Tarihçi-Araştırmacı

Tarihçi-Araştırmacı/Historian-Researcher/مورخ و محقق


Bloqa Xoş Gəlmişsiniz/Bloga Hoşgeldiniz/Welcome to the Blog/به بلوگ خوش آمدید/بلوقا خوش گلمیشسیز/


12 Haziran 2013 Çarşamba

GÖK TÜRKLERİN MENŞE EFSANESİNİN BAZI MOTİFLERİ İLE AKHUNLARIN BİR DESTANINDA GEÇEN MOTİFLERİN BENZERLİĞİ

Dr. Hasan Gülmuhammet

            Özet
            Gök Türklerin bilinen dört menşe efsanelerinin üçünde, Gök Türklerin düşman hücumuna maruz kalarak hakanın küçük oğlunun dışında herkesin katledildiği anlatılmaktadır. O çocuğun da ayakları kesilmiş ve bir bataklığa atılmıştır. Dişi bir kurt çocuğu emzirmiş ve hayatta kalmasını sağlamıştır. Hyon’larla (Akhunlar) Iranlılar arasında geçen savaşta ise Akhunlar yenilmişler ve hükümdarları Arcasp’ın elleri ve ayakları ve burnu kesilerek kuyruğu kesik bir eşek üzerinde ülkesine gönderilmiştir.

Anahtar kelimeler: Gök Türkler, Akhunlar, Hyonlar, Arcasp


Similarity Between Some Motifs in the Gok Turks’ Origin Myth and Some Motifs in an Akhuns’ Epic

            Abstract
            As known, Gok Turks had four creation legends that in three of them, they had undergone to invation of enemy and except little son of king, all Gok Turks had been killed. Also, he had been cut his legs and thrown into a swampy. A she-wolf had feed him and made him survive. At a battle between Akhuns (Hyons) and Iranians, Akhuns had were defeated. Their king’s legs, arms and nose were cut and he had been returned to his country on a tail-cutted donkey.

                Keywords: Gokturks, White Huns, Hyons, Arjasp

Miladi 552 yılında kurulan Gök Türk Devleti döneminde Çin’in kuzeyinde birbiriyle mücadele halinde olan dört Çin devleti bulunmaktaydı. Bu devletler için Gök Türklerin desteğini almak hayati derecede önemli idi. Bundan dolayı bu devletler dönemindeki kayıtlarda Gök Türkler hakkında bilgiler verilmiştir. Ortaya çıkan bu yeni kuvveti kendilerine çekebilmek için bu Çin devletlerinde Türklere karşı bir eğilim uyandığı ve onlar hakkında gerçek bilgiler elde edilmeye çalışıldığı ileri sürülmektedir.[1] Bu bilgiler içinde Gök Türklerin ortaya çıkışları ve menşe efsaneleri de bulunmaktadır.

1.      Gök Türklerin Menşe Efsanesi:

Gök Türkler hakkında 3 menşe efsanesi günümüze ulaşmıştır. Diğerinden çok cüzi farklar içeren bu efsanelerin ikisinde Gök Türklerin düşman istilasına uğrayarak herkesin öldürüldüğü, sadece 10 yaşında bir çocuğun geriye kaldığı, onun da ayakları kesilerek bir bataklığa atıldığı ve dişi bir kurt tarafından emzirilerek yetiştirildiği rivayet edilmektedir. Daha sonra gençle birleşen dişi kurt gebe kalmıştır. Düşman hükümdar, çocuğun yaşadığını haber alınca adamlarını onu öldürmeye yollamıştır. Dişi kurt, bir vadiye kaçarak canını kurtarmış ve orada 10 tane çocuk doğurmuştur. Bu çocuklar, Gök Türklerin neslini devam ettirmişlerdir.[2]
Bu efsane özetle şöyledir:
” Gök Türkler (T’u-chueh), eski Hunların (Hsiung-nu) gelirler ve onların bir koludurlar. Kendileri ise, A-şi-na (A-şih-na) adlı bir aileden türemişlerdir. (sonradan çoğalarak) ayrı oymaklar halinde yaşamaya başladılar.
Daha sonra Lin adını taşıyan bir memleket tarafından mağlup edildiler. (Yenilgiden sonra Gök Türkler), bu memleket adamları tarafından soyca öldürüldüler.
(Tamamen öldürülen Gök Türklerden), yalnızca 10 yaşında bir çocuk kalmıştı. (Lin memleketinin) askerleri çocuğun çok küçük olduğunu görünce onu öldürmemişlerdi. Yalnızca çocuğun ayaklarını kesmişler ve bir bataklıktaki otlar arasına bırakarak (gitmişlerdi).
Çocuğun etrafında dişi bir kurt göründü ve ona et vererek besledi. Çocuk, bu şekilde büyüdükten sonra da, dişi kurtla birleşmeye başladı. Kurt da çocuktan bu yolla gebe kaldı.
(Lin memleketinin) kralı bu çocuğun hala yaşadığını duydu ve onun da öldürülmesi için askerlerini gönderdi. Çocuğu öldürmek için gelen askerler, kurtla (çocuğu) yan yana gördüler. Askerler kurdu öldürmek istediler. Fakat kurt hemen kaçtı ve Kao-ch’ang (Turfan) memleketinin kuzeyindeki dağa gitti. Bu dağda derin bir mağara vardı. Mağaranın içinde de büyük bir ova bulunuyordu. Ova, baştanbaşa ot ve çayırlarla kaplı idi. Çevresi de birkaç yüz milden fazla değildi. Dört yanı, çok dik dağlarla çevrili idi. Kurt, kaçarak bu mağaranın içine girdi ve orada on tane çocuk doğurdu.
Zamanla bu on çocuk büyüdüler ve dışarıdan kızlar getirerek onlarla evlendiler. Bu suretle evlendikleri kızlar gebe kaldı ve bunların her birinden de bir soy türedi. (İşte Gök Türk devletinin kurucularının geldikleri), A-şi-na ailesi de (bu on boydan) biridir.
Onların oğulları ve torunları çoğaldılar ve yavaş yavaş yüz aile haline geldiler. Birkaç nesil geçtikten sonra hep birlikte mağaradan çıktılar. Ju-ju’lara (Juan-juan devletine) tabi oldular. Altay (Chin-shan) eteklerinde yerleştiler. Bundan sonra da Juan-juan devletinin demircileri oldular.”[3]
İkinci efsane birincinin neredeyse aynısı olmakla beraber bazı yer adlarının eklendiği görülmektedir.

2.                  Akhunların destanı ise böyledir: (Zarir’in Kitabı)

Zerdüştiliği kabul ederek onu himayesi altına alan ve daha geniş yayılmasını sağlayan Guştasp (Viştasp), etrafındakilere de bu dini kabul ettirmiştir. Hyon Hükümdarı Arcasp bunu haber alınca en önemli iki komutanı Biyderafş ve Nāmhast’ı iki tümen asker maiyetinde Guştasp’a yollayarak kabul ettiği yeni dinden çıkmasını ve tekrar eski dinine geri dönmesini istemiştir. Guştasp bunu kabul etmeyerek aralarında savaş başlamış ve bu savaş Guştasp’ın zaferiyle sonuçlanmıştır. Savaşta mitolojik bir anlatım biçimiyle Hyon (Akhun) ordusunun hepsinin katledildiği, sadece Arcasp’ın diri kaldığı, O’nun da elleri, ayakları ve kulakları kesilerek ve kuyruğu kesik bir eşeğe bindirilerek ülkesine gönderildiği ve gördüklerini ve yaşadıklarını anlatması emredilmiştir.[4]
Destan, Zerdüşt döneminde (çoğu araştırmacıların görüşüne göre M. Ö. 6. Yüzyıl) yaşayan ve bu dinin gelişmesinde ve yayılmasında önemli rolü olan Guştasp döneminin olayları anlatıldığına göre o döneme aittir sanılabilir. Ancak bilindiği üzere Sasaniler, eski dönemlerinin efsanelerini kendi zamanlarına uydurarak yeni destanlar yaratmışlardı. Ayrıca Akhunların (Hyonların) Milat’tan önce büyük bir devlet kurdukları, tarihi kaynaklarda geçmemekte ve Sasaniler döneminde büyük bir güce kavuştukları bilinmektedir. Destanda da başkâtip İbrahim’in adının geçmesi[5] de, (Arami veya Arap etkisi) bu hikâyeyi Zerdüşt dönemi İran’ı olan bugünkü Afganistan’ın kuzey bölgeleri değil de bugünkü İran topraklarına ait kılmaktadır.

İşte destan:
 Zarir’in bu kitabı kral Guştasp ile oğulları, kardeşleri, saray ehli ve hizmetçilerinin Mazdacılık dinini Ahura Mazda’dan kabul ettiği zaman yazıldı. Hyonların (3) kralı Ercasp Guştasp, oğulları, kardeşleri, saray ehli ve hizmetçilerinin, pak Mazdacılık dinini kabul ettiklerini öğrendi. Çok zoruna gidip hemen iki elçiyi yirmi bin asker maiyetinde mesajını iletmek için İran’a gönderdi. Komutanlardan Camasp enderun’a girip Guştasp’a, "Hunlar kralı Ercasp, Hunlar ülkesinde bunlardan daha asilzadesi bulunmayan iki elçi göndermiştir. Birisi cadı Biyderafş ve diğeri Namhast’tır. Maiyetlerinde yirmi bin asker ve ellerinde mektupları vardır. Ve kral Guştasp’ın huzuruna gelmeye izin istiyorlar." dedi. Guştasp ise, “onları içeriye alın.” diye emretti. Onlar içeri girip Guştasp’a eğildiler ve mektubu verdiler. En büyük katip, İbrahim (4) kalkıp mektubu okudu. Mektupta bunlar yazılmıştı: Mazdacılık dinini Ahura Mazda’dan kabul ettiğinizi duyduk. Eğer onu bırakmazsanız bizden size ziyan ve sıkıntılar yaranabilir. Ama eğer bu dini bırakmayı kabul edip bizimle dindaş olursanız sizi kralımız bileceğiz; size her yıl bol altın, gümüş, iyi at ve şehriyarlık makamı vereceğiz. Ama eğer bırakmazsanız ve bizimle aynı dine inanmazsanız size saldırıp yiyeceklerinizi yiyerek herşeyi yakacağız; dört ayaklı ve iki ayaklı her ne varsa köleliğe götüreceğiz ve ağır zincirler takıp zor işler yaptıracağız.
Guştasp onların sözlerini duyduğu zaman tereddüt etti. Cesur komutan kahraman Zarir, kralı müreddet gördüğü için hemen enderuna girerek kral Guştasp’a, “Eğer kral izin verirse bu mektubun cevabını ben yazayım.” dedi.
Guştasp razı oldu: "Mektubu yanıtla."
O cesur ve kahraman asker Zarir, mektuba şöyle yanıt verdi: İran’ın kralı Guştasp’tan Hunların kralı Ercasp’a selam olsun. Biz bu pak dini bırakıp sizinle dindaş olamayız. Bu pak dini Ahura Mazda’dan aldık. Onu koruyacağız ve ölümsüzlük iksiri karşılığında bile onu bırakmayacağız. Sizinle gelecek ay ne yüksek dağı ne de derin denizi ve çukuru olan Hutos ormanı ve çalılıklarının bulunduğu Hamun çölünde karşılaşacağız. Sonucu ise hızlı koşan atlarımız belli edecektir. Siz o taraftan gelin biz de buradan geleceğiz; ikimiz de birbirimizi göreceğiz ve size devlerin Tanrılardan nasıl yenileceğini göstereceğiz.”
Başkatip İbrahim mektubu mühürleyip cadı Biyderafş ve Namhast’a teslim etti. Onlar da mektubu alıp Guştasp’ın önünde eğilerek gittiler.
Sonra Guştasp kardeşi Zarir’e, "Dağların zirvesinde ateş yak; ülkeyi haberdar et ve çaparlara haber ver bu biçimde car salsınlar: su ve Behram ateşini koruyan rahibin dışında on yaşından seksen yaşına kadar herkes evde kalmamalıdır; gelecek ay Guştasp’ın dergahına gelmelidirler. Eğer birisi gelmeyip diğerlerini de getirmezse orada onu dara asacağım." diye emretti.
Haberi duyan herkes hamaspahmedim zamanı Guştasp’ın dergahına geldi.
Davul zurna çalınıp borazan üflenerek ordunun hareket edilmesi emredildi. Fil sürücüleri fillere, atçılar atlara ve arabacılar ise arabalara bindiler. Onlar kocaman kılıçlar, okla dolu sadaklar, parlak ve dört parçalı zırhlarla donandılar. İran ordusu öyle harekete geçti ki haykırışları göğe ve yankısı cehenneme kadar gitti. Yolda geçitleri yıkıp suları öyle bulandırdılar ki bir aya kadar onlardan su içmek mümkün olamazdı. Elli güne kadar su durulmazdı. Kuşlar ise oturmak için atların başı, mızrakların ucu ve yüksek dağların tepesinden başka yer bulamadılar. Toz dumandan gece gündüz belli değildi.
Guştasp kardeşi Zarir’e emretti: "Çadır kurmaya başla; diğerleri de çadır kursun ve böylece gece mi yoksa gündüz olduğunu anlayalım. Zarir arabadan inip çadır kurdu. Bütün askerler de aynı işi yaptılar ve böylece toz duman yattı. Yıldızlar ve ay gökte görülmeye başladı.
Yere üç yüz demir mıh çakıldı; onlara üç yüz ip bağlandı ve iplerin her birine altın bir çan asıldı.
Guştasp tahta oturdu ve Camasp’ı çağırtıp, "Ben senin bilgili, basiretli ve akıllı olduğunu biliyorum. On gün yağmur yağdığı zaman kaç damlanın yere, kaç damlanın da denizlere düştüğünü bilirsin. Ayrıca çiçekler açtığı zaman hangisinin gündüz, hangisinin gece ve hangisinin yarın açacağını da bilirsin. Yine de hangi bulutun suyu olup olmadığını da bilirsin. Yarın ise Guştasp’ın büyük savaşında oğullarım ve kardeşlerimden hangisinin ölüp hangisinin yaşayacağını da bilirsin." Diye akıl danıştı.
Camasp, "Keşke anadan doğmasaydım veya çocukken ölseydim. Keşke bir kuş olup denize düşseydim. Keşke siz efendim bu soruyu benden sormasaydınız. Ama sorduğunuz için doğrusunu söylemeliyim. Sağ elinizi rehin verin. Ahura Mazda’nın ferine, onun pak dinine ve kardeşiniz Zarir’in canına ant edin. Yarınki savaşta neler olacağını söylediğimde beni öldürmemek, bana kızmamak ve beni kovmamak için çelik, parlak ve keskin kılıca üç defa baştan aşağıya kadar elinizi sürün." dedi.
Camasp, "Eğer isterseniz İran’ın bu büyük ordusunu kral çadırından bir ok atışı kadar ileride oturtunuz." dedi. Guştasp ise ordunun, onun çadırından bir ok atışı kadar ileri gitmesini emretti.
Camasp, "Ne mutlu anadan doğmayana; doğduğu zaman veya çocukken ölene. Yarın erler karşı karşıya dövüşeceklerdir; birçok ana oğulsuz, oğul babasız, baba oğulsuz, kardeş kardeşsiz ve karı kocasız kalacaktır. Hızlı ve yayılmış bir biçimde İran ordusuna saldıracaklar; ama Hunlar aradıkları kralı bulamayacaklardır. Siz, en iyisi görmeyesiniz ki cadı Biyderafş gelip yıkıp dağıtacak ve kardeşiniz o cesur komutan Zarir’i yenip siyah demir nallı atını ganimet alacaktır; Namhast saldırıp dağıtacak ve günahtan sakınan ve mümin kardeşiniz Pathosrov’u yenip onun kızıl renkli uzun nefesli atını ganimet alacaktır. Namhast gelip saldırarak yıkacak ve oğlun Fraşavard’ı yenecektir. O oğlun, yalan olmasın, sana diğer oğullarından daha yakın ve daha dosttur. Oğulların ve kardeşlerinin yirmi üçü ölecektir." dedi.
Guştasp bu sözleri duyduğunda tahtından yere düştü; sağ eline kama ve sol eline kılıç alıp Camasp’a hücum etti ve ona "Hiç hoşuma gitmedi korkunç cadı! Senin anan cadı ve baban yalancıydı. Söylediklerin olmayacaktır. Eğer Tanrı Ahura Mazda'nın ferine, onun pak dinine ve kardeşim Zarir’in canına ant içmeseydim bu kılıç ve kamayla senin başını kesip yere düşürürdüm." diye bağırdı.
Camasp, "Eğer kabul ediyorsanız yerden kalkıp tahta oturunuz; çünkü benim bu söylediklerim belki olur belki olmaz." dedi.
Guştasp kalkmadı ve yüzüne bile bakmadı. Cesur komutan kahraman Zarir gelip ona, “Eğer siz isterseniz kalkıp tahta oturun; ben yarın bütün gücümle on beş tümenlik Hun ordusunu yeneceğim.” dedi.
Guştasp kalkıp tahta oturmadı.
Günahtan sakınan ve mümin Pathosrov gelip "Eğer uygun görürseniz kalkıp tahta oturun. Ben yarın var gücümle 14 tümen Hun’u yeneceğim." dedi. Ama Guştasp kalkıp tahta oturmadı.
Guştasp’ın oğlu Fraşavard karşısına gelip ona diğerleri gibi eğer kabul ederse kalkıp tahta oturmasını ve yarın var gücüyle 13 tümen Hun’u yeneceğini söyledi; ama Guştasp kalkıp tahta oturmadı.
O cesur pehlivan İsfendyar ileriye gidip "Eğer kabul ederseniz kalkıp oturun; Ahura Mazda'nın ferine, onun pak dinine ve siz kralın canına ant içerim ki, yarın bir tek Hun’u diri bırakmayacağım." dedi.
Guştasp kalkıp tahta oturdu ve Camasp’ı çağırıp "Senin söylediklerin olmayacaktır; çünkü ben çok dayanıklı bir kale yaptırıp oraya demirden kapılar koyduracağım; oğul, kardeş ve zadeganı oraya alıp düşmanın zararından koruyacağım." dedi.
Camasp, "Eğer böyle demir kapılı çok dayanıklı bir kale yaptırıp oğullarınızı, kardeşlerinizi ve saray ehlini oraya alacaksanız o zaman düşmanları kim durduracaktır? Çünkü 15 tümen Hun’u yenen kardeşiniz Zarir, 14 tümen Hun’u yenen günahtan sakınan ve mümin Pathosrov ve 13 tümen Hun’u yenen oğlunuz Fraşavard oraya gidecektir." dedi.
Guştasp, "Hunların sayısı ne kadardır ve hepsi birden geldikleri zaman kaçı ölüp kaçı geri dönecektir?" diye sordu.
Camasp, "131 tümen Hun askeri vardır ve hepsi birden saldıracağı zaman onlardan kralları Ercasp'ın dışında kimse diri geri dönmeyecektir; onu da İsfendyar tutup elini, ayağını ve kulağını keserek bir gözünü ateşe atıp yakacak ve kuyruğu kesik bir eşeğe bindirip kendi ülkesine gönderecektir. İsfendyar onun ne çektiğini ve ne olup bittiğini halkına anlatmasını isteyecektir." diye yanıt verdi.
Guştasp, "Eğer benim ve otuz kız ve erkek doğuran kız kardeşim ve eşim Hutos’un oğulları, kızları ve şehzadeleri ölseler Ahura Mazda’dan aldığım bu pak dini bırakmayacağım." dedi.
Guştasp tepenin başında oturmuştu ve onunla 144 tümen asker vardı. Ercasp da karşı tepenin başında oturmuştu ve onunla 12 tümen tümen asker vardı. Cesur komutan kahraman Zarir o kadar iyi savaşırdı sanki çalılığa ateş düşmüştü; Hunları öldürürdü; onların kanını görünce de sevinçten açlık ve susuzluğunu unutup savaşa devam ediyordu.
Hunların kralı Ercasp yükseklikten bakıp, "Hun ülkesinde ondan daha güzeli bulunmayan Zersutun adlı kızımla evlenip ülkeye vezir olmak karşılığında; o cesur kahraman asker Zarir ile savaşıp onu öldürebilecek birisi var mi? Eğer Zarir geceye kadar diri kalırsa kısa bir sürede biz Hunlardan kimse diri kalmayacaktır." diye sordu.
Cadı Biyderafş ayağa kalktı, “Atımı eyerleyin; ben gidiyorum.” dedi. Atını eyerlediler. Ata binip devlerin cehennemde öfke ve zehirle perdahlayıp günah suyunda yıkadıkları o sihirli mızrağı aldı. Savaş meydanına hücum etti. Zarir’in iyi dövüştüğünü gördü. Karşıdan gitmedi; arkadan saldırarak mızrağı onun kemerinin altına ve Kusti’nin üstüne soktu; yüreğine kadar geçirerek at üstünden yere düşürdü. İran ordusu tarafından ok atışları ve haykırışlar baş verdi. Guştasp dağın başından bakıp, "Sanırım ordu komutanımız Zarir oldu. Şimdi ok atıp bağırmak zamanı değildir. Sizlerden, bütün İran’da onun kadar güzel olmayan Humay adlı kızımla evlenmek, Zarir’in her şeyine ve İran’ın ordu komutanlığına sahip olmak karşılığında Zarir’in öcünü alabilecek birisi var mi?" diye sordu. Zarir’in yedi yaşındaki oğlundan başka kimseden ses çıkmadı. O, ayağa kalkıp, “Savaş meydanındaki askerlerin savaşını görmek için; Guştasp’ın şehzadesi o cesur kahraman asker Zarir’in ölü veya diri olduğunu öğrenip siz kralıma anlatmak için benim atımı hazırlatın.” dedi.
Guştasp, "Sen gitme, küçüksün; savaşın nasıl yapılacağını bilmiyorsun ve ok atmayı elin tutmaz. Hunların yetişip Zarir gibi seni de öldürmelerini istemiyorum. O zaman Hunlar yendikleri iki kişiden söz edeceklerdir; ordu komutanı Zarir ve onun oğlu Bastur." diye cevap verdi.
Bastur imrahora gizlice, “Guştasp, Zarir’in küçükken bindiği atını Bastur’a verilmesini emretti.” dedi. İmrahor ise atı eyerledi. Bastur binip atı koşturarak düşmana saldırdı ve onları kırarak cesur babasının cesedine kadar geldi. Yüreği acıyıp ona, "Ey göklere yükselmiş ağaç! Canını kim aldı? Ey domuz güçlü! Gücünü ve dayanıklılığını kim kırdı? Ey simorg! Silahını kim aldı? Rüzgar saç sakalını perişan etmiş, kutsal tenini atlar çiğnemiş ve vücudunu toprak sarmıştır. Şu an bir şey yapamam; çünkü eğer attan inip yanında oturursam ve başını kucağıma alıp toprağı vücudundan temizlersem bir daha kolay ata binemem. Hunların yetişip senin gibi beni de öldürmelerini istemem. O zaman Hunlar yendikleri iki kişiden söz edecekler; ordu komutanı Zarir ve oğlu Bastur." diye okşadı.
Bastur atını koşturup Guştasp’ın yanına gelinceye kadar düşman askerini kırdı ve krala, "Ben gittim ve askerlerimizin ve komutanlarımızın savaşını gördüm. Babam, o cesur asker Zarir’i ölü gördüm. Eğer kabul ediyorsanız gidip babamın öcünü almak istiyorum." dedi. Camasp ise, "Bırakın; bu çocuğun bahtı ona yar olup düşmanı yenecektir." dedi.
Guştasp Bastur’un atının eyerlenmesini emretti. O, ata bindi ve (Guştasp) kendi sadağından ona bir ok vererek şöyle dedi: "Böyle cesurca gitmek istediğin için umarım galip gelirsin; umarım her hamle ve direnişinde zafer kazanırsın. Sonsuza kadar ün kazanıp düşmanlarına hep galip gelmeni ümit ederim. Bu ordunun silahını ve bayrağını sen taşıdığın için onların da sonsuza kadar dillerden düşmeyeceğini dilerim."
Bastur atla saldırıp düşman askerlerini öldürerek başkomutan babası Zarir kadar iyi savaştı.
Hunlar kralı Ercasp yüksekliğin başından bakırdı. O, "İran'ın ordu komutanı Zarir kadar iyi dövüşen, kahramanlar gibi ata binip silah kuşanan o Keyani cesur çocuk kimdir? Sanırım Guştasp’ın soyundandır ve Zarir’in öcünü almak istiyor. Siz Hunların arasında; onunla savaşıp onu öldürebilecek birisi var mı? Onun karşılığı Hunlar ülkesine vezir olmak ve Hun ülkesinde ondan daha güzeli bulunmayan kızım Behsutun ile evlenmektir. Eğer o çocuk geceye kadar diri kalırsa kısa bir sürede biz Hunlardan kimse diri kalmayacaktır." diye sordu.
Cadı Biyderafş kalktı, "Benim atımı hazırlayın, ben gidiyorum." dedi.
Zarir’in demir nallı atını eyerlediler. Biyderafş binip devlerin cehennemde öfke ve zehirle perdahladıkları ve günah suyunda yıkadıkları büyülü mızrağı eline aldı ve savaşmak için atını koşturdu. Bastur’un iyi savaştığını gördü. Onunla karşı karşıya gelmek istemedi. Arkadan yaklaştı. Bastur ona, “Ey günahkar cadı! Karşıma gel; ben at üstündeyim ama koşturmasını beceremem; sadakta okum vardır; ama atmasını bilmem; karşıdan gel. Babam, o cesur komutan Zarir’in canını aldığın gibi ben de senin o tatlı canını alayım." diye bağırdı.
Biyderafş küstahlaşıp ileri gitti. Zarir’in o demir nallı kara atı Bastur’un haykırışını duyduğunda hemen yerinde durdu. O cadı 999 defa bağırıp mızrağını attı ve lakin her defasında Bastur onu eliyle tuttu. Zarir’in ruhu bağırdı: "Bu mızrağı bırak. Sadaktan bir ok al ve onunla bu günahkar düşmana karşılık ver." Bastur ise (mızrağı) bıraktı; sadağından bir ok aldı; Biyderafş’ın göğsüne atarak sırtına kadar geçirdi ve onu yere düşürerek öldürdü.
(Bastur) Zarir’in inciyle işlenmiş beyaz pabuçları ve altınla işlenmiş elbiselerini alıp onun atına bindi; kendi atının dizginlerini tutup koşturdu ve düşmanı kırarak o yere geldi ki Camasp’ın oğlu Grami-kard zafer bayrağını dişleriyle tutmuş iki eliyle savaşırdı. Grami-kard ve o büyük ordu Bastur’u gördüklerinde Zarir için ağladılar ve onlar, “Buraya neden geldin? Ok atmak ve savaşmak bilmiyorsun. Amandır Hunlar yetişip Zarir gibi seni de öldürmesinler. O zaman Hunlar yendikleri iki kişiden söz edecekler; ordu komutanı Zarir ve oğlu Bastur.” dediler.
Bastur, "Camasp’ın oğlu ey Grami-kard! bu bayrağı zafere kavuştur! Eğer Guştasp’ın yanına diri dönebilirsem senin ne kadar iyi dövüştüğünü ona anlatacağım." dedi.
Bastur atını koşturup o cesur pehlivan İsfendyar’ın savaştığı yere kadar geldi. ( İsfendyar) Onu gördüğünde İran’ın büyük ve muazzam ordusunu ona bırakıp tepenin başına çıktı ve 12 tümen askerle korunan Ercasp'ı kılıç gücüyle aşağı indirdi. İsfendyar Hunları yenmeyi Grami-kard’a bıraktı; o da biraz düşmanı kırarak Bastur’a bıraktı. Kısa bir sürede Hunlar kralı Ercasp’ın dışında onlardan kimse diri kalmadı. İsfendyar O’nun bir elini, bir ayağını ve bir kulağını kesti; bir gözünü çıkararak ateşe attı ve kuyruğu kesik bir eşeğe bindirip kendi ülkesine gönderdi ve ona, “Git ve İsfendyar’dan neler çektiğini anlat” dedi.[6]

İki Efsanenin Karşılaştırılması

                Sonları ve bazı motifleri farklı olan bu iki efsane ortak bazı motifler içermektedir. İki efsaneyi karşılaştırdığımız zaman her ikisinde de bütün ordu veya kavmin öldürüldüğü görülmektedir. Harici bir düşman bütün adamları kılıçtan geçirmiş ve sadece bir kişi diri bırakmıştır. Bu kişinin de elleri ve ayakları ve bazı diğer beden organları kesilmiş ve kendi kaderine bırakılmıştır.
Bilindiği gibi Akhunlar, Sasani devleti ile çağdaş ve komşu idiler. Sasani hükümdarı Firuz döneminde o kadar güçlü idiler ki bu hükümdarı yenmiş ve kendisini de savaş meydanında öldürmüşlerdi.[7] Dolayısıyla eğer bu güçlü hale gelme dönemleri destandaki olaydan sonraya ait ise bu da Gök Türklerin efsanelerinde geçen toparlanma ve büyük bir imparatorluk haline gelme motifi ile benzerlik göstermektedir. Ancak Akhunların destanının zamanı tam olarak belirlenemediğine göre bu benzerlikten emin olamıyoruz.
Bilindiği üzere karizmatik hâkimiyet biçimine sahip olan Türklerde, hükümdarlar kut sahibi idiler ve bu kut, siyasi iktidar ve otorite anlamına gelmektedir. Babadan oğla geçer ve bütün aile fertlerinde tecelli ederdi.[8] Kut sahibi olan ferdin hükümdar olur ve millete liyakatle hükmedermiş. Başarısız olduğu zaman da tahttan indirilirmiş.[9]
Ayrıca Türk hâkimiyet anlayışında ülüş sisteminin varlığı ve Türk şehzadelerinin hâkimiyet etmek için verilen arazi olduğu da bilinmektedir. Bütün ülke ise hükümdarın ülüşü idi.[10] Kutlu hükümdar, Tanrının verdiği yetki ile ülüşü olan ülkesine güçlü ve liyakatli bir şekilde hükümet ederdi.[11]
Gök Türk ve Akhun efsanelerinde görüldüğü gibi elleri ve ayakları kesilen hükümdar veya şehzade kut ve ülüş sahibi olduğu, Tanrı tarafından onlara kut verildiği ve Türk ülkesi onların ülüşü yapıldığı için yenilgilerden sonra tekrar hâkimiyetlerini berpa ve soylarını devam ettirdikleri görülmektedir. 





Kaynakçalar

Bahar Mehrdad, Pajuheşi dar Asatir-e İran, Enteşarat-e Agah, Tehran 1372 (1993)
Divitçioğlu Sencer, Kök Türklər (Kut, Küç, Ülüg), Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2000.
Mas’udi Abo’l-Hossein, Moruj’l-Zahab, www. tarikheslam.com
Ögel Bahaeddin, Türk Mitolojisi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1995
Tabari Mohammad Jarir, Tarikh-e Tabari, Fars. Çev: Abolgasem Payandeh, Enteşarat-e Asatir, 5. Baskı, Tehran 1375 (1996).
Masudi Abolhossein, Murudj'al-Zahab, www.tarikheslam.com.
Kafesoğlu İbrahim, Türk Milli Kültür, Ötüken yayınları, 16. Basım, İstanbul 1997.
Gumilyov, Lev Nikolayeviç, Qədim Türklər, Gənclik Nəşriyatı, Bakı 1997.




[1] Ögel Bahaeddin, Türk Mitolojisi, C. 1, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1995, s. 19-20.
[2] A.g.e., C. 1, 20-21.
[3] Aynı yer.
[4] Bahar Mehrdad., Pajuheşi dar Asatir-e İran, Agah Yayınları, Tehran 1372 (1993), s. 265-273.
[5] A.g.e., s. 266.
[6] A.g.e., s. 265-273.
[7] Çoğu İslam kaynaklarında bu meseleye işaret edilmiştir. Bkz: Mas’udi Abu’l-Hossein, Moruj’l-Zahab, C. 1, www.tarikheslam.com,  s. 146; Tabari Mohammad Jarir, Tarikh-e Tabari, Fras. Çev: Abolgasem Payandeh, C. 2, Enteşarat-e Asatir, 5. Baskı, Tehran 1375 (1996), s. 628-629.
[8] Kafesoğlu İbrahim, Türk Milli Kültürü, Ötüken Yayınları, 16. Basım, İstanbul 1997, s. 248-259.
[9] Aynı yer.
[10] Gumilyov, Lev Nikolayeviç, Qədim Türklər, Gənclik Nəşriyatı, Bakı 1993, s. 78
[11] Divitçioğlu Sencer, Kök Türkler (Kut, Güç, Ülüg), Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2000, s. 35.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder