GÖK TÜRKLERİN MENŞE EFSANESİNİN BAZI MOTİFLERİ İLE AKHUNLARIN
BİR DESTANINDA GEÇEN MOTİFLERİN BENZERLİĞİ
Dr. Hasan Gülmuhammet
Özet
Gök Türklerin bilinen dört menşe
efsanelerinin üçünde, Gök Türklerin düşman hücumuna maruz kalarak hakanın küçük
oğlunun dışında herkesin katledildiği anlatılmaktadır. O çocuğun da ayakları
kesilmiş ve bir bataklığa atılmıştır. Dişi bir kurt çocuğu emzirmiş ve hayatta
kalmasını sağlamıştır. Hyon’larla (Akhunlar) Iranlılar arasında geçen savaşta
ise Akhunlar yenilmişler ve hükümdarları Arcasp’ın elleri ve ayakları ve burnu
kesilerek kuyruğu kesik bir eşek üzerinde ülkesine gönderilmiştir.
Anahtar
kelimeler: Gök Türkler, Akhunlar, Hyonlar, Arcasp
Similarity Between Some Motifs in the Gok Turks’ Origin Myth
and Some Motifs in an Akhuns’ Epic
Abstract
As known, Gok Turks had four creation
legends that in three of them, they had undergone to invation of enemy and
except little son of king, all Gok Turks had been killed. Also, he had been cut
his legs and thrown into a swampy. A she-wolf had feed him and made him
survive. At a battle between Akhuns (Hyons) and Iranians, Akhuns had were
defeated. Their king’s legs, arms and nose were cut and he had been returned to
his country on a tail-cutted donkey.
Keywords: Gokturks, White Huns,
Hyons, Arjasp
Miladi
552 yılında kurulan Gök Türk Devleti döneminde Çin’in kuzeyinde birbiriyle
mücadele halinde olan dört Çin devleti bulunmaktaydı. Bu devletler için Gök
Türklerin desteğini almak hayati derecede önemli idi. Bundan dolayı bu
devletler dönemindeki kayıtlarda Gök Türkler hakkında bilgiler verilmiştir.
Ortaya çıkan bu yeni kuvveti kendilerine çekebilmek için bu Çin devletlerinde
Türklere karşı bir eğilim uyandığı ve onlar hakkında gerçek bilgiler elde
edilmeye çalışıldığı ileri sürülmektedir.[1]
Bu bilgiler içinde Gök Türklerin ortaya çıkışları ve menşe efsaneleri de
bulunmaktadır.
1. Gök
Türklerin Menşe Efsanesi:
Gök
Türkler hakkında 3 menşe efsanesi günümüze ulaşmıştır. Diğerinden çok cüzi
farklar içeren bu efsanelerin ikisinde Gök Türklerin düşman istilasına
uğrayarak herkesin öldürüldüğü, sadece 10 yaşında bir çocuğun geriye kaldığı,
onun da ayakları kesilerek bir bataklığa atıldığı ve dişi bir kurt tarafından
emzirilerek yetiştirildiği rivayet edilmektedir. Daha sonra gençle birleşen dişi
kurt gebe kalmıştır. Düşman hükümdar, çocuğun yaşadığını haber alınca
adamlarını onu öldürmeye yollamıştır. Dişi kurt, bir vadiye kaçarak canını
kurtarmış ve orada 10 tane çocuk doğurmuştur. Bu çocuklar, Gök Türklerin neslini
devam ettirmişlerdir.[2]
Bu
efsane özetle şöyledir:
”
Gök Türkler (T’u-chueh), eski Hunların (Hsiung-nu) gelirler ve onların bir
koludurlar. Kendileri ise, A-şi-na (A-şih-na) adlı bir aileden türemişlerdir.
(sonradan çoğalarak) ayrı oymaklar halinde yaşamaya başladılar.
Daha
sonra Lin adını taşıyan bir memleket tarafından mağlup edildiler. (Yenilgiden
sonra Gök Türkler), bu memleket adamları tarafından soyca öldürüldüler.
(Tamamen
öldürülen Gök Türklerden), yalnızca 10 yaşında bir çocuk kalmıştı. (Lin
memleketinin) askerleri çocuğun çok küçük olduğunu görünce onu öldürmemişlerdi.
Yalnızca çocuğun ayaklarını kesmişler ve bir bataklıktaki otlar arasına
bırakarak (gitmişlerdi).
Çocuğun
etrafında dişi bir kurt göründü ve ona et vererek besledi. Çocuk, bu şekilde
büyüdükten sonra da, dişi kurtla birleşmeye başladı. Kurt da çocuktan bu yolla
gebe kaldı.
(Lin
memleketinin) kralı bu çocuğun hala yaşadığını duydu ve onun da öldürülmesi
için askerlerini gönderdi. Çocuğu öldürmek için gelen askerler, kurtla (çocuğu)
yan yana gördüler. Askerler kurdu öldürmek istediler. Fakat kurt hemen kaçtı ve
Kao-ch’ang (Turfan) memleketinin kuzeyindeki dağa gitti. Bu dağda derin bir
mağara vardı. Mağaranın içinde de büyük bir ova bulunuyordu. Ova, baştanbaşa ot
ve çayırlarla kaplı idi. Çevresi de birkaç yüz milden fazla değildi. Dört yanı,
çok dik dağlarla çevrili idi. Kurt, kaçarak bu mağaranın içine girdi ve orada
on tane çocuk doğurdu.
Zamanla
bu on çocuk büyüdüler ve dışarıdan kızlar getirerek onlarla evlendiler. Bu
suretle evlendikleri kızlar gebe kaldı ve bunların her birinden de bir soy
türedi. (İşte Gök Türk devletinin kurucularının geldikleri), A-şi-na ailesi de
(bu on boydan) biridir.
Onların
oğulları ve torunları çoğaldılar ve yavaş yavaş yüz aile haline geldiler.
Birkaç nesil geçtikten sonra hep birlikte mağaradan çıktılar. Ju-ju’lara
(Juan-juan devletine) tabi oldular. Altay (Chin-shan) eteklerinde yerleştiler. Bundan
sonra da Juan-juan devletinin demircileri oldular.”[3]
İkinci
efsane birincinin neredeyse aynısı olmakla beraber bazı yer adlarının eklendiği
görülmektedir.
2.
Akhunların destanı ise böyledir: (Zarir’in Kitabı)
Zerdüştiliği kabul ederek onu himayesi altına alan ve daha
geniş yayılmasını sağlayan Guştasp (Viştasp), etrafındakilere de bu dini kabul
ettirmiştir. Hyon Hükümdarı Arcasp bunu haber alınca en önemli iki komutanı
Biyderafş ve Nāmhast’ı iki tümen asker maiyetinde Guştasp’a yollayarak kabul
ettiği yeni dinden çıkmasını ve tekrar eski dinine geri dönmesini istemiştir.
Guştasp bunu kabul etmeyerek aralarında savaş başlamış ve bu savaş Guştasp’ın
zaferiyle sonuçlanmıştır. Savaşta mitolojik bir anlatım biçimiyle Hyon (Akhun)
ordusunun hepsinin katledildiği, sadece Arcasp’ın diri kaldığı, O’nun da
elleri, ayakları ve kulakları kesilerek ve kuyruğu kesik bir eşeğe bindirilerek
ülkesine gönderildiği ve gördüklerini ve yaşadıklarını anlatması emredilmiştir.[4]
Destan,
Zerdüşt döneminde (çoğu araştırmacıların görüşüne göre M. Ö. 6. Yüzyıl) yaşayan
ve bu dinin gelişmesinde ve yayılmasında önemli rolü olan Guştasp döneminin
olayları anlatıldığına göre o döneme aittir sanılabilir. Ancak bilindiği üzere
Sasaniler, eski dönemlerinin efsanelerini kendi zamanlarına uydurarak yeni
destanlar yaratmışlardı. Ayrıca Akhunların (Hyonların) Milat’tan önce büyük bir
devlet kurdukları, tarihi kaynaklarda geçmemekte ve Sasaniler döneminde büyük
bir güce kavuştukları bilinmektedir. Destanda da başkâtip İbrahim’in adının
geçmesi[5]
de, (Arami veya Arap etkisi) bu hikâyeyi Zerdüşt dönemi İran’ı olan bugünkü
Afganistan’ın kuzey bölgeleri değil de bugünkü İran topraklarına ait
kılmaktadır.
İşte destan:
Zarir’in bu kitabı kral Guştasp ile oğulları, kardeşleri,
saray ehli ve hizmetçilerinin Mazdacılık dinini Ahura Mazda’dan kabul ettiği
zaman yazıldı. Hyonların (3) kralı Ercasp Guştasp, oğulları, kardeşleri, saray
ehli ve hizmetçilerinin, pak Mazdacılık dinini kabul ettiklerini öğrendi. Çok
zoruna gidip hemen iki elçiyi yirmi bin asker maiyetinde mesajını iletmek için İran’a gönderdi. Komutanlardan Camasp
enderun’a girip Guştasp’a, "Hunlar kralı Ercasp, Hunlar ülkesinde
bunlardan daha asilzadesi bulunmayan iki elçi göndermiştir. Birisi cadı
Biyderafş ve diğeri Namhast’tır. Maiyetlerinde yirmi bin asker ve ellerinde
mektupları vardır. Ve kral Guştasp’ın huzuruna gelmeye izin istiyorlar."
dedi. Guştasp ise, “onları içeriye alın.” diye emretti. Onlar içeri girip
Guştasp’a eğildiler ve mektubu verdiler. En büyük katip, İbrahim (4) kalkıp
mektubu okudu. Mektupta bunlar yazılmıştı: Mazdacılık dinini Ahura Mazda’dan
kabul ettiğinizi duyduk. Eğer onu bırakmazsanız bizden size ziyan ve sıkıntılar
yaranabilir. Ama eğer bu dini bırakmayı kabul edip bizimle dindaş olursanız
sizi kralımız bileceğiz; size her yıl bol altın, gümüş, iyi at ve şehriyarlık
makamı vereceğiz. Ama eğer bırakmazsanız ve bizimle aynı dine inanmazsanız size
saldırıp yiyeceklerinizi yiyerek herşeyi yakacağız; dört ayaklı ve iki ayaklı
her ne varsa köleliğe götüreceğiz ve ağır zincirler takıp zor işler
yaptıracağız.
Guştasp
onların sözlerini duyduğu zaman tereddüt etti. Cesur komutan kahraman Zarir,
kralı müreddet gördüğü için hemen enderuna girerek kral Guştasp’a, “Eğer kral
izin verirse bu mektubun cevabını ben yazayım.” dedi.
Guştasp
razı oldu: "Mektubu yanıtla."
O
cesur ve kahraman asker Zarir, mektuba şöyle yanıt verdi: İran’ın kralı
Guştasp’tan Hunların kralı Ercasp’a selam olsun. Biz bu pak dini bırakıp
sizinle dindaş olamayız. Bu pak dini Ahura Mazda’dan aldık. Onu koruyacağız ve
ölümsüzlük iksiri karşılığında bile onu bırakmayacağız. Sizinle gelecek ay ne
yüksek dağı ne de derin denizi ve çukuru olan Hutos ormanı ve çalılıklarının
bulunduğu Hamun çölünde karşılaşacağız. Sonucu ise hızlı koşan atlarımız belli
edecektir. Siz o taraftan gelin biz de buradan geleceğiz; ikimiz de birbirimizi
göreceğiz ve size devlerin Tanrılardan nasıl yenileceğini göstereceğiz.”
Başkatip
İbrahim mektubu mühürleyip cadı Biyderafş ve Namhast’a teslim etti. Onlar da
mektubu alıp Guştasp’ın önünde eğilerek gittiler.
Sonra
Guştasp kardeşi Zarir’e, "Dağların zirvesinde ateş yak; ülkeyi haberdar et
ve çaparlara haber ver bu biçimde car salsınlar: su ve Behram ateşini koruyan
rahibin dışında on yaşından seksen yaşına kadar herkes evde kalmamalıdır;
gelecek ay Guştasp’ın dergahına gelmelidirler. Eğer birisi gelmeyip diğerlerini
de getirmezse orada onu dara asacağım." diye emretti.
Haberi
duyan herkes hamaspahmedim zamanı Guştasp’ın dergahına geldi.
Davul
zurna çalınıp borazan üflenerek ordunun hareket edilmesi emredildi. Fil
sürücüleri fillere, atçılar atlara ve arabacılar ise arabalara bindiler. Onlar
kocaman kılıçlar, okla dolu sadaklar, parlak ve dört parçalı zırhlarla
donandılar. İran ordusu öyle harekete geçti ki haykırışları göğe ve yankısı cehenneme
kadar gitti. Yolda geçitleri yıkıp suları öyle bulandırdılar ki bir aya kadar
onlardan su içmek mümkün olamazdı. Elli güne kadar su durulmazdı. Kuşlar ise
oturmak için atların başı, mızrakların ucu ve yüksek dağların tepesinden başka
yer bulamadılar. Toz dumandan gece gündüz belli değildi.
Guştasp
kardeşi Zarir’e emretti: "Çadır kurmaya başla; diğerleri de çadır kursun
ve böylece gece mi yoksa gündüz olduğunu anlayalım. Zarir arabadan inip çadır
kurdu. Bütün askerler de aynı işi yaptılar ve böylece toz duman yattı.
Yıldızlar ve ay gökte görülmeye başladı.
Yere
üç yüz demir mıh çakıldı; onlara üç yüz ip bağlandı ve iplerin her birine altın
bir çan asıldı.
Guştasp
tahta oturdu ve Camasp’ı çağırtıp, "Ben senin bilgili, basiretli ve akıllı
olduğunu biliyorum. On gün yağmur yağdığı zaman kaç damlanın yere, kaç damlanın
da denizlere düştüğünü bilirsin. Ayrıca çiçekler açtığı zaman hangisinin
gündüz, hangisinin gece ve hangisinin yarın açacağını da bilirsin. Yine de
hangi bulutun suyu olup olmadığını da bilirsin. Yarın ise Guştasp’ın büyük
savaşında oğullarım ve kardeşlerimden hangisinin ölüp hangisinin yaşayacağını
da bilirsin." Diye akıl danıştı.
Camasp,
"Keşke anadan doğmasaydım veya çocukken ölseydim. Keşke bir kuş olup
denize düşseydim. Keşke siz efendim bu soruyu benden sormasaydınız. Ama
sorduğunuz için doğrusunu söylemeliyim. Sağ elinizi rehin verin. Ahura
Mazda’nın ferine, onun pak dinine ve kardeşiniz Zarir’in canına ant edin.
Yarınki savaşta neler olacağını söylediğimde beni öldürmemek, bana kızmamak ve
beni kovmamak için çelik, parlak ve keskin kılıca üç defa baştan aşağıya kadar
elinizi sürün." dedi.
Camasp,
"Eğer isterseniz İran’ın bu büyük ordusunu kral çadırından bir ok atışı
kadar ileride oturtunuz." dedi. Guştasp ise ordunun, onun çadırından bir
ok atışı kadar ileri gitmesini emretti.
Camasp,
"Ne mutlu anadan doğmayana; doğduğu zaman veya çocukken ölene. Yarın erler
karşı karşıya dövüşeceklerdir; birçok ana oğulsuz, oğul babasız, baba oğulsuz,
kardeş kardeşsiz ve karı kocasız kalacaktır. Hızlı ve yayılmış bir biçimde İran
ordusuna saldıracaklar; ama Hunlar aradıkları kralı bulamayacaklardır. Siz, en
iyisi görmeyesiniz ki cadı Biyderafş gelip yıkıp dağıtacak ve kardeşiniz o
cesur komutan Zarir’i yenip siyah demir nallı atını ganimet alacaktır; Namhast
saldırıp dağıtacak ve günahtan sakınan ve mümin kardeşiniz Pathosrov’u yenip
onun kızıl renkli uzun nefesli atını ganimet alacaktır. Namhast gelip
saldırarak yıkacak ve oğlun Fraşavard’ı yenecektir. O oğlun, yalan olmasın,
sana diğer oğullarından daha yakın ve daha dosttur. Oğulların ve kardeşlerinin
yirmi üçü ölecektir." dedi.
Guştasp
bu sözleri duyduğunda tahtından yere düştü; sağ eline kama ve sol eline kılıç
alıp Camasp’a hücum etti ve ona "Hiç hoşuma gitmedi korkunç cadı! Senin
anan cadı ve baban yalancıydı. Söylediklerin olmayacaktır. Eğer Tanrı Ahura
Mazda'nın ferine, onun pak dinine ve kardeşim Zarir’in canına ant içmeseydim bu
kılıç ve kamayla senin başını kesip yere düşürürdüm." diye bağırdı.
Camasp,
"Eğer kabul ediyorsanız yerden kalkıp tahta oturunuz; çünkü benim bu
söylediklerim belki olur belki olmaz." dedi.
Guştasp
kalkmadı ve yüzüne bile bakmadı. Cesur komutan kahraman Zarir gelip ona, “Eğer
siz isterseniz kalkıp tahta oturun; ben yarın bütün gücümle on beş tümenlik Hun
ordusunu yeneceğim.” dedi.
Guştasp
kalkıp tahta oturmadı.
Günahtan
sakınan ve mümin Pathosrov gelip "Eğer uygun görürseniz kalkıp tahta
oturun. Ben yarın var gücümle 14 tümen Hun’u yeneceğim." dedi. Ama Guştasp
kalkıp tahta oturmadı.
Guştasp’ın
oğlu Fraşavard karşısına gelip ona diğerleri gibi eğer kabul ederse kalkıp
tahta oturmasını ve yarın var gücüyle 13 tümen Hun’u yeneceğini söyledi; ama
Guştasp kalkıp tahta oturmadı.
O
cesur pehlivan İsfendyar ileriye gidip "Eğer kabul ederseniz kalkıp
oturun; Ahura Mazda'nın ferine, onun pak dinine ve siz kralın canına ant içerim
ki, yarın bir tek Hun’u diri bırakmayacağım." dedi.
Guştasp
kalkıp tahta oturdu ve Camasp’ı çağırıp "Senin söylediklerin olmayacaktır;
çünkü ben çok dayanıklı bir kale yaptırıp oraya demirden kapılar koyduracağım;
oğul, kardeş ve zadeganı oraya alıp düşmanın zararından koruyacağım."
dedi.
Camasp,
"Eğer böyle demir kapılı çok dayanıklı bir kale yaptırıp oğullarınızı,
kardeşlerinizi ve saray ehlini oraya alacaksanız o zaman düşmanları kim
durduracaktır? Çünkü 15 tümen Hun’u yenen kardeşiniz Zarir, 14 tümen Hun’u
yenen günahtan sakınan ve mümin Pathosrov ve 13 tümen Hun’u yenen oğlunuz
Fraşavard oraya gidecektir." dedi.
Guştasp,
"Hunların sayısı ne kadardır ve hepsi birden geldikleri zaman kaçı ölüp
kaçı geri dönecektir?" diye sordu.
Camasp,
"131 tümen Hun askeri vardır ve hepsi birden saldıracağı zaman onlardan
kralları Ercasp'ın dışında kimse diri geri dönmeyecektir; onu da İsfendyar
tutup elini, ayağını ve kulağını keserek bir gözünü ateşe atıp yakacak ve
kuyruğu kesik bir eşeğe bindirip kendi ülkesine gönderecektir. İsfendyar onun
ne çektiğini ve ne olup bittiğini halkına anlatmasını isteyecektir." diye
yanıt verdi.
Guştasp,
"Eğer benim ve otuz kız ve erkek doğuran kız kardeşim ve eşim Hutos’un
oğulları, kızları ve şehzadeleri ölseler Ahura Mazda’dan aldığım bu pak dini bırakmayacağım."
dedi.
Guştasp
tepenin başında oturmuştu ve onunla 144 tümen asker vardı. Ercasp da karşı
tepenin başında oturmuştu ve onunla 12 tümen tümen asker vardı. Cesur komutan
kahraman Zarir o kadar iyi savaşırdı sanki çalılığa ateş düşmüştü; Hunları
öldürürdü; onların kanını görünce de sevinçten açlık ve susuzluğunu unutup
savaşa devam ediyordu.
Hunların
kralı Ercasp yükseklikten bakıp, "Hun ülkesinde ondan daha güzeli
bulunmayan Zersutun adlı kızımla evlenip ülkeye vezir olmak karşılığında; o
cesur kahraman asker Zarir ile savaşıp onu öldürebilecek birisi var mi? Eğer
Zarir geceye kadar diri kalırsa kısa bir sürede biz Hunlardan kimse diri
kalmayacaktır." diye sordu.
Cadı
Biyderafş ayağa kalktı, “Atımı eyerleyin; ben gidiyorum.” dedi. Atını eyerlediler.
Ata binip devlerin cehennemde öfke ve zehirle perdahlayıp günah suyunda
yıkadıkları o sihirli mızrağı aldı. Savaş meydanına hücum etti. Zarir’in iyi
dövüştüğünü gördü. Karşıdan gitmedi; arkadan saldırarak mızrağı onun kemerinin
altına ve Kusti’nin üstüne soktu; yüreğine kadar geçirerek at üstünden yere
düşürdü. İran ordusu tarafından ok atışları ve haykırışlar baş verdi. Guştasp
dağın başından bakıp, "Sanırım ordu komutanımız Zarir oldu. Şimdi ok atıp
bağırmak zamanı değildir. Sizlerden, bütün İran’da onun kadar güzel olmayan
Humay adlı kızımla evlenmek, Zarir’in her şeyine ve İran’ın ordu komutanlığına
sahip olmak karşılığında Zarir’in öcünü alabilecek birisi var mi?" diye
sordu. Zarir’in yedi yaşındaki oğlundan başka kimseden ses çıkmadı. O, ayağa kalkıp,
“Savaş meydanındaki askerlerin savaşını görmek için; Guştasp’ın şehzadesi o
cesur kahraman asker Zarir’in ölü veya diri olduğunu öğrenip siz kralıma
anlatmak için benim atımı hazırlatın.” dedi.
Guştasp,
"Sen gitme, küçüksün; savaşın nasıl yapılacağını bilmiyorsun ve ok atmayı
elin tutmaz. Hunların yetişip Zarir gibi seni de öldürmelerini istemiyorum. O
zaman Hunlar yendikleri iki kişiden söz edeceklerdir; ordu komutanı Zarir ve
onun oğlu Bastur." diye cevap verdi.
Bastur
imrahora gizlice, “Guştasp, Zarir’in küçükken bindiği atını Bastur’a
verilmesini emretti.” dedi. İmrahor ise atı eyerledi. Bastur binip atı
koşturarak düşmana saldırdı ve onları kırarak cesur babasının cesedine kadar
geldi. Yüreği acıyıp ona, "Ey göklere yükselmiş ağaç! Canını kim aldı? Ey
domuz güçlü! Gücünü ve dayanıklılığını kim kırdı? Ey simorg! Silahını kim aldı?
Rüzgar saç sakalını perişan etmiş, kutsal tenini atlar çiğnemiş ve vücudunu
toprak sarmıştır. Şu an bir şey yapamam; çünkü eğer attan inip yanında
oturursam ve başını kucağıma alıp toprağı vücudundan temizlersem bir daha kolay
ata binemem. Hunların yetişip senin gibi beni de öldürmelerini istemem. O zaman
Hunlar yendikleri iki kişiden söz edecekler; ordu komutanı Zarir ve oğlu
Bastur." diye okşadı.
Bastur
atını koşturup Guştasp’ın yanına gelinceye kadar düşman askerini kırdı ve
krala, "Ben gittim ve askerlerimizin ve komutanlarımızın savaşını gördüm.
Babam, o cesur asker Zarir’i ölü gördüm. Eğer kabul ediyorsanız gidip babamın
öcünü almak istiyorum." dedi. Camasp ise, "Bırakın; bu çocuğun bahtı
ona yar olup düşmanı yenecektir." dedi.
Guştasp
Bastur’un atının eyerlenmesini emretti. O, ata bindi ve (Guştasp) kendi
sadağından ona bir ok vererek şöyle dedi: "Böyle cesurca gitmek istediğin
için umarım galip gelirsin; umarım her hamle ve direnişinde zafer kazanırsın.
Sonsuza kadar ün kazanıp düşmanlarına hep galip gelmeni ümit ederim. Bu ordunun
silahını ve bayrağını sen taşıdığın için onların da sonsuza kadar dillerden
düşmeyeceğini dilerim."
Bastur
atla saldırıp düşman askerlerini öldürerek başkomutan babası Zarir kadar iyi
savaştı.
Hunlar
kralı Ercasp yüksekliğin başından bakırdı. O, "İran'ın ordu komutanı Zarir
kadar iyi dövüşen, kahramanlar gibi ata binip silah kuşanan o Keyani cesur
çocuk kimdir? Sanırım Guştasp’ın soyundandır ve Zarir’in öcünü almak istiyor.
Siz Hunların arasında; onunla savaşıp onu öldürebilecek birisi var mı? Onun
karşılığı Hunlar ülkesine vezir olmak ve Hun ülkesinde ondan daha güzeli
bulunmayan kızım Behsutun ile evlenmektir. Eğer o çocuk geceye kadar diri
kalırsa kısa bir sürede biz Hunlardan kimse diri kalmayacaktır." diye
sordu.
Cadı
Biyderafş kalktı, "Benim atımı hazırlayın, ben gidiyorum." dedi.
Zarir’in
demir nallı atını eyerlediler. Biyderafş binip devlerin cehennemde öfke ve
zehirle perdahladıkları ve günah suyunda yıkadıkları büyülü mızrağı eline aldı
ve savaşmak için atını koşturdu. Bastur’un iyi savaştığını gördü. Onunla karşı
karşıya gelmek istemedi. Arkadan yaklaştı. Bastur ona, “Ey günahkar cadı!
Karşıma gel; ben at üstündeyim ama koşturmasını beceremem; sadakta okum vardır;
ama atmasını bilmem; karşıdan gel. Babam, o cesur komutan Zarir’in canını
aldığın gibi ben de senin o tatlı canını alayım." diye bağırdı.
Biyderafş
küstahlaşıp ileri gitti. Zarir’in o demir nallı kara atı Bastur’un haykırışını
duyduğunda hemen yerinde durdu. O cadı 999 defa bağırıp mızrağını attı ve lakin
her defasında Bastur onu eliyle tuttu. Zarir’in ruhu bağırdı: "Bu mızrağı
bırak. Sadaktan bir ok al ve onunla bu günahkar düşmana karşılık ver."
Bastur ise (mızrağı) bıraktı; sadağından bir ok aldı; Biyderafş’ın göğsüne
atarak sırtına kadar geçirdi ve onu yere düşürerek öldürdü.
(Bastur)
Zarir’in inciyle işlenmiş beyaz pabuçları ve altınla işlenmiş elbiselerini alıp
onun atına bindi; kendi atının dizginlerini tutup koşturdu ve düşmanı kırarak o
yere geldi ki Camasp’ın oğlu Grami-kard zafer bayrağını dişleriyle tutmuş iki
eliyle savaşırdı. Grami-kard ve o büyük ordu Bastur’u gördüklerinde Zarir için
ağladılar ve onlar, “Buraya neden geldin? Ok atmak ve savaşmak bilmiyorsun.
Amandır Hunlar yetişip Zarir gibi seni de öldürmesinler. O zaman Hunlar
yendikleri iki kişiden söz edecekler; ordu komutanı Zarir ve oğlu Bastur.”
dediler.
Bastur,
"Camasp’ın oğlu ey Grami-kard! bu bayrağı zafere kavuştur! Eğer Guştasp’ın
yanına diri dönebilirsem senin ne kadar iyi dövüştüğünü ona anlatacağım."
dedi.
Bastur
atını koşturup o cesur pehlivan İsfendyar’ın savaştığı yere kadar geldi. (
İsfendyar) Onu gördüğünde İran’ın büyük ve muazzam ordusunu ona bırakıp tepenin
başına çıktı ve 12 tümen askerle korunan Ercasp'ı kılıç gücüyle aşağı indirdi.
İsfendyar Hunları yenmeyi Grami-kard’a bıraktı; o da biraz düşmanı kırarak
Bastur’a bıraktı. Kısa bir sürede Hunlar kralı Ercasp’ın dışında onlardan kimse
diri kalmadı. İsfendyar O’nun bir elini, bir ayağını ve bir kulağını kesti; bir
gözünü çıkararak ateşe attı ve kuyruğu kesik bir eşeğe bindirip kendi ülkesine
gönderdi ve ona, “Git ve İsfendyar’dan neler çektiğini anlat” dedi.[6]
İki Efsanenin Karşılaştırılması
Sonları ve bazı motifleri
farklı olan bu iki efsane ortak bazı motifler içermektedir. İki efsaneyi
karşılaştırdığımız zaman her ikisinde de bütün ordu veya kavmin öldürüldüğü
görülmektedir. Harici bir düşman bütün adamları kılıçtan geçirmiş ve sadece bir
kişi diri bırakmıştır. Bu kişinin de elleri ve ayakları ve bazı diğer beden
organları kesilmiş ve kendi kaderine bırakılmıştır.
Bilindiği
gibi Akhunlar, Sasani devleti ile çağdaş ve komşu idiler. Sasani hükümdarı
Firuz döneminde o kadar güçlü idiler ki bu hükümdarı yenmiş ve kendisini de
savaş meydanında öldürmüşlerdi.[7]
Dolayısıyla eğer bu güçlü hale gelme dönemleri destandaki olaydan sonraya ait
ise bu da Gök Türklerin efsanelerinde geçen toparlanma ve büyük bir
imparatorluk haline gelme motifi ile benzerlik göstermektedir. Ancak Akhunların
destanının zamanı tam olarak belirlenemediğine göre bu benzerlikten emin
olamıyoruz.
Bilindiği
üzere karizmatik hâkimiyet biçimine sahip olan Türklerde, hükümdarlar kut
sahibi idiler ve bu kut, siyasi iktidar ve otorite anlamına gelmektedir.
Babadan oğla geçer ve bütün aile fertlerinde tecelli ederdi.[8]
Kut sahibi olan ferdin hükümdar olur ve millete liyakatle hükmedermiş.
Başarısız olduğu zaman da tahttan indirilirmiş.[9]
Ayrıca
Türk hâkimiyet anlayışında ülüş sisteminin varlığı ve Türk şehzadelerinin hâkimiyet
etmek için verilen arazi olduğu da bilinmektedir. Bütün ülke ise hükümdarın
ülüşü idi.[10]
Kutlu hükümdar, Tanrının verdiği yetki ile ülüşü olan ülkesine güçlü ve
liyakatli bir şekilde hükümet ederdi.[11]
Gök
Türk ve Akhun efsanelerinde görüldüğü gibi elleri ve ayakları kesilen hükümdar
veya şehzade kut ve ülüş sahibi olduğu, Tanrı tarafından onlara kut verildiği ve
Türk ülkesi onların ülüşü yapıldığı için yenilgilerden sonra tekrar
hâkimiyetlerini berpa ve soylarını devam ettirdikleri görülmektedir.
Kaynakçalar
Bahar Mehrdad, Pajuheşi dar Asatir-e
İran, Enteşarat-e Agah, Tehran 1372 (1993)
Divitçioğlu Sencer, Kök Türklər (Kut, Küç, Ülüg), Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2000.
Divitçioğlu Sencer, Kök Türklər (Kut, Küç, Ülüg), Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2000.
Mas’udi Abo’l-Hossein, Moruj’l-Zahab,
www. tarikheslam.com
Ögel Bahaeddin, Türk Mitolojisi, Türk
Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1995
Tabari Mohammad Jarir, Tarikh-e
Tabari, Fars. Çev: Abolgasem Payandeh, Enteşarat-e Asatir, 5. Baskı, Tehran
1375 (1996).
Masudi Abolhossein, Murudj'al-Zahab, www.tarikheslam.com.
Kafesoğlu İbrahim, Türk Milli Kültür, Ötüken yayınları, 16. Basım, İstanbul 1997.
Gumilyov, Lev Nikolayeviç, Qədim Türklər, Gənclik Nəşriyatı, Bakı 1997.
[1] Ögel Bahaeddin, Türk Mitolojisi, C. 1, Türk
Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1995, s. 19-20.
[2] A.g.e., C. 1, 20-21.
[3] Aynı yer.
[4] Bahar Mehrdad., Pajuheşi dar Asatir-e İran,
Agah Yayınları, Tehran 1372 (1993), s. 265-273.
[5] A.g.e., s. 266.
[6] A.g.e., s. 265-273.
[7] Çoğu İslam kaynaklarında bu meseleye işaret
edilmiştir. Bkz: Mas’udi Abu’l-Hossein, Moruj’l-Zahab, C. 1,
www.tarikheslam.com, s. 146; Tabari
Mohammad Jarir, Tarikh-e Tabari, Fras. Çev: Abolgasem Payandeh, C. 2, Enteşarat-e
Asatir, 5. Baskı, Tehran 1375 (1996), s. 628-629.
[8] Kafesoğlu İbrahim, Türk Milli Kültürü, Ötüken Yayınları, 16. Basım, İstanbul 1997, s. 248-259.
[9] Aynı yer.
[10] Gumilyov, Lev Nikolayeviç, Qədim Türklər, Gənclik Nəşriyatı, Bakı 1993, s. 78
[11] Divitçioğlu Sencer, Kök Türkler (Kut, Güç, Ülüg), Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2000, s. 35.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder