
pertained exclusively to Turkic Peoples. Existence of this conception has been
traced at ancient Elam, Persian, Aramî, Greece, Sogdian and other cultures. Objective
of this research is to study Elamian “Kut” conception as one of the origin of
this idea, then compare it to Turkic “Kut” counterpart. An attempt will be made
to find the correlation between two conceptions and their many similar aspects.
Finally we extend to the study to Persian “Kut” conception to determine its
historic origin.
Keywords: Kut, Farrah, Turks,
Elam, Iranian Tribes.
Elamlılarda Kut Anlayışı
Her ne kadar Elam kültürünün
ilk izlerine M. Ö. 4-3. binyıllar arasında rastlanıyorsa da mevcut kaynaklarda hâkimiyet
kurmuş ilk sülalenin varlığına M. Ö. 3. binyılın ortalarında rastlanmakta ve
yaşadıkları şehir adıyla Avan sülalesi olarak tanınmaktadır. Bu sülale on iki
kraldan oluşmuştu[4].
Elamlılarda kut düşüncesinin ilk izlerine bu sülalenin 11. kralı Hita döneminde
rastlanır. Bu kral ile Akad kralı Naram-sin arasında bağlanan bir antlaşmada
Elam’ın otuz yedi tanrı ve tanrıçasının adları tanık olarak zikrolunmuş ve
kralın ve antlaşmanın korunması duasında bulunulmuştur. Buradaki Tanrıların
korumacı gücünden kastedilen kraliyetin Tanrı tarafından korunmasıdır[5].
Bu sülalenin son kralı olan Kutik-İnşuşinak’ın adında da bu kelimeyi görmekteyiz.
Kutik sözcüğü kut kelimesiyle bir ekin terkibinden oluşmakta ve “Tanrı
İnşuşinak’ın korumasında olan” anlamını vermektedir[6].
Tabi ki buradaki koruma iktidarın korunması olsa gerek. Onun döneminden kalan
iki Elam linear yazılı tablette kendini tanrının seçilmiş insanı olarak
göstermektedir. Ayrıca bir takım linear yazılı tablette de yine Tanrı
İnşuşinak’ın isteğiyle fethettiği ülkelere hâkim kılındığı yazılıdır. “Ben
Kutik-İnşuşinak, yeryüzünün kralı ve seşilmiş birisiyim”. “Bu toprakları bana, seçilmiş bir insan olarak Tanrı korumuş va
saklamıştır”[7]. Dolayısıyla
bu dönemde Elamlılarda kut düşüncesinin var olduğu görülmektedir, özellikle son
cümlede Türklerin kısmet dedikleri ülüş veya ülüg tellakisi de yatmış gibi
görünmektedir. Bu düşüncenin bu sülalenin kuruluşundan ve hatta daha eskilerden
var olduğu rahatlıkla söylenebilir. Çünkü bu düşünce Asur kralı Sargon’un Elam
siyasal hâkimiyetine son verdiği M. Ö. 640 yılına kadar çok uzun bir süre
varlığını sürdürmüş ve sık bir şekilde Elam özel kral adları veya lakaplarının
bir parçası olmuştur. Bu kelime Elam dilinin, Türkçenin de dahil olduğu
bitişken ve eklemeli diller ailesine mensup olduğu dolayısıyla bu dillerin
kuralı gereği farklı ekler almış ve Kutik, Kutran, Kiten, Kutir, Kudur,
Kuduzuluş vs. biçimlerinde Elam antroponiminde kendini göstermiştir[8].
Bazı araştırmacılar “kut”un
Elam’daki versiyonunu “kiten” olarak yazsalarda[9]
bu kelimedeki “–en” hissesinin bir sonek olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü yukarıda
da zikredildiği gibi özel adlarda bu sözcüğün farklı ekler aldığı gösterilmiş
ve M. Ö. 1200’lerde yaşayan Elam kralı Kiten-Hutran’ın adı hariç diğer bütün özel
adlarda bu ekin kullanıldığı görülmemektedir. Buradan da bu adların, sabit
terkip hissesi olan “kut” kökü ile yapılan farklı kelimeler oldukları ortaya
çıkmaktadır. Ayrıca ileride daha ayrıntılı görüleceği gibi bu anlayış ve hâkimiyet
düşüncesi “GDN” değil de “GD” biçiminde Akad ve Aramilere geçmiş ve bu
kelimenin ideogramı bu iki ünsüz harfle yazılmıştır[10].
Bu da kut kelimesinin özgün biçimi olan “qut” yazılışına tamamen uymaktadır.
Nitekim Azeri ve Uygur çağdaş Türk lehçelerinde bu kelime özgün şekliyle
yazılmaktadır.
Bu sözcüğün “kiten” biçimi
“kidinu” yazılışıyla Akad diline geçmiş ve ve bazı Akad kral adlarında veya
Akadca ad almış Elam kral adlarında kullanılmıştır[11].
F. W. Hüsing’in eski
Elamca’da “u” harfının “i”ye dönüştüğüne dair ileri sürdüğü görüşüne dayanan F.
Bork, baht, saadet, talih manalarını verdiği “kitti” kelimesinin de “kut” tan
türediği anlaşılmıştır[12].
Böylece esas anlamı yanında farklı bir anlamının da olduğu veya kazandığı
ortaya çıkmıştır. Bu esas mana Elam eski linear yazısı ve çiviyazılı
metinlerinden de anlaşıldığına göre siyasi iktidar anlayışıdır. Bir takım
metinlerde belirtildiği gibi Elam kralları tanrının seçtiği kişilerdi ve bu
sihirli güç onların hâkimiyetini korumaktaydı.
Bütün eski uygarlıklar gibi
Elam da çok tanrılı bir uygarlıktı ve panteonun başında üçlü bir grup vardı. Bu
teslis Humban, İnşuşinak ve Kiririşa (daha sonra Pinikir)’dan oluşurdu[13].
Her tanrının kendi kutu vardı ve o kut tanrının sorumlu olduğu alanın kurallarının
ve gereğinin yerine getirilmesi karşılığında krallara verilmekteydi. Daha şok
Humban ve İnşuşinak’ın kutundan söz edilmiştir. Humban’ın kutu sadece krallara
mahsustu ve en güçlü kut sayılırdı. İnşuşinak’ın kutu ise sorumlu olduğu kanun,
adalet, yargı ve antlaşma konularında geçerli idi. Elamlılarda töre gibi yazılı
olmayan kanunları çok önemli idi ve kanunu çiğneyen ölümle cezalandırılırdı[14].
Bu açıdan tanrı İnşuşinak’ın gerçek hayatta daha çok güce sahip olduğu ve
kutunun ise daha da önem kazandığı, ama geri alındığı takdirde de sahibine
ölümden başka bir yol kalmadığı anlaşılmaktadır.
Elam yasaları tanrısal
kökenden gelmekteydi ve ilk başlarda sözlü bir veche taşımaktaydı; oysa daha sonralar
Akad kültürü etkisiyle yazılı kanunlar da görülmeye başlandı. Elam’ın orta
dönemlerinde kralın da kanunlarda değişiklik yapma hakkına sahip olduğu
görülmektedir, nitekim bir tablette şöyle denilmektedir: “Tanrı İnşuşinak ve
Şutruk-Nahunte’nin inayet buyurduğu kanunlar ...”[15].
Bu yasaların bir tarafında Tanrı İnşuşinak olduğu için bu yasaları çiğneyenin
ölümle cezalandırılması törelerinin çok önemli olduğu ve kut ile törenin ciddi
bir şekilde birbirine bağlandığını göstermektedir.
F. L. Mann kutun, dokunulması
yasak taştan veya tunçtan yapılmış bir hayvan figürü ile somut maddeleştirilip
somut hale getirildiğini ileri sürmüştür. Bir takım Elam uzmanları da ona
dayanarak kral saraylarının girişlerindeki hayvanların bu gücün timsalı ve
sembolü olduğunu iddia etmişlerdir. Kutu kaybeden kişinin ölümü ise bu
hayvanlara dokundurularak sağlanırdı[16].
Tanrılara büyük hizmetler
yapıldığı, mesela tanrı adına bir tapınak inşa edildiği veya tapınağın onarımı
ile hâkimiyet alanının genişlediği hem Elam’da, hem de Kutlarda görülmüştür.
Kut kralı Enrida-Puzur (Enrida-vazir)[17]
Tanrı Enlil’e bir tapınak yaptırmış ve karşılığında tanrıdan dünyanın dört
yönünün hükümdarı lakabını almıştır. Elam’da da aynı olayın varlığı
saptanmıştır. Elam tarihinde bu kut elde etmenin veya onu yükseltmenin yoludur.
Elam mahalli ve bölgesel krallar daha yüksek makamlara yetişmek için veya
yüksek makamları Tanrılar onlara kut verdiler diye ele geçirmek için Tanrılara
tapınak yaptırmakta, sunaklar sunmakta veya mevcut tapınakları tamir etmekteydiler.
Bu ise egemenliğin tanrısal ve karizmatik olduğunu göstermektedir[18].
Eski Türklerde Kut Anlayışı
Eski Orta Asya Türk
kültüründe hâkimiyetin kaynağı ilahi idi. Tanrı, hâkimiyetini doğrudan değil
bir vasıta olarak Türk kağanı vasıtasıyla kullanmaktaydı. Türk kağanına devlet
idare etme gücü ve yetkisi tanrı tarafından bağış olarak verilmekteydi. Bununla
birlikte verilen ülüş (ülüg) ve güç ile
kağan bu telakki tamamlanmış olurdu. Hâkimiyet ve üzerinde hüküm sürdüğü
topraklar Tanrının ona verdiği bir bağış ve kısmeti addedilmekteydi.[19]
Aynı şekilde Türk kağanı da kendisini Tanrı tarafından seçilmiş ve bazı
olağanüstü güç ve yeteneklerle donatılmış bir kimse olarak görmekte ve kabul
etmekteydi. Aynı inanışı halk da paylaşmaktaydı[20].
Türk kültüründe kut düşüncesi, kökeni ve Türk tarihinin bütün safhalarındaki
varlığı itibariyle eski Türk hâkimiyet anlayışının temel taşlarından birini
oluşturmaktadır. Bu düşüncenin varlığı Hunlardan başlayarak[21]
Osmanlılara kadar[22]
Gök-Türk[23],
Uygur[24],
Karahanlı[25],
Bulgar[26],
Hazar[27]
ve diğer Türk devletlerinde saptanmıştır. Karizmatik bir hâkimiyete sahip olan
Orta Asya Türklerinde kut’un en eski varlığı Asya Hun İmparatorluğu döneminde
bu sülalenin en güçlü tanhusu Motun (M. Ö. 209-174) zamanında görülmektedir.
Metinlerde Mete’nin hakkında böyle yazılmıştır: “gök tanrının, güneşin ve ayın
tahta çıkardığı tanrı kutu tanhu”[28].
Demek ki Hunlarda hükümdarlar tanrıdan kut alarak tahta oturabilmekteydiler. M.
Ö. 75 yılından önce hüküm sürmüş kutluğ unvanına sahip başka bir Hun
hükümdarından söz edilir[29].
Hsia Hun Tanhusu He-Lien-Po Po (M. 5. yüzyıl) böyle bir ifade kullanmıştır:
“Benim tanhu olmam Tanrı tarafından kararlaştırıldı...”[30].
Avrupa Hunlarında ise bu düşüncenin varlığı o dönem Batı yazarları tarafından
tespit edilmiştir. Özellikle Atilla döneminde en büyük devrini yaşayan Avrupa
Hun İmparatorluğunda bu hükümdarın tanrısal güçlerle donatıldığı Bizans
elçileri tarafından belirtilmiştir[31].
Gök-Türklerde bu anlayışın varlığını kanıtlayan bu cümleler o dönem
kitabelerinde yerini almıştır: “Tanrı’ya benzer gökte olmuş Türk Bilge Hakan”,
“Türk Tanrısı Türk milletinin adı ve sanı yok olmasın diye babam kağan ve anam
hatunu tahta oturttu”, “Tanrı irade ettiği, kutum olduğu için kağan oldum”,
“Tanrı buyurduğu ve kut’um olduğu için ölecek olan bodunu doğrulttum”, “Tanrı
buyurduğu için ben (Bilge Kağan) tahta oturdum”[32].
Gök-Türk hakanı Şa-po-lie (İşbara) Çin imparatoru Kao-tsu’ya gönderdiği
mektupta kendisini “Gök-Türk devletinin gökte olan ve kutsal oğlu” biçiminde
tanımlıyordu[33].
Bunlar ve bunlara benzer birçok ibarede Tanrının gücü ve isteği tekrar
edilmiştir. Hatta bir takım askeri başarılar da tanrının isteği ve gücüyle
mümkün olmuştur. Aynı çizgiyi Uygur dönemi kitabelerinde de takip ediyoruz. Uygur
hakanları da Tanrının verdiği kut ile tahta çıkmaktaydılar. Bir kaç Uygur
hakanı aynı Gök-Türk ibarelerini kullanmıştır ancak Maniheizm’in kabulünden
sonra bu dinin etkisiyle Gök Tanrı yerine Ay Tanrı’dan kut alındığı görülmeye
başlamıştır[34]. Çünkü
Mezopotamya dinleri Mani dininin oluşmasında büyük rol oynamışlar ve bu
dinlerde Ay Tanrısı büyük bir öneme sahiptir. “Ay Tanrı’da ülüğ bulmuş Alp
Kutluğ Bilge Kağan”, “Ay Tanrı’da kut bulmuş Külüğ Bilge”, “Ay Tanrı’da kut
bulmuş Alp Bilge”,” Ay Tanrı’da kut bulmuş Alp Külüğ Bilge Kağan”[35]
vs. ibareler Mânî dininin kabulünden sonra yazıldığı için bu etki
görülmektedir. İdil sahillerindeki ana Bulgar topraklarından ayrılıp Balkanlara
giden Tuna Bulgarlarında da aynı telakki devam etmiştir. Tervel adlı hükümdar
böyle bir ifade kullanmaktadır: “Göke benzer Tanrı tanrı tarafından
getirildiği”; bir başka kitabede Melemir “Göke benzer Tanrı tarafından tahta çıkarılmış
Melemir”; ve Omurtag ise “yeryüzünde Tanrı tarafından tahta çıkarılmış Han
Omurtag” gibi yakın ifadeler kullanmışlardır[36].
İbn Fadlan’ın anlattıklarına göre Hazarlar ve Müslüman İtil Bulgarları da aynı
anlayışı sürdürmüşlerdir. Hazar hakanı halktan tecrit edilmiş bir hayat
yaşamaktaydı[37]. Maverdi’nin
verdiği bilgilere göre Müslüman Uygurlarda da bu düşüncenin yeri ve öneminin
korunduğu anlaşılmaktadır. Uygur hakanının (1027) Gazneli Sultan Mahmut’a
yazdığı bir mektupta “Göklerin sahibiyer yüzü ülkelerinin ve birçok kavimlerin hâkimiyetini
bize verdi” ibaresi aynı tellakinin büyük olmayan Türk devletlerinde de var
olduğunu göstermektedir[38].
Kut anlayışının varlığı Karahanlılar döneminde de görülmektedir. Karahanlı
hükümdarları, Tanrı kendisine kut ve ülüg verdiği için hükümdardır[39].
Ayrıca bu dönemin yapıtları kut tellakisi mevcudiyetinin en somut örneğidir. Mahmut
Kaşgarlı Divanü Lugat it Türk adlı eserinde kut’a baht, saadet, talih ve devlet
gibi manalar vermektedir[40].
Burada esas anlamından farklı anlamlar görülmektedir. Kut hakkında en geniş
bilgiyi ise yine Karahanlı döneminin ünlü devlet adamı Yusuf Has Hacib’in
yazdığı Kutadgu Bilig’den elde edilmektedir. Kut kazanma bilgisi manasına gelen
bu kitapta eski Türk kültürünün önemli yönleri ve bunların birbiriyle olan
münasebetleri hakkında geniş ve çok önemli bilgiler verilmiştir. Öz Türkçe ile
yazılan bu eserde kut hakkında da önemli malumatlar verilmiştir. Kutadgu
Bilig’e göre kut’un vasfı ve tabiatı hizmettir, zengin olma ve beyliğe yükselme
yolları ondan geçmektedir, onu kazanmak için temiz ve dürüst olunmalı ve dili
ve eli kötülüğe bulaştırılmamalı, adalet ise kut ile sıkı sıkıya bağlıdır. Kut
geldiği gibi gider ama onu koruma yolları da vardır. Kut tanrısal nizam olan
törenin uygulanması karşılığında krallara verilir[41].
Bazı bilim adamları tarafından
kut tellakisinin şamanist çevrelere ait olduğu ve en ilkin anlamının can, ruh olduğu
ileri sürülmüştür[42].
Bir takım eserlerde de bu anlama kullanıldığı görülmektedir[43].
Türklerde kutlu dağlar ve
pınarlar vardı. Bu ise bu tellakinin bir takım yerlere de şamil olduğunu
gösterkektedir[44].
Elamlılar ile Türklerlerdeki
kut düşüncesini kıyasladığımızda aralarındaki benzerlik ve hatta aynılıklardan
bu ikisinin aynı kökten kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Bu benzer taraflar
aşağıda sıralanmıştır:
1. Her iki kültürde bu
düşünce aynı sözcük ile ifade edilmekte ve bu iki düşüncenin aynı olduğuna dair
güçlü bir kanıt oluşturmaktadır.
2. Bu kelime her iki kültürde
ilk başta siyasal iktidar kavramı olarak kullanılmaktadır.
3. Hem Elam hem de Türk
kültüründe ülüş anlayışının ve ülke ile fethedilen toprakların Tanrı tarafından
verildiğinin varlığı görülmektedir.
4. Bu sözcüğe verilen baht,
saadet, talih ve mutluluk gibi anlamlar asıl anlamın yani siyasal iktidar
anlamının yan anlamı veya daha sonra ortaya çıkmış anlamlar olduğu ileri
sürülmektedir.
5. Her iki kültürde kut sözlü
olan tanrısal yasaları korumak için krala verilmektedir. Kral yaptıkları iyi
işlerle kutunu yükseltebilirdi.
6. Kurallara uymayan kraldan
kut geri alınmakta ve kral ya azledilip ya da öldürülmekteydi.
7. Her iki kültürde
insanların dışında bir takım yerler de kutlu sayılmaktaydı.
8. Bu düşünce her iki kültürdeki
öneminden dolayı dönemin sonuna kadar varlığını sürdürülmüş ve kralların adı
veya lakaplarında bol sayıda kendini göstermiştir.
Bu tespitlerden sonra kut
düşüncesinin 4000 yılı aşkın bir maziye sahip olduğu ortaya çıkmaktadır.
Değerli türkolog Hamit Z. Koşay bu iki kelimeyi birbiriyle karşılaştırmış ve
aynı olduklarını ileri sürmüştür. O, bu sözcüğün baht ve saadet anlamlarını göz
önünde bulundurarak Elamcadaki “kitti” ile Türkçe’deki kut kelimelerinin aynı
olduğunu ortaya koymuştur[45].
İrani Kavimlerde Kut Anlayışı
İrani kavimlerde kut
düşüncesinin en eski izlerinin Medlerde görüldüğü ve “farnah” biçiminde
yazıldığı ileri sürülmektedir[46].
Medleri devirip eski İran’da hâkimiyeti ele geçiren Akamenit sülalesi döneminde
de bu düşünce devam etmiştir. Akamenit çiziyazılı kitabelerinde Vinda-Farnah
adında birisinin adı geçmekte ve bu dönemde de bu anlayışın aynı kelime ile
ifade edilme olasılığının olduğu öne sürülmektedir[47].
Behistun kayasına yazılan çiviyazılı kitabede Akamenit kralı Darius (M. Ö. 522-486)
Ahura Mazda’nın yardımı ve isteğiyle kral olduğunu ve değişik birçok ülkeye
hükümranlık ettiğini ifade etmektedir. “Ben Ahura Mazda’nın isteğiyle kral
oldum”, “Ahura Mazda krallığı bana verdi”, “Benim olan ülkeler bunlardır ve ben
Ahura Mazda’nın isteğiyle onların kralı oldum....”[48].
Her ne kadar Darius’un ataları Aria-Ramna ve Arşam’a mal edilseler de Akamenit
döneminin sonlarına doğru yani M. Ö. 4. yüzyılın ortalarında yazıldıkları[49]
anlaşılan iki çiviyazılı kitabede de bu tellakinin varlığı görülmektedir. Bu
kitebelerde Aria-Ramna ve Arşam kakimiyetin Ahura Mazda tarafından onlara
verildiğini iddia etmişlerdir[50].
Darius’un Susa’da bulunan diğer tabletlerinde de aynı anlayışın varlığı
görülmektedir. Bu kitebelede toprakların Ahura Mazda tarafından krallara verildiği
yazılmıştır. Bu da yine Elam-Türk geleneğinin devamı olarak görülmektedir. Sasani
dönemi ve İslam’ın ilk yüzyıllarında kaleme alınan ve sözlü gelenekten yazılıya
geçen Zerdüştilik’in kutsal kitaplarında bu düşüncenin hvarrenah, Pehlevi
Frasça’sında hvarrah, Orta Farsça’da ise farrah biçimini aldığı görülmektedir[51].
Günümüz Farsça’sında da farr(eh) olarak yazılmakta ve daha çok farr(eh)-ı izadi
(Tanrısal kut) terkibinde kullanılmaktadır[52].
Avesta’nın önemli kitaplarından Yaşt’ların 19. bölümü olan Zamyad Yaşt bu tanrısal
gücü anlatmaktadır[53].
Bu düşünce İndo-Avrupalı
kavimler arasında çok yayılmıştı. Yunanlıların tyche’si, Perslerin farrah’ı,
Hindlilerin laksam’ı, Soğdların farn’ı aynı düşünceyi ifade etmekteydi[54].
Perslerdeki farrah tıpkı
Elamlılar ve Türklerdeki kut anlayışı gibi görevlerini, sorumluluk ve
yükümlülüklerini yerine getirme karşılığında krallara verilmekte ve kusur
edildiği takdirde geri alınmaktaydı. Bu güç tanrısal bir özellik taşımaktaydı
ve ışık dünyasının Tanrılarında, iyi krallar ve pehlivanlarda görülmekteydi[55].
Bu kelimenin kökündeki güneş anlamına gelen hvar hissesi onun ışıkla bağlantılı
olduğunu ve ışıkla ilgili bir mahiyet taşıdığını göstermektedir.
Avesta’nın Yaşt’lar kitabının
19. bölümü bu tanrısal gücün Ahura Mazda ve diğer Tanrılara ait olduğunu,
krallara ve pehlivanlara verildiğini ve bu insanların yaptığı iyi işleri
anlatmaktadır. Turanlı Efrasyab’ın bu gücü elde etmek istediği, ancak
İranlılara ait olduğu için başaramadığı anlatılmaktadır[56].
Farrah baht, saadet, mutluluk
ve talih anlamlarını da ihtiva etmektedir. Ancak İran kültür araştırmacıları bu
anlamların daha sonra kazanıldığı düşüncesindedirler[57].
İndo-Avrupalı halkların eski
tarihlerinde sınıfların varlığı kanıtlanmıştır. Bu sınıflı toplum özellikle
Sasani döneminde en şiddetli biçimini yaşamaktaydı. Kitleler zor durumdaydılar
ve şiddetli sınıfsal baskılara maruz kalmaktaydılar. Bu dönemde insanlar için
artık bu dünyada farrah kazanmanın bir önemi kalmamıştı ve öbür dünyada sait ve
mutlu olmak için kendilerini avutmaktaydılar. Bu dönemde farrah’ın da sınıfsal
bir mahiyet aldığı ileri sürülmektedir. Sasani toplumu kral ile saray ehli, din
adamları, savaşçılar ve çiftçiler sınıfından oluşmaktaydı. Bu durumda farrahlar
yukarıdan aşağıya göre değer kazanırdı[58].
Bir kabartmada Sasani
sülalesinin kurucusu Ardeşir’in kucağındaki oğlağın bu tanrısal gücün timsali
olduğu ve maddeleştirilerek somut bir biçimde bbetimlendiği ileri
sürülmektedir. Böylece Ardeşir tanrısal egemenlik gücü farrah’ı Partların son
kralı Artaban’dan aldığı ve o sülalenin hâkimiyetine son vererek Sasani
sülalesini kurup tahta çıktığı anlaşılmaktadır[59].
Perslerin farrah düşüncesinin
temelinde Elam kut düşüncesinin yattığı ileri sürülmüştür[60].
Bazı bilim adamları Mezopotamya ve Elam’da bu tellakinin varlığı ve mahiyetine
değinerek bu anlayışın bölge halklarından alındığı görüşündedirler. Bu
düşüncenin izlerine eski İndo-Avrupa kültüründe rastlanmadığına, daha sonralar
özellikle Mezopotamya kültüründen esinlenerek böyle bir anlayışın ortaya çıktığına
işaret etmişlerdir[61].
Kut’un Yunan kültüründeki karşılığı olan "tyche"nin de Mezopotamya
etkisi olduğu öne sürülmüştür[62].
Yukarıda zikredildiği gibi kidinu
kelimesi Elamca kiten sözcüğünün Akadca’ya geçmiş versiyonudir. Ayrıca
Aramî dilinde ise “GD” veya “GDH” harflerinden oluşan ve yine de kut veya
farrah’ın karşılığı olan bir idoegram mevcuttur[63].
Sasanî dönemi ile İslamî dönemin ilk yüzyıllarında kaleme alınan Pehlevi
eserlerinde farrah kelimesi hep bu ideogramla yazılmış ancak okunuşta farrah
okunmuştur. Bu dil kuralına o dönem yazarlarından İbn Nedim’in de belirttiği gibi
hazvareş denmektedir[64].
Görüldüğü gibi bu ideogram kut veya qut/qud kelimesinin aynısıdır. Bilindiği
üzere Persçe ve günümüz Farsça’sında da bazı ünlüler yazılmaz. Bu da yine kut
anlayışının bölge halklarından alındığını gösteren bir kanıttır. Ancak Jean
Paul Roux bunun tersini iddia etmekte ve kut’u hvarranah’a bağlamaktadır[65]
Sonuç
Farrah’ın mahiyetine
bakıldığında Elam-Türk kut düşüncesiyle çok yakın benzerlikler ve hatta bazı
yönlerde aynılıkları vardır. Bu benzer tarafları aşağıdaki gibi
sıralayabiliriz:
1. Bu tanrısal güç krallara
verilmekte ve siyasi hâkimiyet düşüncesi anlamına gelmektedir.
2. Görevler, sorumluluklar ve
yükümlülükler yerine getirilmediği takdirde geri alınmaktadır.
3. Akamenit kralı üçüncü
Darius, Sasani kralı üçüncü Yazdgerd ve Gik-Türk kağanı İnal Kağan örneğinde
görüldüğü gibi kut’u geri alınan kağan öldürülmekte veya hâkimiyetten
azledilmektedir.
4. Bu sözcüklere verilen
saadet, baht ve talih anlamları asıl anlamın ya yan anlamı veya daha sonra
kazanılan anlamlardır.
5. Kısmet anlayışı Elam
kültürünün tesiri altında devam etmektedir. Memleketi Tanrının verdiği
telakkisi hâkimiyetin Ahura Mazda’dan verildiği telakkisiyle birlikte
karizmatik hâkimiyet anlayışını tamamlamaktadır.
6. Elamlılarda görüldüğü gibi
bu gücün maddeleştirilip somut halde betimlenmesi Sasanilerde de görülmüştür.
7. Bu sözcükler kral
adlarında kullanılmaktaydı.
Buradan kut anlayışı ve
kelimesinin ilk olarak Elamlılardan neşet ettiği ve İranî kavimlerdeki farrah’tan
daha eski olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu anlayış İranî kavimlerdeki farrah
anlayışının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Antik Yunan’ın en eski eseri
sayılan Homer’in eserinde de geçtiği için orada ve ihtiyatla eski Avrupa’daki
ona denk hâkimiyet anlayışının ortaya çıkmasına etki ettiği de söylenebilir.
Kaynakçalar
Amiet Piere, İlam, Tehran University Press,
Tehran 1349 (1970).
Arsal Sadri Maksudi, Türk Tarihi ve Hukuk,
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, İstanbul 1947.
Avcıoğlu Doğan, Türklerin Tarihi, C. 1, Tekin
yayınları, 2. Baskı, İstanbul 1978.
Bahar Mehrdad, Pajuheshi dar Asatir-e İran, Agâh
Yayınları, 2. Baskı, Tehran 1376 (1997).
Bal Mehmet Suat, “Türk Saltanat Veraseti Usulü ve
Türkiye Selçuklu Devleti’nde Uygulanışı”, Türk Dünyası Araştırmaları, S.
159, Aralık 2005, s. 75-100.
Balkan Kemal, Eski Ön Asya’da Kut (veya Gut)
Halkının Dili ile Türkçe Arasındaki Benzerlik, Erdem XVI’den ayrıbasım,
Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara 1992.
Başer Sait, Kutadgu Bilig’de Kut ve Töre,
Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1990.
Cameron George Gelen, İran dar Sepidedam-e Tarikh,
Fars. Çev. H. Anushe, Entesharat-e Elmi-Farhangi Yayınları, Tehran 1365 (1986).
Dehkhoda Aliakbar, Loghatname-ye Dehkhoda, CD ortamında.
Dhalla M. N., History of Zoroastrianism,
(çevrimiçi) www.avesta.org, 2003.
Donuk Abdülkadir, “Türk Devletlerinde Hâkimiyet
Anlayışı”, Tarih Enstitüsü Dergisi, X-XI, 1981.
Eberhard Wolfram, Çin’in Şimal Komşuları, Türk.
Çev. Nimet Uluğtuğ, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2. Baskı, Ankara 1996.
Esin Emel, Türk Kültür Tarihi, İç Asya’da Erken
Safhalar, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih yüksek Kurumu Yayınları, Ankara
1985.
Genç Reşat, Karahanlı Devlet Teşkilatı, Türk
Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2002.
Gnoli Gerardo, “FARRAH”, (çevrimiçi) www.iranica.com.
Göklap Ziya, Türk Medeniyeti Tarihi, I-II,
Kültür Bakanlığı Yayınları, İstanbul 1976.
İbn Fadlan, Bin Yıl Önce, Türkler ve Ötekiler,
Türk. Çev. Sadık Şaşar, İstiklal Kitabevi Yayınları, İstanbul 2005.
Kafesoğlu İbrahim, Türk Milli Kültürü, Ötüken
Yayınları, 16. Baskı, İstanbul 1997.
………….. “Kutadgu Bilig ve Kültür Tarihimizdeki
Yeri”, Tarih Enstitüsü Dergisi, I, 1970.
…………. “Türk Bulgarların Tarih ve Kültürüne Kısa
Bir Bakış”, Güneydoğu Avrupa Araştırmaları Dergisi, X-XI, 1981-1983.
Karadeniz H. B., “Türklerde Kut Kavramı ve
Osmanlılarda Kutsiyet Elde Etme Çabaları”, (çevrimiçi) www.akademikbakis.org/pdfs/kutahya.pdf,
2005.
Kaşgarlı Mahmut, Divanü Lugat’it-Türk, I-III,
Türk. Çev. Besim Atalay, Türk Dil Kurumu Yayınları, 4. Baskı, Ankara 1998.
Koca Salim, Türk Kültürünün Temelleri, C. 2,
Odes Ltd. Şti. Yayınları, Ankara 2003.
Koşay Hamit Zübeyir, Elam-Türk Dilakrabalığı, Çankaya
Matbaası, Ankara 1937.
Kösoğlu Nevzat, Eski Türklerde, İslam’da ve
Osmanlı’da Devlet, Ötüken Yayınları, İstanbul 1997.
Labat Rene, Persia, c. 2400-1800 B.C.,
Cambridge University Press, Cambridge 1963.
………. Persia, c. 1800-1500 B.C.,
Cambridge University Press, Cambridge 1964.
Lahici Sh.-Kar M. Shenakht-e Hoviyat-e Zan-e İrani
dar Gostare-ye Pish Tarikh va Tarikh, Roshangaran Yayınları, Tehran 1377
(1998).
Majidzadeh Yusef, Tarikh va Tamaddon-e İlam,
Nashr-e Daneshgahi Yayınları, Tehran 1370 (1991).
Niyazi Mehmet, Türk Devlet Felsefesi, Ötüken
Yayınları, 2. Baskı, İstanbul 1996.
Nyberg Samuel Henrik, Dinha-ye İran-e Bastan,
Fars. Çev. S. Najmabadi, Markaz-e İrani-ye Motaleeye Farhangha, Tehran 1359
(1980).
Orkun Hüseyin Namık, Eski Türk Yazıtları, Türk
Dil Kurumu Yayınları, Ankara 1986.
Purpirar Naser, Davazdah Garn Sukut, Baramadan-e
Hakhamaneshian, Kareng Yayınları, Tehran 1379 (2000).
Roux Jean Paul, Türklerin ve Moğolların Eski Dini,
Türk. Çev: A. Kazancıgil, Kabalcı Yayınları, İstanbul 2002.
Turan Osman, Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi Tarihi,
I-II, Nakışlar Yayınları, İstanbul 1980.
Yusuf Has Hacib, Kutadgu Bilig, Türk. Çev.
Reşit Rahmeti Arat, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1959.
Ariaramna Kitabesi, (çevrimiçi) www.avesta.org/op/op.htm.
Arşam Kitabesi, (çevrimiçi) www.avesta.org/op/op.htm.
Behistun Kitabesi, (çevrimiçi) www.avesta.org/op/op.htm.
Yasht, Zamyad Yasht, İng. Çev. J. Darmesteter, (çevrimiçi) www.avesta.org.
[2] İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, Ötüken
Yayınları, 16. Baskı, İstanbul 1997, s.248; Türklerde hâkimiyet her ne kadar
tanrısal olsa ve kut Tanrı’dan alınmışsa da Türk kağanının yetki ve gücünün
töre ile sınırlı olması nedeniyle Türk egemenlik düşüncesi kanuni hâkimiyetten
de nasibini almıştır, bak. Salim Koca, Türk Kültürünün Temelleri, C. 2, Odes
Ltd Şti Yayınları, Ankara 2003, s. 68; Abdülkadir Donuk, “Türk Devletinde Hâkimiyet
Anlayışı”, Tarih Enstitüsü Dergisi, X-XI, 1981, s. 52-54.
[3] Mehmet Niyazi, Türk Devlet Felsefesi, Ötüken
Yayınları, 2. Baskı, İstanbul 1996, s. 45.
[4] George Gelen Cameron, İran dar Sepidedam-e
Tarikh, Fars. Çev: Hasan Anushe, Entesharat-e Elmi-Farhangi Yayınları,
Tehran 1365 (1986), s. 24.
[5] Shahla Lahici-Mehrangiz Kar, Shenakht-e
Hoviyat-e Zan-e İrani der Gostare-ye Pish Tarikh ve Tarikh, Roshangaran
Yayınları, Tehran 1377 (1988), s. 222.
[6] Rene Labat, Persia, c. 2400-1800 B. C.,
Cambridge University Press, Cambridge 1963, s. 10.
[7] Walter Hinz, The Lost World of Elam,
s.92-94.
[8] Piere Amiyet, İlam, Tehran Üniversitesi
Yayınları, Fars. Çev: Shirin Bayani/, Tehran 1349 (1970), ; Yusef Majidzadeh, Tarikh
ve Tamaddon-e İlam, Nashr-e Daneshgahi Yayınları, Tehran 1370 (1991), s.
5-33.
[9] Labat, Persia, c. 1800-1500 B.C., Cambridge
University Press, Cambridge 1964, s. 22; Walter Hinz, a.g.e., s. 57, 123.
[10] Mehrdad Bahar, Pajuheshi der Asatir-e İran,
Agâh Yayınları, 2. Baskı, Tehran 1376 (1997), s. 131; M. N. Dhalla, History
of Zoroastrianism, (çevrimiçi) www.avesta.org,
2003, s.304.
[11] Walter Hinz, a.g.e., s. 57.
[12] Hamit Zübeyir Koşay, Elam-Türk
Dilakrabalığı, Çankaya Matbaası, Ankara 1937, s. 5.
[13] Rene Labat, Persia, c. 2400-1800 B. C.,
s. 22; Yusef Majidjadeh, a.g.e., s. 52.
[14] Shahla Lahici-Mehrangiz Kar, a.g.e., s.
226.
[15] A.y.
[16] Walter Hinz, a.g.e., s. 58.
[17] Puzur Akadca bir sözcüktür ve korunma ve
muhafaza demektir, yani Tanrıların koruduğu şahıs. Onun Elamcası Kutik’tir.
Elam kralı Kutik-İnşuşinak’ın adı da ilk başlarda Puzur-İnşuşinak olarak
okunmuştu. Rene Labat, Persia, c. 2400-1800 B. C., s. 10; Bir takım
bilim adamları tarafından Batı İran halklarının (Kut, Lulubi, Kas, Ellipi)
dilleriyle Elam dili arasında yakınlık ve akrabalık mevcut olduğu öne
sürülmüştür. Büyük olasılıkla bu şahsın adı da aynı Kutik kelimesinden
gelmekteydi. Ayrıca Kut kavminin adının kut’tan geldiği de ileri sürülmüştür,
bak: Kemal Balkan, Eski Ön Asya’da Kut (veya Gut) Halkının Dili ile Eski
Türkçe Arasındaki Benzerlik. Erdem XVI’den ayrıbasım, Atatürk Kültür
Merkezi Yayınları, Ankara 1992, s. 58.
[18] George G. Cameron, a.g.e., s. 38.
[19] Mehmet S. Bal, “Türk Saltanat Veraseti Usulü
ve Türkiye Selçuklu Devleti’nde Uygulanışı”, Türk Dünyası Araştırmaları,
Sayı 159, Aralık 2005, s. 76.
[20] Salim Koca, a.g.e., s. 66-67.
[21] Wolfram Eberhard, Çin’in Şimal Komşuları,
Türk. Çev. Nimet Uluğtuğ, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2. Baskı, Ankara 1996, s.
70, Sait Başer, Kutadgu Bilig'de Kut ve Töre., Kültür Bakanlığı
Yayınları, Ankara 1990, s. 2.
[22] H. B. Karadeniz, Türklerde Kut Kavramı ve
Osmanlılarda Kutsiyet Elde Etme Çabaları, (çevrimiçi) www.akademikbakis.org/pdfs/7/kutahya.pdf,
2005, s. 2; Nevzat Kösoğlu, Eski Türklerde, İslam’da ve Osmanlı’da Devlet,
Ötüken Yayınları, İstanbul 1997, s. 228.
[23] Hüseyin Namık Orkun, Eski Türk Yazıtları,
Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 1986, s. 27.
[24] Abdülkadir Donuk, a.g.e., s. 50.
[25] Reşat Genç, Karahanlı Devlet Teşkilatı,
Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2002, s. 33.
[26] İbrahim Kafesoğlu “Türk Bulgarların Tarih ve
Kültürüne Kısa Bir Bakış”, Güneydoğu Avrupa Araştırmaları Dergisi, X-XI,
1981-1983, s. 116.
[27] İbn Fadlan, Bin Yıl Önce, Türkler ve
Ötekiler, Türk Çev. Sadık Şaşar, İstiklal Kitabevi Yayınları, İstanbul
2005, s. 68.
[28] Sadri Maksudi Arsal, Türk Tarihi ve Hukuk,
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, İstanbul 1947, s. 214; İbrahim
Kafesoğlu, “Kutadgu Bilig ve Kültür Tarihimizdeki Yeri”, Tarih Enstitüsü Dergisi,
I, 1970, s. 22.
[29] Wolfram Eberhard, a.g.e., s. 70; Sait Başer,
a.g.e., s. 2.
[30] Abdülkadir Donuk, a.g.m., s. 49.
[31] İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü,
s. 249.
[32] Hüseyin Namık Orkun, a.g.e., s. 22, 27,
34.
[33] Osman Turan, Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi
Tarihi, I-II, Nakışlar Yayınları, İstanbul 1980, s. 170.
[34] Abdülkadir Donuk, a.g.m., s. 50; Mehmet
Niyazi, a.g.e., s. 47.
[35] Abdülkadir Donuk, a.g.m., s. 50.
[36] A. y.; Turan, a.g.e., s. 171; Nevzat Kösoğlu, a.g.e., s. 35.
[37] İbn Fadlan, a.g.e., s. 68.
[38] Mehmet Niyazi, a.g.e., s. 47-48; Osman Turan, a.g.e.,
s. 171.
[39] Reşat Genç, a.g.e., s.33.
[40] Mahmut Kaşgarlı, Divanü Lugat’it-Türk, Türk.
Çev. Besim Atalay, Türk Dil Kurumu Yayınları, 4. Baskı, Ankara 1998, s. 320,413.
[41] Yusuf Has Hacib, Kutadgu Bilig, Türk.
Çev. Reşit Rahmeti Arat, Türk Tarih Kurumu yayınları, Ankara 1959, 589., 674.,
6095. Beyitler.
[42]Ziya Gökalp, Türk Medeniyeti Tarihi, I-II,
Kültür Bakanlığı Yayınları, İstanbul 1976, s. 34; Abdülkadir İnan, Makaleler
ve İncelemeler, I-II, Türk Tarih Kurumu yayınları, 3. Baskı, İstanbul 1998,
s. 43.
[43]Emel Esin, Türk Kültür Tarihi, İç Asya’daki
Erken Safhalar, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu yayınları,
Ankara 1985, s. 5; Jean Paul Roux, Türklerin ve Moğolların Eski Dini, Türk.
Çev. A. Kazancıgil, Kabalcı Yayınları, İstanbul 2002, s. 166; Doğan Avcıoğlu, Türklerin
Tarihi, C. 1, Tekin Yayınları, 2. Baskı, İstanbul 1978, s. 344.
[44] Mehmet Niyazi a.g.e., s. 47.
[45] Hamit Zübeyir Koşay, a.g.m., s. 5.
[46] Gerardo Gnoli, “FARR(AH)”, 2. Paragraf.
(çevrimiçi) www.iranica.com
[47] Samuel Henrik Nyberg, Dinha-ye İran-e
Bastan, Fars. Çev. S. Najmabadi, Markaz-e İrani-ye Motaleeye Farhangha
Yayınları, Tehran 1359 (1980), s. 352.
[48] Behistun Kaya Kitebesi, 1. sütun, 11-20
Satırlar, (çevrimiçi) www.avesta.org/op/op.htm
[49] Naser Purpirar, Davazdeh Garn Sukut,
Baramadan-e Hakhamaneshian, Kareng Yayınları, Tehran 1379 (2000), s.166-167.
[50] Aria-Ramna ve Arşam Kitabeleri,
(çevrimiçi) www.avesta.org/op/op.htm.
[51] Mehrdad Bahar, a.g.e., s. 156; Gerardo Gnoli, a.g.m., 1. Paragraf.
[52] Aliakbar Dehkhoda, Loghatname-ye Dehkhoda,
Farr Maddesi, CD ortamında.
[53] Yasht, Zamyad Yasht, İng. Çev. J.
Darmesteter, (çevrimiçi) www.avesta.org.
[54] Gerardo Gnoli, a.g.m., 3. Paragraf.
[55] Samuel Henrik Nyberg, a.g.e., s.72.
[56] Yasht, Zamyad Yasht.
[57] Gerardo Gnoli, a.g.m., 6. Paragraf.
[58] Mehrdad Bahar, a.g.e., s. 156-7.
[59] Samuel Henrik Nyberg, a.g.e., s. 72.
[60] Shahla Lahici-Mehrangiz Kar, a.g.e., s. 222, 4. Dipnot.
[61] Mehrdad Bahar, a.g.e., s. 437; Gerardo Gnoli, a.g.m.,
21. Paragraf.
[62] Gerardo Gnoli, a.g.m., s. 20. Paragraf.
[63] M. N. Dhalla, a.g.e., s. 304.
[64] Aliakbar Dehkhoda, a.g.e., Zavaresh Maddesi.
[65] Jean Paul Roux, a.g.e., s. 168.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder